Çocukluğumda, çok sıcak havalarda aile büyüklerimiz hep “bu sıcak hayra alamet değil, Allah korusun” derlerdi. Merak ederdim; ne olabilirdi ki sıcak havalarda?
Sorarak öğrendim elbet, çok sıcak havalarda deprem olma olasılığı yüksek olurmuş… Eskiler her yaşanan doğal afetlerin yine doğa aracılığıyla alametler gönderdiğine inanırlar ve çoğunlukla da haklı çıkarlar…
Geçtiğimiz Çarşamba sabahı saat 06.30 sıralarında yatağımdan ok gibi fırladım… Deprem oluyordu. Etraf sallandıkça, yüreğimin de yerinde sallanır olduğunu hissettim. Merkez üssü Rodos olan bu deprem Antalya’da da epey hissedildi doğrusu.
İnsan o anda bildiği her şeyi unutuyormuş… 17 Ağustos depreminden sonra uzun uzun anlatılan “deprem sırasında yapılacaklar” bilgilerinin hiç biri aklıma gelmedi. Hatta yerimde dondum kaldım diyebilirim.
Sallantıdan mıdır nedir, düşünemedim bile… Bırakın güvenli bir yer bulup geçmesini beklemeyi, ya da kendimi dışarı atmayı, yataktan adım bile atamadım…
Sallantı dindikten sonra, kalkabildim ancak. Mutfağa gittim, bir bardak su alıp içtim… Yüreğimi sakinleştirdim, beynimde düşünceler belirmeye başladı… O büyük depremde insanların yaşadıklarını düşündüm. Yaklaşık 45 saniye süren ve o kadarcık sürede yitip giden hayatları… Ölüm uykusunda yakalayabiliyor işte insanı ve sanıldığı kadar uzun da sürmeyebiliyor… Yaşamak o kadar pamuk ipliğine bağlı işte… Ve biz, olan biten ne varsa unutuyoruz, hiç yaşanmamışçasına…
17 Ağustos’u da hazin ölümleri de ancak sarsılınca hatırlıyoruz işte. Ya da o gün TV’lerde hatırlatırlarsa ve biz de denk gelir izlersek…
İstediğimiz kadar unutalım ya da unutmak isteyelim, doğa hatırlatıyor işte… Bir sarsıyor yakamızdan tutup bizi, aklımız yerine gelmiyor, yerinden oynuyor…
Çarşamba sabahı çok korktum…
Tekrar düşündüm…
Hayatın her an, her dakika bitebileceğini anımsadım…
Geçmişteki kayıplarımızı, yitip giden hayatları…
Biz ucuz atlatmıştık ama belki de bu kez kısa bir uyarıyla geçiştirdi toprak ana…
Bir dahaki sefere, belki de “Siz misiniz doğanın dengesini bozan? Siz misiniz ormanları cayır cayır yakan? Siz misiniz dağı taşı betona çeviren? Siz misiniz keneleri yok edeceğiz diye onlarla beslenen diğerlerini öldürüp kısır döngü yaratan? Siz misiniz birlik beraberlikten uzaklaşan? Siz misiniz ‘Rabbena, hep bana’ diyen? Siz misiniz paylaşmayıp savaşlarla birbirini kıran?” diyecek…
Bu sefer ucuz atlattık…
Biraz ders alsak bari…
Sevgiyle kalın…