YAŞAMAK ZAMANI

AKLINIZ ALIR MI BUNU?

Geçen haftaki, ‘Suç Kimde?’ başlıklı söyleşimiz, gelen iletilerden anlıyorum ki, birçok dostumu yürekten yaralamış. O iletilerden söz etmeden yeni bir konuya geçmem doğru olmaz; diye düşündüm. İlk ileti İbradılı (Aydınkent) Alim Doğan Özcivan’dan:
“Üzüldüğümüz noktalar, birbirine öyle çok benzeşiyor ki!..” diye başlayan değerli kardeşim, şöyle devam etmiş:
“Kim Suçlu başlıklı haftalık söyleşinizde anlattığınız üzücü olaya Kütahya, Afyon ve Eskişehir arası bir alanda ben de rastladım. Orman dairesi odun kesme izni vermiş. Ama izin alanların ormandaki bizim pelit dediğimiz meşeleri belinden belinden doğradıklarını görünce kahrolmuştum.
Sizin de yazdığınız gibi, keçiyi düşman görüp yok ettik. Manavgat Irmağının İbradı ilçemize bağlı Unulla köyü yakınındaki Altınbeşik Mağarası ve Yeraltı Gölü civarını “milli park” ilan edip keçi ve sığır girmesini yasakladık. Bir milli parkta keçi melemesi, inek böğürmesi yoksa o park noksandır. Oysa Altınbeşik çevresinde neredeyse her adım Davar İni, Öküz Uçuğu, Domuz Tokmağı, Güvercin Göbedi gibi bir hayvan adıyla anılır.”
Ne dersiniz? Haksız mı Sayın Özcivan?
İkinci ileti Güncel Sanat dergisi genel yönetmeni eğitimci yazar Arslan Bayır’dan:
“Çok iyi bir konuya değinmişsiniz. Keçi ve köylümüzün orman düşmanı sayılmasına… Yıllardır bize yutturdular bu yalanı. Bu yüzden yurdumuzda keçi sayısı azaldı, köyler boşaldı, tarım bitti. Ben bir köylü çocuğuyum. Antalya’nın Bayır köyünde ortaokula giderken bile 5 keçi sürüsü vardı. Her biri en az 500 keçiden oluşuyordu. Şimdi bırakın keçiyi, bir tek büyük baş hayvan bile yok.”
Hainler, sahtekârlar her devirde yalanla dolanla nasıl da ulaşıyorlar hedeflerine, değil mi? Yakın zamanlara kadar keçi, koyun, sığır besleyerek et, süt, kaymak, tereyağı, peynir üreten
yurttaşlarımız, kentlere doluştular da ne oldu? Dün üretip bol bol yiyebildikleri bu değerli besinleri onlar da pazardan almak zorunda kaldı. Alabiliyorlar mı? Alabilmek için saatlerce kuyrukta mı bekliyorlar yoksa?
“Acı ama yazınızda da belirttiğiniz gibi suç hepimizin.” diye başlamış; Dicle mezunu Yerbilim Profesörümüz Ali Yılmaz da. Başka ne demiş bakalım:
“Aslında sorun daha eski, daha büyük… Tarihi kayıtlara göre Padişah 4. Murat, Bağdat seferine giderken Benim de temelimin atıldığı Dicle İlköğretmen Okulu’nun da bulunduğu Hoşot Ovasındaki orman bolluğundan çadır kuracak yer bulamamış. Sizin de bildiğiniz gibi günümüzde koskoca ovada ağaç yok. Okulumuz çölde bir vaha gibiydi;  60 yıl önce.”
Dicle, 21 Köy Enstitüsünde biri olarak kurulur; 1940 yılların başlarında. Öteki enstitülerde olduğu gibi burayı kuran yurtsever öğretmen ve öğrenciler gece gündüz çalışıp cennetten bir köşeye dönüştürürler; tek ağacın bulunmadığı bu bozkırı. Nasıl saygı duymazsınız onlara!
Köy ve enstitü sözcükleri korkutunca sömürücü çıkar çevrelerini, değiştiriverirler hemen, o güzel kurumların adını.

 

 

Gelelim şimdi Dicle’den, Sıvas’taki Pamukpınar Köy Enstitüsü’ne. Bu enstitüyü bitirenlerden biri Erzincanlı yoksul bir köy çocuğu olan Hayrettin Ünsal’dır. Uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra Erzincan Senatörü olarak TBMM’ye girer. O güne kadar olduğu gibi Meclis’te de köylünün, işçinin, çiftçinin haklarını savunur.
Ülkemizde ezilen, horlanan ve sömürülen halkımızın hakkını ve hukukunu savunan bu değerli öğretmenimizin bir oğlu var. Adı Sercan Ünsal… Yükseköğrenimini yapıp ülkemize yıllarca hizmet ettikten sonra düşünmüş ki, babasını yoksul köyünden alıp bilinçli bir insan olarak yetişmesine neden olan Pamukpınar Köy Enstitüsü… Bu kurum olmasa mümkün değil; babasının, dolayısıyla kendisinin bu duruma gelmesi. “Neymiş bu köy enstitüsü?” diye merak edip küçük bir araştırma yapınca, hiç ummadığı bir derya ile karşılaşır. Ancak bu konuda yazılmış dişe tırnağa dokunur pek fazla bir şey olmadığını da görür. Oturup da bu durumdan yakınmak yerine, “Ben ne güne duruyorum!” deyip kollarını sıvayarak araştırmaya başlar. Attığı her adım, öğrendiği her şey onu iyice heyecanlandırır. Onlarca belki yüzlerce Pamukpınar mezunu öğretmeni arar, bulur, konuşur. Dinlediği her anıyı not eder. Varsa ellerindeki belgeleri derleyip toplar. Ve elde ettiklerini yüzlerce sayfalık 4 kitapta toplayarak yayımlar. Bu değerli eserlerin dördünü de okuyup yararlandım. Dördü de yıllarca çalışma sonucu yazıya geçirilmiş gerçekler. İşte bu değerli yazardan da, “Konu Karahıdır Ormanı olunca bam telime bastınız.” diye başlayan uzun bir ileti aldım. Diyor ki yazarımız:
“Hocam, biliyorsunuz; Pamukpınar Köy Enstitüsü benim ana konum oldu. İlk kitabı çıkardığın 2022 ağustosundan 15 gün sonra Pamukpınar yerleşkesinde eğitime son verildi. Tüm güvenlik kaldırıldı. Binalar talana açıldı. Yıllardır ekilip biçilen 2000 dönüme yakın arazi işgali hızlandı. O güzelim okulun ormanı elden gidiyor. Dediklerine göre, henüz yıkılmamış binaları da geceleri içki ve fuhuş yuvası olarak kullanılıyormuş.”
Bu acı gerçeği yazarımız eğitim derneklerine, valiye, kaymakama, milli eğitim müdürüne, CHP ilgililerine, ADD dâhil tüm sendikalara, yerel ve ulusal gazetelere ilettiği halde kimseden olumlu bir yanıt alamamış. Nedense kılı kıpırdamamış kimsenin!
“Ben öğretmen olmadığım halde bu durumu görünce içim yanıyor da bu okulu bitirenler nasıl kayıtsız kalabiliyor? Çermik’teki ‘Karahıdır Ormanı’nın yok oluşu gibi, Pamukpınar’da 4 bin öğrencinin alın teri ile oluşturduğu ‘Yurdugül Ormanı’ da göz göre göre elden gidiyor. Aklım almıyor bunu!” diye yanıp tutuşuyor.
Ne dersiniz? Sizin aklınız alıyor mu?

Yayın Tarihi
23.03.2025
Bu makale 92 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!