gerekeni yapmadan hiç
yalnız hayal kurmakla
varamayız hiçbir yere
akıntıya kürek çekip durmakla.
H.E.
Yıllar yıllar önce bir akrabamın kız meslek lisesi mezunu genç kızı ailesinin ısrarıyla sevmediği bir gençle nişanlanmıştı. Birkaç ay sonra bize geldi. Hoş beşten sonra:
“Hüseyin amca, size önemli bir şey danışmak istiyorum. Mümkün mü?” diye sordu.
“Elbette canım, buyur.” dedim.
Baktı ki, dinlemeye hazırım; başladı anlatmaya:
“Biliyorsunuz, ben nişanlıyım. Nişanlım, annemlerin dediği gibi, gerçekten de kötü alışkanlıkları olmayan efendi bir genç… Ama ben hiç sevmedim, sevemedim kendisini. Nedense kanım kaynamadı hiç. Düşündüm taşındım, bir ömür birlikte olamam ben onunla. Ne tavsiye edersiniz? Ne yapayım?”
“Hemen yüzüğü atarak nişanı bozmanı…”
“Çok iyi söylüyorsunuz. Bunu ben de çok isterim. Ama anneme babama nasıl söylerim bunu? Biliyorsunuz, onların ısrarıyla oldu bu nişan. Üzmek istemem onları ama başka çare de yok. Bu konuda siz ve Güler teyze yardımcı olur musunuz bana?”
“Elbette, memnuniyetle… Ama sen hiç çekinmeden bu kararını hemen söyle ailene. Nişanı niçin bozmak istediğini sakince güzel güzel anlat. Göreceksin, korktuğun olmayacak. Kızmayacaklar da sana, darılmayacaklar da… Sorma gereğini duyarlarsa bize, bil ki, kapı gibi arkanda olacağız. Ayrıca bu cesareti gösterdiğin için, daha çok takdir edip daha çok seveceğiz seni!” deyince öyle bir sevindi ki!.. Gerçekten de en kısa zamanda söyledi kararını ailesine. Şaşırdılar ama tahmin ettiği gibi sert bir tepki ile karşılaşmadı. Bir süre sonra da kabul etmek zorunda kaldılar; biricik kızlarının önerisini. Bir iki yıl sonra sevdiği bir gençle evlenip mutlu bir yuva kurdu; o akıllı kızımız.Böylece o güzel gülümsemesi hiç eksik olmadı yüzünden.
Şimdi önceki söyleşimize gelen yorumlara bir göz atalım.
Önce eğitimci yazarımızSalih Koç’un iletisi:
“Sanırım, bu yazınız ben dahil birçok insanın yarasına dokunmuştur. Anne babaların, özellikle de annelerin hatırlarının kırılmadığı dönemlere rastladı evliliklerimiz. Evliliğini annesinin isteği biriyle yapmış biri olarak hiç de mutlu olmadık yıllarca. Buradan tecrübe ile kızlarımın iş ve eş seçimine saygı duydum hep.
Kaleminiz daim olsun, Esen kalın öğretmenim!”
***
Şimdi de İbradılı düşünürümüz Âlim Doğan Özcivan’a kulak verelim;
“Sn. Hocam;
Çok önemli bir konuyu çok güzel bir anlatımla sunduğunuz için teşekkür ederim. Toplumun çoğu kesimlerinde birçok aile, çocuğunu çok sevmesi bahanesine sığınarak onların isteklerine ket vurur.
Meslek ve eş seçimi hayati bir konu… İnsanın kısa ömründe ya zehir solumasına ya da mutlu olup güllük gülistanlık bir ortamda yaşamasına neden olur.
Diyelim ki, çocuk resim seviyor; ama anne baba ‘ille matematik okuyacaksın’ diye ısrar ediyor. Ya da sınıf arkadaşına mı gönlünü kaptırmış; ‘Hayır, illa komşu kızı ya da oğluyla evleneceksin!’ dayatması, bir ömrü çekilmez kılabilir.
Hele hele, ‘Şöyle yaparsan sana zırnık koklatmam!’ tehditleri… Anne baba elbette yol gösterici olmalı; ama kesinlikle ısrarcı olmamalı; diye düşünürüm ben.”
***
Bildiğiniz gibi dünya çapında bilim insanı yetiştirmekte de yaya kaldık biz; sanatçı, sporcu, girişimci, politikacı ve düşünür yetiştirmekte de… Neden? Bizim çocuklarımız daha mı yeteneksiz? Â. D. Özcivan’ın dediği gibi resim yeteneği olanı matematik, müzik yeteneği olanı fen, spor yeteneği olanı hukuk, girişimci yeteneği olanı tıp ya da mühendislik ve ilahiyat gibi fakültelere yönlendirdiğimiz için… Sonuç mu? Dünya çapında ünlü bir ressam ya da müzisyen olacağına sözgelişi mesleğini sevmeyen bir mühendis, haksız kararlar veren bir hukukçu, yanlış teşhisler koyup yanlış tedaviler uygulayan doktorlar yetiştirmiş oluyoruz. Böylece onca emek, onca para boşa gittiği gibi, sevgi yoksunu mutsuz insanlar üretiyoruz sürekli.
Beyler böyle söyler de hanımlar ne düşünür acaba?
Yazar Fazilet Özkan Por’u dinleyelim öyleyse:
“Bu haftaki söyleşinizi, ‘Özgürce yaşasınlar gayrı; kızlarımız, oğlanlarımız’ diyerek başlıyorum okumaya. Ne güzel bir dilek; kız, erkek yavrularımızın özgür olabilmesi!.. Özellikle de meslek ve eş seçmede… Neler neler görüp neler neler duyduk; yakın ve uzak çevremizden. Hep aynı nedenle karşı çıkıyordu aileler: ‘Seni rahat ettiremez; seni mutlu edemez.’ Gençlerin duyguları değildi, önemli olan.Hep akçe, para, zenginlik idi; mutluluk ölçüleri… “Nikâhta keramet vardır. Zamanla elbet severler birbirlerini.” deyip kapatıyorlardı; konuyu hemen. Eşini ve işini seçmesine güvenmeyip onay vermediğimiz gençlerin, ‘Geleceğimizin umudu’ olduğunu söyler, onlardan ülkeyi iyi yönetmelerini ya da yönetimde belirleyici olmalarını bekleriz. Ne büyük bir çelişki, değil mi?Toplumumuzun çok önemli bir sorununa parmak basıyorsunuz; bu içten söyleşinizde de. Mutluluğun, mutsuzluğun da yolunu göstererek… Yüreğinize, kaleminize sağlık; değerli öğretmenim!”
***
‘Sevilmeden, gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır, ya baş!’ denir ya. Sevilmeden gönülsüz yapılan evlilikler gibi gönülsüz yapılan meslekler de onulmaz dertler, üzüntüler ve çözümsüz sorunlar üretir.
Bu söyleşimizi Prof Dr. Ali Yılmaz’ın kısa iletisiyle bitirelim:
“Değerli Öğretmenim; Yazınızın son tümcesinde: ‘Bence dünyanın en büyük zalimleri çocuklarını sevmedikleri mesleklere yönlendirip sevmedikleri kişilerle evlenmelerine zemin hazırlayan anne ve babalardır!’ diyorsunuz ya, altına imzamı atarım; ben de.”
***
Bu değerli katkıları için sevgili dostlarıma gönülden teşekkürler!.. Sağ olsunlar, var olsunlar!