Küresel dünyada Che Guevara’nın ismi neyse Türkiye coğrafyasında Deniz Gezmiş ismi odur. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayanlar Che ile, Türkiyede yaşayanlar Deniz Gezmiş adıyla, kahramanlığın başlıca değer olduğu bir dönemle ilgili bellek tazeleme yoluna giderler. Yaşadıkları zaman kesitinde “terörist” ya da “anarşist” ilan edilerek “canavar” muamelesine tabi tutulmuş; hunharca ya da asılarak öldürülmüş Che ve Deniz Gezmiş şimdilerde, barışın özgürlüğün simgesi olarak “taltif edilmekte”ler.
Her iki ismin çağrıştırdığı nostalji, ekonomik yönden sömürücü, siyasal yönden işgalci ülkelerin tahakkümüne karşı, bağımsızlık-özgürlük etiğine gönderme yapar.
12 Mart zulmünden nasibini almış ya da 12 Mart zulmüne tanık olmuş ailelerin çocukları başta olmak üzere 70’li yıllarda doğan birçok çocuk adını Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’dan aldı.
Muhsin Yazıcıoğlu adının Muratpaşa’daki bir parka verilmesine karşı çıkan Deniz Fırat Budak’ın da, adını Deniz Gezmiş’ten aldığını sanıyorum. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Meclis’te bir önergeye konu edilmesini Yazıcıoğlu’nun karşısına Deniz Gezmiş’i geçirererk karşı çıkan Deniz Fırat Budak’ın…
‘Yılanın başı’ndan ‘karıştır barıştır’a
Son Nokta dergisinde Antalyalı Ülkücülerle ilgili bir araştırma yazısı yayınladım. Görüştüğüm bazı Ülkücüler, 12 Eylül’ün cezaevlerinde solcularla birlikte, “karıştır barıştır” koşullarında yatmıştı. Ülkücülerin cezaevi görmüş olanları, o nedenle olsa gerekir, Devrimcilerle ilgili kötü söz söylemekten imtina ediyordu. O süreci aynı koşullarda yaşamış Solcuların birçoğu, artık “faşistlerin görüldüğü yerde öldürülmeleri gerektiği”ni düşünmüyordu. 80 öncesi yılların devrimcileri için, faşistler ölümün öznesi öldürmenin nesnesi olmaktan öte bir şey değildi. O günün Ülkücüleri için, Komünistler söz konusu olduğunda “yılanın başı küçükken ezilmeli”ydi.
“Yılanın başı küçükken ezilmeli!” cümlesini Ortaköy Eğitim Enstitüsü önünde yaptığı konuşma sırasında Muhsin Yazıcıoğlu’nun ağzından duyanlardan biriyim. Yazıcıoğlu’nun konuşmasının ardından bir arkadaşımız vurulmuş; onun ölümünden o günün Ülkücüleri “küçükken başı ezilen yılanın ölümü”nden duydukları hazzı duyabilmişlerdi.
“Karşı taraf”ın, “öteki”nin ölümünden kim haz almıyordu ki!
Bunun böyle olmasının “normal” olduğunu söyleyemesek de “kaçınılmaz” olduğunu itiraf etmemiz gerekir. Zira, dünya Auschwitz yaşamış, Auschwitz yaşatılmış bir dünya olmaktan henüz çıkmamıştı. Dünya henüz Theodor Adorno’nun “Auschwitz’den sonra artık şiir yazılamaz” dediği canavarlıkların anısının taze olduğu bir dünya olmaya devam ediyordu.
Dünyanın birçok ülkesinde yaşanan soğuk savaş Türkiye’de “sıcak” yaşanıyordu.
‘Keşke’ler ve ‘işte’ler
İşin özeti şu olmalıydı: Devrimciler için Muhsin Yazıcıoğlu ismi ne ise Ülkücüler için Deniz Gezmiş ismi o idi. Deniz Fırat Budak’ın konuyu dile getirme şekli o nedenle “isabetsiz” değildi.
Geçenlerde Hasan Kilit’in eczanede rastladığım bir kişi, “69 yılında Rus Konsolosluğu’nu basanlardan biri de bendim” dedi; baskının manzarasını çizmeyi de ihmal etmedi. Sözünü bitirdikten sonra “keşke” dedi “Amerikan Konsolosluğu’nu basmış olsaydık”.
60’lı ve 70’li yılları yaşamış radikallerin karşı tarafları arasında bugün “keşke”ler temelinde duygusal bir yakınlaşmanın varlığından söz etmek gerekir.
İl Genel Meclisi’nde 70’li yılların Ülkücülerinin 70’li yılların devrimcileri ile birlikte “İnsan Hakları Kurulları”nı birlikte oluşturmaları, ironik olduğu kadar manidardı da.
‘CHP-MHP Koalisyonu’
Antalya’da geçmişin Devrimcileri ve Ülkücüleri, “CHP-MHP Koalisyonu” şeklinde İl Genel Meclisi’nde ve Belediye Meclislerinde bir dostluk köprüsü oluşturmuş durumdalar.
Ancak biz bu köprünün “unutma” temeline dayalı bir köprü olduğunu söylemeliyiz. Tarihte çoğu kez böyle olmuştur. Canavarlıklar, katliamlar ve soykırımlarla dolu tarihsel dönemler, bu durumların muhatabı olan kesimler tarafından “unutma” yoluna gidilerek, bir arada yaşamanın yeni dönemleri yaratılmıştır.
“Barış” adı verilen şey, belki de ölenlerimizi ve öldürdüklerimizi karşılıklı olarak unutmaya dayalı duygu birliği ya da daha doğrusu duygu iptaline dayalı bir şey olmalı.
Muhsin Yazıcıoğlu isminin CHP’lilerin çoğunlukta olduğu bir Meclis’te gündeme getirilmesi bu nedenle doğru değildi; zaten “CHP-MHP köprüsü”nü yıkmaya yönelik bir taktik olduğu da baştan belliydi. 70’li yılların sıcak ortamında bulunmuş bir devrimci için o yıllar bugün sadece nostalji değeri taşıyor olsa bile, Muhsin Yazıcıoğlu ismi hatırlatıldığında öldürülen yedi TİP’linin adı da akıllara gelmeden yapılamaz.
Ülkücülerin egemen olduğu bir Mecliste, bir parka adının konması için Deniz Gezmiş isminin önerilmesi kadar, CHP’lilerin egemen olduğu bir Meclisten böyle bir kararın çıkmasını beklemek aynı densizliğe tekabül eder.