Son günlerin gündemini Ergenekon Operasyonu adı altında gerçekleştirilen gözaltılar ve tutuklamalar belirledi. Özellikle Mustafa Balbay’ın basına yansıyan ve gözaltına alınış anlarını yansıtan görüntüleri operasyonu hiç de inandırıcı kılmıyordu. Hükümet yanlısı olmayanların genel kanısı şuydu: AKP’nin kapatılma davasına karşı, zamanlaması iyi yapılarak uygulanan bir senaryo, karşı cephenin başvurduğu acemice bir gözdağı.
Bunun böyle olduğuna ben de inanıyorum. AKP, diğer hedeflerinin yanında Kemalizmle ve Cumhuriyet ideolojisiyle hesaplaşmayı kendine iş edinmiş bir tasfiye hareketi; bir “karşı devrim” partisi görünümünde. Karşı devrim misyonunu silahlı örgütlenmeye giderek değil, demokratik görünüm altında ve de tasfiyecilik yoluyla devlet kurumlarını yavaş yavaş ele geçirerek tamamlamayı hedeflemekte. İslam ideolojisini liberalizmle harmanlayarak bu amacını gerçekleştirmeye çalışan AKP; Türk modernitesinin ve laikliğin Türkçe yorumunun anti demokratik zaaflarından da yararlanarak hedeflerine adım adım yürümekte.
Bu yolda Polisin büyük ölçüde ele geçirildiği, polis teşkilatı içindeki örgütlenmenin tamamlandığı konuşulmakta. Sivil siyasal alanda toplumun çoğunluğunun desteğinin alınmış olması da önemli bir avantaj. Türk sağının ana dokusu geleneksel düşüncenin temaları tarafından belirlenir olmuştur. Türk-İslam terazisinin İslam kefesi artık ağır basmaktadır.
AKP, bu anlayışına uygun olarak iktidara gelir gelmez kendi dışındaki tüm kesimlerle hesaplaşmasını başlattı. Bu konuda tasfiyecilik ana silahı idi. Bir yandan tasfiye diğer yandan tasfiye yoluyla oluşturulan boşlukların kendi kadrolarıyla doldurulması.
Sonuçta, kendi dışındaki çevrelerin tepkisi “AKP gitmeli” şeklinde inanç birliğine varacaktı. “AKP gitmeli” bir süre sonra “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” mantalitesine dönüştü.
Bir yanda ülkenin “millici” güçleri, diğer yanda iç ve dış sermaye çevreleriyle işbirliği içinde ülkenin başına çöreklenenler…
Olayların dış görüntüsü vatanseverlerin satanseverlerle kavgasını işaret eder görünmekte...
Adına Ergenokon denilen ucube, bu mantalitenin cuntacı örgütlenmesi olarak sunulmak istendi.
Durum gerçekten böyle mi?
Bu operasyonların, AKP’nin tekerine çomak sokan kesimlerle konjonktürel hesaplaşmalar olduğu gözaltına alınan isimlerin çoğunun inandırıcı olmayışından anlaşılıyor.
Ancak akıl yürütmelerimizi bu noktayla sınırladığımızda sığ bir düşüncenin temsilcileri, kaba yorumcular konumuna düşeriz ve gerçekten var olan, ülke için dün olduğu gibi bugün de büyük tehdit oluşturan askeri diktatörlük ya da faşizm hedefli örgütlenmeleri ve bu örgütlenmelerin kanlı eylemlerini önce görmezden gelmeye sonra da meşru görmeye başlarız.
Nitekim, demokratik cumhuriyet adına hapislerde yatmış bir çok demokrat nitelikli insanın varmakta olduğu yer burası.
12 Eylül cuntasının ardından içinde faaliyet gösterilecek, demokratik taleplerin kısmi de olsa dile getirilebileceği Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi dernekler kuruldu ya da o günün demokratları benzer derneklerin çatısı altına sığındılar. Geldiğimiz noktada, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Genel Başkanı olan eski bir kuvvet komutanının Cunta lideri olarak o günün devrimci-demokratlarının işkenceler gördüğü Metris Cezaevi’ne konulması manidardır.
Adı Ergenekon ya da değil, Türkiye’de Marmara Gemisinin bombalanmasının 1 Mayıs 77 katliamının, Kahramanmaraş-Sivas-Çorum olaylarının tezgâhlanmasının, yüzlerce yargısız infazın planlanmasının, onlarca yıl askeri diktatörlükler altında ülkenin demokratlarına zulüm uygulanmasının, kitlesel ölümlere neden olan provokasyonların faili, ordu içinde ve dışında, polis ve istihbarat teşkilatı içinde ve dışında, “sivil” toplum örgütlerinin çatısı altında bize sunulandan çok daha büyük ve güçlü kanlı örgütlenmelerin varlığı inkâr götürmez. Ergenekon adı altında gerçekleştirilen operasyonlarda gözaltına alınanların ya da tutuklananların önemli bir bölümü sandığımız gibi masum değil.
Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi, bu kesimlerin manipülasyonları toplumun anti AKP kesimlerini yakın dönemde ve ciddi biçimde etkiledi. Zaman zaman olup bitenleri yorumlamakta zorlandık.
Türkiye bugün bir yol ayrımında. Devletin derin kesimleri tarafından bugün sadece sağcılar değil solcular da etkilenmekte. Sağ ve sol, milliyetçilik ve “enternasyonalizm” açısından Amerikan Emperyalizmine ve Avrupa Birliği (“Emperyalizmi”)ne karşı asgari müşterekler; anti emperyalizm temelinde ve zemininde duygusal yakınlıklar oluşmakta.
Cuntacı ideolojiler, şimdiye kadar; emekli ya da değil kuvvet komutanları, işadamlarının belli kesimi ve medya patronlarının ittifakını, bir de Amerikan patentini gerekli kıldı. Çoğu kez yorumlamakta zorlandığımız cuntacı örgütlenmeler toplumun sivil kesimleriyle bütünleşmeyi hedefleyen, “aşağıdan yukarıya” damgalı, toplumun geniş kesimlerinin heyecanları üzerinde egemenlik kurmayı hedeflemekte. Resmi ideoloji denilen şeyin elastikileştirilmesiyle “postmodern” bir kılığa da büründürülen bu tezgâhlar vatanseverlerle “satansever”leri kolaylıkla karıştırıp barıştırabilmekte.
Mevcut operasyonları “Küçük Ergenokon” diye adlandıranlar önemli bir halkayı yakalamışlar: “Büyük Ergenokon”la mevcut Hükümetin danışıklı döğüş içinde olmadığına kim garanti verebilir?
Ecevit’i devirip Hüsamettin Özkan’ı DSP’nin ve daha başka yerlerin başına geçirmek isteyenler nereden güç alıyordu?
28 Şubat “postmodern darbesi”nin hazırlayıcıları ve darbenin “mağdurları”ndan kimler birbirine yakın kimler değil?
Kıbrıs’ta Annan planının uygulanmasını kimler engelledi ya da engelleyenler kimden güç aldı. Aynı engelleme ikinci aşamada nasıl oldu da Hilmi Özkök duvarına çarptı.
Nokta Dergisinin başına neler geldi, neden geldi? “Sarıkız” ve “Ayışığı-Yakamoz” darbe girişimleri hangi kuvvet komutanının karargâhında tartışıldı?
10 Mart ihtilali hangi kuvvet komutanı karşı çıktığı için gerçekleşmedi? Yoksa bütün bunlar dedikodudan mı ibaretti?
58 tutuklunun tamamının manipülasyona kurban gittiğini düşünemiyoruz. Ancak çetelere karşı savaş verildiğine, devletin içindeki ve dışındaki karanlık güçlerle mücadele edildiğine de inanamıyoruz.
Biz bu operasyonların kaçakçılar yerine sokakta sigara satanlara yönelik olduğunu, darbe planlamacılarının esas oğlanlarına, etkili yetkili olanlarına değil, onların eline silah ya da bomba verip kullandıklarına, kısacası tetikçilere ve işin heyecanına kapılan “vatansever”lere yönelik olduğunu düşünüyoruz.
Bir de şunu: Dün Metris’te yatanların bugün Metris’te yatanlarla aynı saflarda yer almamaları gerektiğini…