YAŞAMAK ZAMANI

ABLA, ÖZKAN ABİMİ ÖLDÜRMÜŞLER!

Memleketimden İnsan Manzaraları: 524

“Rütbelerini Sökeceğim Senin” başlıklı bir önceki söyleşimi okuyanlar, Öğretmen Ahmet Bacaksız gibi, şöyle sorup durdular hep:
Toraman Komutanın raporunda açıklanan gerçek neydi? Geç de olsa yargısız infazdandönülüp gereği yapıldı mı? Yoksa bu yurtsever subayımız da bozuk para gibi harcanıp gitti mi?

Önce şunu belirteyim ki, Yüksekova’da İlçe Jandarma Komutanı Özkan Toraman o raporu verdiğinde yüzbaşı değil, henüz üsteğmendi. Gelelim sorunun yanıtına:
Çok iyi bildiğiniz gibi yalan çabuk yayılır; uçup gider de gerçekler adım adım ilerler. Nitekim Toraman Üsteğmenin raporundaki bilgilerin, biraz geç de olsa, doğruluğu ortaya çıkar sonunda. Nasıl mı?

O yöredeki köy muhtarları ile halk Ankara’daki Hakkâri milletvekillerine, bakanlara telgraflar çekip telefonlar ederek yaklaşmakta olan tehlikeyi haber verip bir an önce önlem alınmasını isterler. Bunun üzerine Ankara da toz duman olur, Hakkâri de… Hakkâri Alay Komutanı üsteğmeni arar; telefonla sürekli. Bölük astsubayı, üsteğmeninin istifa dilekçesi verdiğini, Antalya’ya gitmek için araba aradığını söyler. Bunun üzerine komutan:
Hemen asker gönder, arayıp bulsun. İstifasını kabul etmiyorum onun!” der.

Vali de kaymakamı arar:
içişler Bakanı beni sıkıştırıp duruyor. Evet, üsteğmen haklı… Alay Komutanı bu kadar fevri davranmamalıydı. Ama onu da Jandarma Genel Komutanı arayıp çok kötü haşlamış. Bu da o sinirle öyle davranmış. Sen bir an önce bulmaya çalış Üsteğmeni. Hakkâri’ye gelsin. En doğru bilgileri ondan alırız. İhtiyacımız var ona.” der.

Bir yandan askerler, öte yandan polisler dört koldan aramaya çıkarlar Üsteğmeni. Ve sonunda İran Esendere sınır kapısında bulurlar. Kaymakam, emniyet âmiri birlikte giderler hemen sınıra. Hoş beşten sonra Vali ve Alay Komutanının telefonlarını anlatarak zorlukla gönlünü edip birlikte dönerler ilçeye.

Üsteğmen, Hakkâri’ye gitmeden eşini işyerinde ziyaret edip durumu anlattıktan sonra:
Bak canım, ben şimdi Hakkâri’ye gidiyorum. Ne zaman dönerim hiç belli olmaz. ‘Bu olayı sen bulup çıkardın; sen git!’ diyebilirler. Ben yine de gitmez, istifamdan vaz geçmezdim ama… Ben o köylerdeki gariban halka üzülüyorum. Unutma, onlar için gidiyorum. Benim yolum doğru… Sen sakın merak edip korkma. Sanırım, dağlarda olacağım yine. Seni telsizle de telefonla da arayamam. Sen sakın merak edip kendini üzme. Oğluma iyi bak. Oğlum sana emanet… Şayet bana bir şey olursa, sakın üzüntünü belli etme ona.” dedikten sonra:
“İlçe merkezinde de Talabani ve Barzani taraftarları olabilir. Sakın her dedikoduya inanma! Ancak Jandarma Genel Komutanlığından bir yazı gelir ya da alay komutanı benim hakkımda bir bilgi verirse ona inan. Hoşça kal canım!’ diyerek gider.

-2-

İyi de, daha önceki raporunda verdiği o önemli bilgi neymiş?” derseniz, onun da yanıtını verelim:
Irak’taki Talabani ve Barzani birlikleri, katır sırtlarında savaş malzemeleri ve çuvallar dolusu döviz taşıyarak gizlice sınırı geçip Hakkâri dağlarında mevzilenmişler. Irak, birbirine karşıt bu iki grubun ülkelerinde çatışmasına kesinlikle izin vermediği için her ikisi de kendi aşiretlerinin olduğu Hakkâri bölgesini seçmiş. Özkan Üsteğmen, ihbarı yapan köy muhtarları ile günlerce onların izini sürerek mevzilendikleri yerleri bile saptayıp yazmış raporuna.

Uyuyanlar nerden bilsin, uyumayıp görenlerin bildiği gerçekleri?

Uyumayan söylerken bir bir görüp bildiklerini; uyuyanlar, “Uyuyordum; o nedenle görmedim ben, bilmiyorum.” demekten utanırlar. Onun yerine:
Doğru değil, yalan! Uyduruk bir haber…” derler.

Kısa bir süre sonra yüzbaşılığa terfi edecek olan Özkan Üsteğmen ve sevgili eşi Nurten Hanım, bire bir yaşayarak öğrenirler bu gerçeği.

Hakkâri’ye gideli iki hafta olur ama hiçbir haber alamaz; Nurten Hanım eşinden. Davullar vurulur, zurnalar çalınır, halaylar çekilmeye başlar sokaklarda. Bir türlü anlayamaz Nurten Hanım, bu sevincin nedenini. Hep Kürtçedir konuşmaları çünkü. Kürtçe bilmiyor ki o. 

PTT memuru olduğu için, bir gün iki genç gelir işyerine. Hakkâri ile telefonla konuşmak istediklerini söylerler. 1970’li yılların sonlarında bile bugünkü gibi kolay değil, çabucak bağlamak telefonu. Bir iki saat beklemek gerekir en az. Bakar ki bekleyen gençler, Kürtçe konuşurlar, kendi aralarında. Ara sıra üsteğmen sözü de geçer arada.

Hemen evdeki yardımcı genç hanımı arar:“Biraz sonra bir telefon konuşması dinleteceğim sana. Kürtçe konuşacaklar. Dikkatle dinle, sonra ne dediklerini anlat bana.” der. Bağlantı hazır olunca, evi de arayıp paralel dinletiyi de sağladıktan sonra gençlere, “Buyurun, konuşabilirsiniz “ der.

Onlar Kürtçe konuşmaya başlayınca, evdeki yardımcı hanımı:
Hasibe, konuşma başladı. Aman dikkatle dinle.” diye bir daha uyarır. Bir süre sonra Hasibe ağlayarak, bırakır dinlemeyi.
 “Ne oldu? Neden ağlıyorsun? Ne duydun?” dese de Nurten Hanım, hiçbir şey söyleyemez Hasibe. 
 
Söyle bana, gerçeği söyle. Ne dediler de ağladın?” diye sıkıştırınca:
Özkan abimi öldürmüşler abla!” demesin mi?
Anneden, babadan, abiden, abladan, kardeşten ve de tüm yakınlarından uzak, henüz anne sütüyle beslenen bir bebekle Yüksekova’da tek başına bir hanım!..

Ne yapar, nasıl yapar? Kime ne söylesin, nasıl söylesin?

Şimdi lütfen, onun yerine koyun, birkaç dakika kendinizi!

Yayın Tarihi
07.06.2025
Bu makale 108 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!