Antalya’dan Türkiye’nin ilk Futuristi Ufuk Tarhan
geçti. İş yapış şekillerinin devrim niteliğindeki dönüşümünü anlattığı
seminerinde geleceğin tasarlanmasında etkili olan sanal medya, nano, genetik
teknoloji, duygularımız her şey değişecek” artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak!” dedi. Bunu bir “futuristik” olma zorunluluğu olarak algılıyorum.
2045 yılında ölümün önüne geçilebilmek için çalışmaların
çoktan başlamış olması ve örnekleri beni Spielberg’in “Yapay Zeka”sına götürdü.
Film 21.yüzyılın ortalarında geçiyor. Buzulların erimesiyle dünyanın büyük
çoğunluğu sular altında kalmıştır. Ama bilim sorunu kendince çözmüştür. İnsan
görünümlü Robotlar imal ederek nüfusu ve kısıtlı kaynakların tüketimini kontrol
altına almışlardır. Bu robotlar “sevebilen, yüreğinde sevgi taşıyan” robotlardır.
Film duygusallığı yüksek bir filmdi. Hem futuristik bir
öykü, hem anne çocuk arasındaki sevgi ilişkisi çok iyi işlenmişti.
Hatırladığım insanlar tarafından üretilen robotların
zaman içinde insanları geçebilecek kadar insancıl olabilmelerinin mümkün
olduğunu da anlatan bir filmdi. Filmde duygusallaşan, mantıklı düşünen
robotları kıskanan insanların bir bölümü yoğun kalabalıklar önünde robotları
imha ediyorlardı. Bu da böyle robotlar yapabilmelerine rağmen insanların tüm zaafları,
kötü huyları ve hırslarıyla aynı insanoğlu olduğunu anlatan çelişkiyi de ortaya koymaktaydı. Filmin kahramanı Çocuk
robot David’de bu tuzağa düşüyor filmde
ama tüm olumsuzluklara karşın insanlığın ölmediğini gösteren bu umudu
izleyenlere gösteren bir anlatımla film şiir gibi akıp gidiyordu.
Gelecek kurgusu, geleceği tasarlamak insanoğlu
mutluluğuna adanan süreçlere biran önce evet demek olmazsa olmaz olmalı.