1 Mayıs 1 Mayıs / İşçinin emekçinin bayramı / Devrimin şanlı yolunda / İlerleyen halkların bayramı…
Yüzlerce kez binlerce kez söyleseniz de aldığınız hazdan hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz 1 Mayıs Marşı, klasik şarkılardan daha kalıcı bir melodiye sahip.
“Enternasyonalle kurtulur insanlık” diye biten marş için de aynı şey söylenebilir.
Marşların çoğu bana militarizmi, şiddeti, terörü ya da bu araçlarla örgütlenen itaati; itaat duygusuyla her türlü acımasızlığın öznesi olabilecek kişilik yapılarını hatırlatır.
1 Mayıs ve Enternasyonal marşlarının sözleri arasında şiddet içiren tümceler bulunsa da bu iki marşı söylerken ya da dinlerken bu tür duygulara kapıldığımı hatırlamıyorum. 1 Mayıs ve Enternasyonal bana küresel düzeydeki bir kurtuluşu, ezilenlerin sömürülenlerin ekonomik ve siyasi zulümden kurtuluşunu, tahakküm altındaki ülke ya da ulusların bağımsızlığını hatırlatır.
1 Mayıs’ın “bahar bayramı” “çiçek bayramı” olmadığı kabul edilmedi; kabul ettirildi. 1 Mayıs’ın, diğer bayramlardan farklı olarak toplumun bütün kesimlerinin değil, “işçinin emekçinin bayramı” olduğu kabul edilmedi; ettirildi. 1 Mayıs’ta işçinin emekçinin yürüdüğü yol “devrimin şanlı yolu”. 1 Mayıs “bir tek” halkın işçilerinin emekçilerinin değil, “birçok” halkın işçilerinin emekçilerinin bayramı.
Sadece kendi kurtuluşunu, sadece kendi halkının, kendi ulusunun, kendi milliyetinin kurtuluşunu düşünen işçilerin emekçilerin değil; uluslararası düzeyde, bugünkü tabirle küresel alanda işçi sınıfının ve emekçi sınıfların kurtuluşunu dile getiren bir bayram, bir mücadele günü. İşçi sınıfının mücadelesi adalet için, eşitlik ve özgürlük için, yani sosyalizm için. İşçi sınıfının uğruna mücadele ettiği sosyalizm bencil değil; o nedenle “nasyonel” (ulusal) değil “enternasyonal” (uluslararası) düzeyde bir kurtuluşu hedefler.
1 Mayıs, toprak ağalarının, burjuvaların, aristokratların değil, işçilerin emekçilerin bayramı. 1 Mayıs egemen sınıfların değil, ezilen sınıfların bayramı; 1 Mayıs iktidarda olanların değil, iktidar tarafından baskı altında tutulanların bayramı; 1 Mayıs resmi topluma karşı sivil toplumun bayramı.
İşçi sınıfının 1 Mayıs’la sembolleşen mücadelesi işçi aristokratlarının, burjuva aydınların vesayetinde yürüdüğü dönemlerde proletarya diktatörlüğü ile, reel sosyalizmlerle, totaliter rejimlerle sonuçlanmış olsa da; “kendi emeğinden başka satacak bir şeyleri olmayanların” elinde ekonomik ve siyasal özgürlükle özdeşleşmiş; “devrim” onların elinde “yeni topluma gebe eski toplumun ebesi” olarak anahtar işlevi gören “şiddet” öğesinden arınmıştır.
Şiddetten ve terörden arınmış bir sosyalizmin geçmişte kendine uygulanan şiddeti ve terörü unutması beklenmemeli. İşçi sınıfının, 1 Mayıs 1977 yılında Taksim Meydanı’nda kaybettiği 37 kardeşini unutması beklenmemeli.
1 Mayıs 1977 yılında, Sular İdaresi’nin duvarı üstünden işçilere ateş ederek onlarca kişinin ölümüne neden olan katillerin, Jandarma tarafından yakalanıp dönemin Emniyet yetkililerinden birine teslim edildiğini 78’liler Girişimi temsilcilerinden Celalettin Can, “yetkili”nin adını da vererek açıkladı.
1 Mayıs 77’nin tetikçileri ve onları koruyanlar belliyken, bu kadar insanı taammüden öldürenlerden hesap sorulmamışsa, işçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama inatlarının sembolik önemi nasıl inkâr edilebilir?
İşçinin emekçinin eşitlik özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin simgesi haline gelmiş 1 Mayıs İşçi Bayramı, nasıl olur da bir tür resmi devlet töreni haline getirilir?
Türk-İş gibi sarı sendikaların önderlik ettiği ve Antalya’da örneğini gördüğümüz türden girişimlerle bu iş ancak becerilebilir.
Demokratlığı resmi devlet memurluğu ya da devletin resmi vatandaşı olmakla karıştıran tabiplerimiz, öğretmenlerimiz ve aydınlarımızın, 12 Eylül’ün hapishanelerinde yatmış DİSK’in değil, adı sarı sendikacılıkla özdeşleşmiş TÜRK-İŞ’in kuyruğuna takılmasıyla becerilebilir.
Bölünme bununla sınırlı kalsaydı, sorun sanıldığı gibi önemsiz olurdu. “Resmi bayram” ilân edilen 1 Mayıs’ın kutlanmasında “nasyonal sosyalist”lerle “enternasyonalist”lerin ayrışmasını getiren Antalya’daki bölünme, ülke çapında bir bölünmeye dönüşebilir mi?
Durum, sizce de, bu ahval üzre gelişecek görünmüyor mu?
Durum bu ahval üzre gelişirse, marjinallik Türkiye Solunun kaderi olarak kalmaya devam eder ve enternasyonalistler, nasyonal sosyalistlerin çizmeleri altında ezilmeye mahkum olur.
Nasyonel sosyalizmden ülkenin kurtuluşunu umut edenler, kendilerini en sonunda Almanya’da Adolf Hitler’in, İtalya’da Musollini’nin yanında bulmadılar mı?