Ülkemizde hepimiz az çok şiddet görmüş, yargısız infazlarla canımız yanmış olacak ki, umduğumdan fazla ilgi gördü; bu konuya değinen söyleşilerim.
Eğitimci yazarlarımızdan Fazilet Özkan Por, gönderdiği iletide şöyle tanımlıyor; bu hastalığımızı: “Evde baba, ailede yakınlar, okulda idareci, öğretmen, sokakta sevgili, askerlikteonbaşı, çavuş, komutan, karakolda polis, jandarma… Her yerde yanımızda, her zaman karşımızda şiddet denen bu belâ ve de yargısız infaz. Nedendir bu acımasızlık? Bence söyleyecek sözü olmayan, kendisi de aşırı şiddet görerek o günlere gelen diplomalı, diplomasız kaba saba insanların başvurduğu bir yol…
İçindeki nefretin, kendini yetersiz görüp kendine acımanın, söyleyecek sözü olmayanların, başka çıkar yol bulamayanların işi ve tercihidir; bu şiddet.” Daha neler neler yazmış değerli meslektaşım ama başka iletiler de var. Onlara da yer vermek isterim bugün. Sözgelişi uzun yıllar Seydişehir Alüminyum Fabrikasında mühendis olarak görev yapan İbradılı Âlim Doğan Özcivan ne diyor; onu dinleyelim:
“Sayın Hocam; Olumsuzluklar sadece şiddet içermiyor. Dayağın yanında korku da veriliyor ki, derinliği belli değil. Sadece evde değil mahalle arkadaşlarından, bazen de öğretmenlerden… ‘İngilizce şöyle zor, matematik böyle zor… Kimyacının hakkından gelinmez!’ ve benzer sözler… Kolaylaştıracak yerde o saf ve tertemiz çocukluk beyinlerimizi korkuyla yıkayıp durdular. Oysa gerçekte İngilizce de zor değil; matematik, fizik ve kimya da… BBC’den bir dilbilgisi kitabı gönderdiler. İngilizceyi o kadar yalın anlatıyor, o kadar basite indirmişler ki!.. Onlar kolay öğrenilsin istiyor, biz kimse öğrenmesin diye zorlaştırıyoruz!Hele hele işgüzar ve bilgiç geçinen kimi öğretmenler beyinlerimizi Rus ve komünist korkusuyla öyle doldurdular ki! Taa Seydişehir Alüminyum Tesislerinde Rus mühendislerle çalışana kadar…
Onları öyle farklı düşünürdüm ki, anlatmam! Oysaki Ruslar bize, batılılardan daha yakınlar. Kendilerini Kaf dağında görüp küçümsemiyorlardı bizi. Çocukluk ve öğrencilik yıllarımızda korku ve dayakla beslenmesek, okullarda da daha başarılı olurduk biz, mesleğimizde, aile yaşamımızda da…”
Evet ya, evet ya!.. Sevgiyle değil, korkuyla beslediler hep bizi. Korkaklığımızın da nedeni bu, pısırıklığımızın da… Evde korku, sokakta korku… Okulda korku, iş yerinde korku… Hele hele dinde, camide, tüm ibadet yerlerinde… Sonra da, “Neden bizde bilimde, sanatta, edebiyatta, sporda, siyasette dünya çapında
-2-
İnsan yetişmiyor?” diye sorarız. Sormasına sorarız da bu sorunun bile doğru yanıtını düşünerek söyleyip yazmaktan korkarız.
Değerli mühendisimiz Sayın Özcivan’ın özellikle vurguladığı gibi beyinlerimiz korkuyla uyuşturulduğu sürece bu soruyu sormakla geçecek hep ömrümüz.
Eğitimci yazarlarımızdan Salih Koç da bu konuyla ilgili bir anısını göndermiş: İlkokuldayken, yaz tatili başlamadan birkaç okul bir noktada buluşup yakantop oynarlarmış. Yazarımızın okulunda top olmadığı, dolayısıyla top oynanmadığı için acemilikleri belli olurmuş hemen, bu tür yarışmalarda. Yine böyle bir kır gezine çıkacakları günlerde güzel bir top getirir öğretmenleri. Sabah derse girmeden önce okul önünde toplanan öğrencilere verip içeri girer. Topu kapan son sınıftaki erkek öğrencilerden biri, sevinç ve coşkuyla topa öyle bir vurur ki ayağıyla, hızla giden top yakındaki bir akasya ağacının dikenine saplanır. Sonrasını yazardan dinleyelim:
“Öğretmen daha yönetim odasına varmadan top patlamıştı. Hemen küçük çocuklar koşup, ‘Öğretmenim, sizin verdiğiniz top akasya ağacına saplandı.’deyince, zil çaldırıp okulun önünde topladı; bizi öğretmen. Top hâlâ akasya dalında duruyor, gittikçe de havası iniyordu. Öğretmen kürsüye çıktı “Çocuklar! Bu sizin göreceğiniz ilk ve tek toptur. İbret için orada kalacak.” dedi. Daha sonra sınıflara girdik. Bir daha top görmedik.”
Büyük dediğin; abi, abla, dayı, amca, teyze, hala… Hele hele öğretmen ve müdür dediğin böyle otoriter olmalı işte! Muhtar, belediye başkanı, kaymakam, vali… Hele hele milletvekili, bakan ve başbakansa daha bir otoriter, daha bir korkutucu olmalı! Değil mi ya?Akademisyen Yüksek Ziraat Mühendisi Abdullah Tavmen dostumun iletisi ile bitireyim; bu söyleşimizi: “Değerli Dostum; Bu zor kullanma sorununun temeli nedir? En basit ve tipik uygulaması darp ve daha ilerisi dayak… Eğitimsizlik ya da yanlış eğitim mi, şiddete yatkınlık mı? Güç gösterisi mi, yoksa hayata karşı biriktirilmiş bir hıncın, öfkenin karşımızdakine yansıtılması mı?
En iyisi ErichFromm’un‘Şiddetin Kaynağı’adlı kitabını okumak…” Evet, okumalı o kitabı. Dahası şu anda masamda bulunan Akademisyen Anne Saniye Bencik Kangal’ın, Migros mağazalarında bulabileceğiniz ‘Sınır Var Sinir Yok’ adlı kitabını da…