Tam bir güle uzanıyorum
dikenleri çalıyor kapımı.
Bir önceki, “Çünkü Onlar Alevi” başlıklı söyleşim için diyeceklerim var daha:
“Bir Ömür Böyle Geçti” adlı kitabında Eyüp Karaaslan 1930’lu yıllarda doğum yeri Beypazarı ilçesinin Uruş köyünde köylülerin imece yöntemiyle köylerine 5 okul yaptıklarını yazıyordu.
Ben, ‘Bir köye 5 okul olmaz. Bunda bir yanlışlık var. Olsa olsa biri derslik, biri işlik, biri kadınlar için halı, kilim dokuma, biçki dikiş öğrenme merkezi, iki de öğretmen lojmanı olmak üzere 5 bina yapılmıştır.’ diye düşünüp öyle yazmıştım.
Aynı köyden yine Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu çıkışlı Mustafa Karaaslan söyleşimizi okuduktan sonra gönderdiği iletide, “Hayır 5 bina değil, 5 okul… Derslikleri, işlikleri, lojmanları da olan 5 ayrı okul…” diyor.
Meğer o yıllarda Uruş köyü belediyesi de olan 5 bin nüfuslu bir bucak merkezi imiş. Özet yapmayı bırakıp Mustafa Karaaslan’a vereyim sözü:
“Değerli Öğretmenim;
Köyümüz Uruş’ta o yıllarda ‘Okullar Bölgesi’nde gerçekten de 5 okul yapıyor köylülerim. Her okul binasında derslikler, işlikler ve öğretmen lojmanları… Ayrıca tarım evi, sağlık evi, tarımcı ve sağlıkçı lojmanları… Bir de daha sonra yapılan ortaokul…
Şimdi hiçbiri yok… Arazi bomboş… Köy enstitüsü çıkışlı öğretmen Osman Özoy’un diktiği, şimdi piknik yeri olarak kullanılan geniş çamlık duruyor yalnızca. En son belediye başkanı yıktırmış; o 5 okulu. Öğrenciler taşımalı eğitimle Beypazarı’na gidiyorlar.
Köy enstitüleri kurulmadan önce Uruş merkez kabul edilmiş. Köylünün eğitim, sağlık ve tarım gereksinimleri için büyük bir çalışma modeli uygulanmış. Atilla Küçükkayıkçı’nın“Köy Enstitülerinin Kısa Tarihi” kitabında köylünün kalkınması için arayışlar ve denemelerden söz ediliyor ki, incelenmesi gerekir.
Öğrencilik yıllarımda Uruş’un nüfusu 5 bin idi. Gerçekten de 1930’lu yıllarda malzemesi devletten, işçilik köylülerden olmak üzere 5 okul, bir tarım evi ve bir sağlık evi yapılmış. İşliklerde tavukçuluk, marangozluk, demircilik, halıcılık, sebze ve meyve yetiştiriciliği gibi çeşitli kurslar açılırdı. Tarım evinde tohumları ekmeden önce ilaçlayan, yabancı ürünlerden ayıklayan makinalar vardı. Burayı işleten Hasan amca idi. Tarımda zararlı bitki ve böceklere karşı Uruş ve çevre köylülerine yardımcı oluyordu. Ötekilerle birlikte tarım evi de yıkıldı. Tamir ve bakımı yük oluyormuş belediyeye! Anılara saygı diye bir şey kalmadı ne yazık ki!
İyi niyetli değil, bunları yıkanlar. Çok üzgünüm, çook!..
Okumuşu, sanatkârı çoktur köyümün. Birçoğu Hasanoğlan ve Çifteler Köy Enstitüsünden… Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu bile 50’yi bulur.
Benim hatırladığım 5 sağlık memuru var. Canla başla çalışırdı hepsi de. Saygın öğretmenler ve yöneticiler de öyle idi. O değerli öğretmenlerden biri Aydın Aydemir’di. Siz Hasanoğlan’da öğretmenken Ankara’da TÖS’ün, yani Türkiye Öğretmenler Sendikasının Genel Sekreteri idi. Aynı zamanda Keçiören Lisesi Müdürü…
“Nâzım” kitabını ilk kez o yayımlamıştı.
Siz İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünde Müdür Yardımcısı iken İstanbul Maltepe Lisesinde Türkçe ve edebiyat öğretmeniydi. Değerli bir abimizdi. Işıklar içinde uyusun. Sevgi ve saygıyla anarım hep kendisini.”
Evet, böyle yazmış işte, Beypazarı ilçesinin Uruş köyü doğumlu, 1960’lı yılların Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu öğrencilerinden Mustafa Karaaslan.
Sözünü ettiği Aydın Aydemir’i 1964’te tanımıştım. Yazar Fakir Baykurt’un başkanı olduğu TÖS’te en yakın yardımcısıydı onun. Hasanoğlan’da çok güzel anılar bırakan seçkin öğretmenlerimizden Musa Okay, Himmet Şahin, Ahmet Tuncer, İhsan Aksu, Şenay Can, Osman Işık ve Erol Gürakın gibi ben de TÖS üyesiydim çünkü.
Ne yazık ki, sevgili Karaaslan’ın da dediği gibi her geçen gün köylerimizi güzelleştirip güçlendireceğimize eski güzelliklerini ve güçlerini de yok ettik.
Sözgelişi eskiden dış ülkelere kasaplık hayvan satarken bugün onlardan almak zorunda kalmışsak, onca yıldır uygulanan yanlışların sonucudur bu.
Kesin olarak bilmeliyiz ki, dün doğru söyleyip yazdıkları için Nâmık Kemal’leri, Nâzım Hikmet’leri, Sabahattin Ali’leri hapislere attığımız, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını astımız gibi bugün de aynısını yapmaya devam edersek yarınlarımız bugünden de kötü olacaktır.
Şunu beynimize yerleştirmeliyiz; iyice:
Yanlış yapan kadar suçluyuz; biz de!
Yanlış yapana, “Dur!..” demediğimiz sürece.
Şair H. Hüseyin YALVAÇ’la başlamıştık söze. İzninizle onunla bitirelim yine:
“Ah canım, canlarım benim! Gülde dikeni
Karanlıkta aydınlığı bir görebilseniz!..” (*)