YAŞAMAK ZAMANI

“ÇÜNKÜ ONLAR ALEVİ!..”

1940’lı yılların başlarında 40 bin köyümüzden biri de Ankara’nın Beypazarı ilçesine bağlı Uruş’tur. Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel’in, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un görevde olduğu yıllar… İkinci Dünya Savaşı da bütün şiddetiyle başlamış ki, sormayın hiç. Almanlar batı sınırımıza çoktan gelip dayanmışlar.

İşte o günlerde Ankara’ya bağlı Elmadağ ilçesinin Hasanoğlan köyü yakınlarında bir bozkırda Hasanoğlan Köy Enstitüsü adlı bir eğitim yuvası açılır. Açılır dediğime bakmayın, açılan bir şey yoktur gerçekte. Bina falan aramayın boşuna! Bozkırda bina ne gezer! Su da yok, ağaç da… Yalnızca beş on çadır, birkaç usta, birkaç eğitmen, birkaç öğretmen… 
Öğrenci de yok, sıra da, kitap da…

Bu ne biçim eğitim yuvası mı dediniz? Durun hele siz, durun biraz!
O birkaç öğretmen, birkaç eğitmen, o birkaç usta neler yapacak neler!..

Daha önce açılmış köy enstitülerinden deneyimli öğretmenler koşar gelir yardıma, onlarca öğrencileriyle. Kimi halay çeker, kimi zeybek oynar ama kazmayı tüm güçleriyle vururlar toprağa. Kısa sürede kız-erkek ayrımı yapmadan kendi öğrencilerini de toplar; çevre köylerden. İnançla türküler söyleyerek çalışırlar; gece gündüz. 

Amaç eğitimse niçin okul denmemiş de enstitü denmiş, değil mi? Hem de köy enstitüsü… Çünkü bu eğitim yuvasının amacı, daha önceki okullar, mektep ve medreseler gibi öğrencilere hiçbir işe yaramayan bilgiler ezberletmek değilmiş. Ya neymiş?

Bu eğitim yuvaları Edirne’den Ardahan’a, İzmir’den Erzurum’a, Van’a, Hakkâri’ye dek cumhuriyet döneminden önce hep horlanıp ezilen, hep alınıp hiçbir şey verilmeyen köylerimizin, köylülerimizin derdine derman olmak için düşünülüp planlanmış. 
Ülke gerçeklerinden yola çıkılmış. Bakmışlar ki köylerde okul yok, öğretmen yok… Sağlık memuru, hemşire, ziraatçı yok… Yol yok, köprü yok, bilinçli tarım yok…  Sivrisinek, bit, pire, kene çook! Dolayısıyla sıtma, verem, tifo gibi hastalıklarda çok mu çook!..Öyleyse?..

Öyle bir enstitü açalım ki köylümüzün her derdine derman olsun; diye düşünmüş, o değerli insanlar. Cumhurbaşkanı İnönü de evet deyince, sıvayıp kolları girişivermişler işe.Trabzon’da Beşikdüzü,Konya’da İvriz, Lüleburgaz’da Kepir, Antalya’da Aksu,Ergani’de Dicle,Sıvas’ta Pamukpınar, Eskişehir’de Çifteler derken 21 köy enstitüsü kuruluvermiş birden.

İyi de burada yetişenler köye gidince okul yok, sıra yok, karatahta yok, ne yapacaklar?40 bin köye okul yapamaya gücü yetmez ki devletin. Bir yerde sorun varsa, düşünen insan çaresini de bulur onun. Nitekim ME Bakanlığı,“Malzeme devletten, işgücü sizden…” deyip okul yapmaya teşvik eder köylüyü. Binlerce köy gibi Beypazarı’nın Uruş köylüleri de yararlanmak için bu fırsattan imece usulüyle beş bina yapar köylerine. Biri derslikler, biri atölye de denen işlik… Ki burada demircilik, marangozluk gibi ustalıklar öğretilecek. Kadınlar için halı, kilim dokuma ve biçki dikiş öğrenmek için de ayrı bir işlik… Ve bunları öğretecek öğretmenler için iki lojman…

Nerden mi biliyorum; ben bunları? O yıllarda yapılan bu köy ilkokulunu, sonra köy enstitüsü olarak kurulan HasanoğlanAtatürk İlköğretmen Okulu ileAnkara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitiren öğretmen Eyüp Karaaslan’dan…

Yıllarca öğretmen ve yönetici olarak görev yaptıktan sonra emekli olunca oturup anılarını yazarak Bir Ömür Böyle Geçti(*) adlı bir kitapta toplamış 1955 doğumlu bu eğitimcimizin köyü Uruş, Beypazarı’na 25 km uzaklıkta… Eskiden bir orman köyü iken ağaçlar bilinçsizce kesile kesile bugün yaklaşık 30 km uzakta kalmış orman. Bu gidişle 30-40 yıl sonra ne olur dersiniz?

Bu soru, İbradı ilçesinin Ürünlü köyünden Mak. Yük. Müh. Âlim Doğan Özcivan’ın paylaştığı Akseki’nin Süleymaniye köyünden Ata Sezgin’in ilginç bir anısını anımsattı bana:
Yıl 1997… Yozgat’ın Sorgun ilçesi… Ata Bey, köylüsü başarılı iş adamlarından Gürbüz Arıburnu’nun annesinin memleketi Sorgun’a bir miktar kapari fidanı götürür.

Amacı, bu çok değerli ekonomik bitkiyi Sorgun köylülerine tanıtıp dikimini teşvik ederek yoksul halkın geçimine katkı sağlamaktır. Bu işi Akseki yöresinde denemiş ama umduğu kadar ilgi görmeyince bir de Sorgun’da denemek istemiş.

Ata Sezgin’i Sorgun’da, köylüsü Gürbüz Arıburnu’nun dayıoğlu Şahin Bey karşılayıp konuk eder. Birlikte bir hafta boyunca Sorgun’un tüm köylerini ziyaret edip kapariyi tanıtırlar. Son köyü de ziyaret edip dönerlerken Ata Bey, Refah Partisi İlçe Başkanı olan Şahin Bey’e kafasına takılan şu soruyu sorar:
“Abi, tüm köyleri birlikte dolaştık. Defterime not ettiğim Bahadın, Bağlarbaşı, İsafakılıve  Emirler köyü yemyeşilken öteki tüm köyler çırılçıplak; tek ağaç yok. Neden?”

“Çünkü adlarını saydığın o dört köy de Alevi…” demesin mi Şahin Bey?

Şaşırır Ata Sezgin. “Şahin Beyin Refah Partili olduğu için Alevileri kötülüyor olabileceği” önyargısıyla:
“Ama Şahin Abi;
Alevilikle ağacın ne ilgisi var?” diye sorar bu kez.
Çünkü…” der Şahin Bey, “Onlar Alevi oldukları için ağacı da severler, insanı da… Biz ne ağacı severiz, ne de insanı…
Doğrusu ya, aynen Ata Sezgin, aynen sizin gibi ben de böyle misk gibi özeleştiri kokan güzel bir yanıt beklemezdim; Şahin Beyden. Acı ama gerçek bu işte!

Eyüp Karaaslan’ın köyü Uruş’ta–aynen benim de doğup büyüdüğüm Akseki’nin Gödene köyünde olduğu gibi- okul da yokmuş şimdi, öğretmen de… Ama iki tane cami varmış. Ve tabii benim köyümdeki gibi iki camide iki de imam… Ve günde beş kez, “Allahüekber” diye Arapça çağrı yapılırmış; sesi sonuna kadar açık hoparlörlerden.  

----------------------------------------------------------------------------
(*) Bir Ömür Böyle Geçti, Eyüp Karaaslan, Anılar 145 sayfa, 2021

 

Yayın Tarihi
21.06.2025
Bu makale 84 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!