Cuma akşamı saat 21:45’te Türkiye’de nabızlar durdu... 70 milyon, tek yürek televizyonlarının başında, 15 bin Türk de Viyana’da statta tek bir amaç için birbirine kenetlendi... Bu galibiyeti istiyorduk, bu galibiyete ihtiyacımız vardı, başarmalıydık...
İstiyorduk ama çok da olası görünmüyordu aslında. Hırvatistan güçlü bir takımdı, kupada bu güne kadar sadece bir kez gol yemişler, bir kez ofsayda düşmüşler ve dünyaya ne kadar kontrollü bir takım olduklarını göstermişlerdi... Ve Türkiye...
Eleştirilen, hatta burun kıvrılan genç Türk takımı ise son iki galibiyetiyle tüm hesapları alt üst etmişti... Yenilgiyi galibiyete taşıyan tek takım unvanını almaya hak kazanmışlardı. Bu çocukların kadrosunda sakatlar, kart cezalıları vardı. Savunmada çok büyük eksikler ve tecrübesizlikler herkesin maçlar boyunca yüreğinin ağzında olmasına neden olmuştu... Evet, eksikler çoktu ama belki de hiç kimsede olmayan bir şey vardı onlarda: Yürek ve inanç...
Maç boyunca hop oturup hop kalktık. Rüştü kalitesini ve tecrübesini ortaya koymasaydı ve şans Hırvatlardan yana olsaydı maçın sonucu bambaşka olacaktı ama şükür ki kale direklerinde patlayan toplar bir türlü kalemizin içine girmiyordu.
Ne vardı ki, 120. dakikada Rüştü’nün maalesef hatası nedeniyle, top da “Ben daha ne yapayım?” dercesine kalemizdeki yerini aldı...
“Her şey bitti” dedim... Kahroldum... Ben ellerimi saçımın arasında gezdirirken hemen gelişen atağımız ve Semih’in o altın değerindeki golü... İnanılmazdı... Hala inanamıyorum... Boğazım düğümlendi, gözlerim yaşla doldu, sesim çıkmadı... “Penaltılar gelecek ve Rüştü klasını ortaya koyacak” dedim kendi kendime...
İki penaltıyı kaçıran Hırvatların bir penaltısını da Rüştü çıkarınca, yarı finale giden, yüzü gülen takım biz olduk... Bu arada bazı detaylar vardı gözüme çarpan...
Maç sırasında bir pozisyona tepki gösteren Terim’in yanına kadar giden Hırvat teknik direktörü, eliyle Fatih Hocama “sus” işareti yapmıştı. Ve Semih, golü attığı anda, Hırvat direktöre dönerek aynı işaretle cevap verdi... Bu mudur? BUDUR!
Atatürk’ün bir vecizesini hatırlayıp gülümsedim: “Ben sporcunu zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim...” “Ben de öyle” dedim içimden, “Biz de öyle Atam...”
Evet, Cuma günü böyle heyecanlı, gururlu bir galibiyete imza attık... O çocukları ve Fatih Terim’i can-ı yürekten kutluyorum. Bize bu gururu yaşattıkları, Viyana’yı tekrar fethettikleri, dünyaya Türk’ün gücünü ve inancını hatırlattıkları için...
Diyecek fazla söz kalmadı... Haydi Fatih’in aslanları... Hadi bizi çıldırtmaya devam edin...
Sevgiyle kalın...