YAŞAMAK ZAMANI

SUÇ KİMDE?

Kendini çok zeki, çok akıllı sanan pek çok insan, gerçekte geri zekâlıdır. Ne yazık ki toplumlar, bu tür kurnaz cahilleri alkışlar. Onlar da hiçbir engel tanımadan dörtnala sürer hep atlarını.
Gençlerin bir kısmı da bakar ki, hep onlar güzel yerlerde ve hep onlar alkışlanıp saygı görüyor; onları örnek alıp kendilerine, çok çalışıp alın teri akıtmak yerine kısa zamanda ballı bir koltuğa oturup çabucak zengin olma yöntemini seçiyorlar.  Her ne kadar buna aldananların birçoğu Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olsalar, bu tür yasa ve insanlık dışı girişimler her geçen gün hızla artmakta.
Denedikleri bu olumsuz girişimle on binlerce, dahası yüz binlerce insan zarar görecekmiş; ne gam! Yeter ki, onlar ulaşsın hedeflerine! Yeter ki onlar doldursun küplerini. Önemli olan onların çıkarları… Başkalarından onlara ne, değil mi ya! İşte böylesine yaşanmış acı bir öykü anlatacağım; size bugün:
Diyarbakır’ın Çermik ilçesinin Sakızburnu köyü yakınlarından Karahıdır deresi akar. Bu dereden başlayıp uzayıp giden alanda çok geniş bir orman vardır; 1960’lı yıllarda. Çevre halkı “Karahıdır Ormanı” der, meşe ağaçlarıyla dolu bu cennet gibi doğaya. Uzaktan bakıldığında çevresine göre biraz koyu renk göründüğü için “Karadağ” da denir bu bölgeye.
Orman olur da hayvan olmaz mı? Ayı, domuz, kurt, tilki, tavşan, çakal ilk akla geliverenler. Bunlar var da kuş neden olmayacakmış? Kartal, şahin, akbaba, baykuş, keklik ve daha neler neler…
Bu orman sayesinde bol yağmur aldığı için bölge, yöre halkı ahırda beslediği hayvanlarına ilkbahar ve yaz boyunca kucak kucak yonca toplayıp götürür. Ayrıca kışın yakacağı odunu da bu ormandan sağlar.
1970’li yıllara gelindiğinde motorlu bıçkılar görünmeye başlar; Diyarbakır ve çevresinde. Çermik’te orman, çarşılarda satılan motorlu bıçkılar varken “zeki, akıllı ve uyanık” geçinen  kurnazlar bu fırsattan yararlanmak istemezler mi?
Ergani’de “Orman Müdürlüğü” vardır. Karahıdır Ormanı da bu devlet kurumunun koruma alanı içinde. Giderler o müdürlüğe. İster öyle, ister böyle nasılsa nasıl ikna ederlerse görevlileri, “Yaşlı ve kurumuş ağaçları kesmek” için izin alırlar. Eh artık, bundan sonra dokunmasın kimse onlara! Ellerindeki motorlu bıçkılarla bir girerler ki ormana önlerine ne gelirse… Yaşlıymış, gençmiş gözünün yaşına bakmazlar hiçbirinin. Gece gündüz demeden keserler de keserler. Ve sonra kamyonlara yükleyip Diyarbakır, Urfa, Gaziantep, Mardin ve ilçelerine götürüp satarlar. Bol bol para kazanırlar; akılları sayesinde!
Ergani Orman Müdürlüğü’nde halkımızın ödediği vergilerle devletten maaş alan müdürler, yardımcıları ve memurların, “Bizim Karahıdır Ormanı ne haldedir? Gidip bir bakalım.” demek akıllarına bile gelmez. Odaları sıcak, koltukları rahat… Niçin bozsunlar rahatlarını!
“Ormanların baş düşmanı keçilerdir! Keçi beslemeyi yasak etmeli devlet!” demeye devam ediyordu elbet, birçok meslektaşları gibi onlar da.
“Karahıdır ormanı bugün ne haldedir?” diye merak edersiniz, öyle mi?

 

Tamam, bir bilene soralım bunu. Kime mi?
Bu yörede doğup büyüyen öğretmen yazar Süleyman Demirkol’a…
İşte sorunuzun yanıtı:
“Orman idaresi bir eleman gönderip kontrol ettirmemiş. İzin alanlarda ne din var, ne iman, ne de vicdan… Allah korkusu da olmayınca ormanı öyle kestiler ki, bir tek ağaç bırakmadılar. Bugün Karahıdır ormanının yerinde yeller esiyor. O güzelim orman yok olmuş; dağlar çöl gibi görünüyor. Artık yağmurlar da eskisi gibi yağmadığından ot bile yeşermiyor.  Hayvanlar yiyecek ot bile bulamıyor.
Eee… Büyüklerimiz boşuna mı demişler, “Ağaçlar bulutların yularıdır.” diye… “(*)
Evet ya sen yaşadığın coğrafyada ağaçları bilinçsizce yok eder ya da yok edilmesine göz yumarsan, yularsız bulutlar üstünden geçip gider de tek damla bile düşmez yere.
İyi ki Ankara’da bir “Orman Bakanlığı”mız var. İyi ki her ilde ve birçok ilçede “Orman Müdürlükleri”miz var. Ya olmasaydı?.. Pekiyi, Çermik’te kaymakam, polis, jandarma yok muydu? Müftü, imam, öğretmen, muhtar da mı yoktu? Yurtsever bir Çermikli mi de yoktu?
Bu vahşet yapılırken niçin görmezden geldi herkes? Kötülüğü yapan kadar onu gördüğü halde görmezden gelenler de en az onun kadar kötü, en az onun kadar suçlu değil mi?
Dün, daha doğrusu 1970’lerde öyleydi de bugün farklı mı?
Maden araması, maden işletmesi falan diyerek milyonlarca ağaç katlediliyor da ormanlarımızı korumakla görevlilerden kimsenin kılı kıpırdamıyor. Halkımız, köylümüz sahip çıkmak isteyince de karşına polis ya da jandarma dikiliyor. Polis ve jandarma ormanlarımızı yok edenlere engel olacakken, ormanlarımızı korumak isteyenlere engel oluyor. Bir çelişki, bir terslik yok mu bu işte?
Halkımıza yıllarca, “Ormanların yegâne düşmanı köylüler ve keçiler.” diye anlatıldı hep. Oysa gerçekle hiç ilgisi yok; bu uyduruk suçlamanın. 1970’lerden bu yana köylü nüfusu gibi, keçi sayısı da azaldıkça azaldı. Doğru olsaydı yukarıdaki gerekçe, ülkemizde orman oranının artması gerekmez miydi?
Gerçek şu ki, köylülerimiz kentlere göç ettikleri için köylü nüfusu ve keçi besleyenler, dolayısıyla keçi sayısı azaldıkça, orman oranı da ona paralel olarak azalmıştır.
Bu gidişle gelecek kuşaklara, torunlarımıza çok kötü bir miras bırakmış olacağız.
Şairimizin dediği gibi, “Suç sende, demeye de dilim varmıyor.” Ama az, ama çok suç hepimizde. Evet, yaşadığımız tüm sıkıntıların tek suçlusu biziz.
Suç yalnızca sende, yalnızca bende,  yalnızca onda değil; suç hepimizde!

Yayın Tarihi
16.03.2025
Bu makale 107 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!