Antalya’da yerel ya da ulusal gazetelerin tamamına yakınının nesnel habercilik ya da yorumdan uzak davrandığını dile getirenlerden biri de bizdik. Kendimizi tarif ederken, tarafsız olmadığımızı, ancak haber ya da yorum söz konusu olduğunda nesnelliği elden bırakmamaya çalıştığımızı da not düşmüş idik.
Bize göre “tarafsız” ya da “ortada” gazeteci iki şekilde olabilir: Birincisinin hiçbir siyasi ya da ahlaki görüşü ya da duruşu yoktur, her boyayı sürünüp her renge bürünebilir; iktidardan ya da muhalefetten, kimden nemalanabiliyorsa onun zilini çalar, borusunu öttürür. İkincisi aynı şeyi, aynı siyasi ve ahlaki çöplükten beslenerek; ne var ki iktidar ya da muhalefete yönelik mesafeyi eşit uzaklıkta ve yakınlıkta tutarak, her ikisiyle de sıkı fıkı ilişkiler kurmayı başararak becerir.
“Tarafsız” ya da “ortada” gazeteciliğin bir başka türlüsünü yerel gazetelerimizden birinin sahibi ve başyazarı olan bir ağabeyimiz yapmaktadır. Bizim olur verebileceğimiz, saygı duyabileceğimiz gazetecilik anlayışına en yakın “tarafsızlığı” sergilemeyi bu ağabeyimiz son söyleyeceğini ilk söylemekten kaçınırken, ilk söyleyeceğini son söylemek gibi bir utangaçlığa vardırarak “başarmakta”. Böyle yapmakla, Antalya gibi nüfusu açısından metropol olan, kültürü açısından büyük bir köyden başka bir şey olmayan bir şehirde, fincancı katırlarını ürkütmemek adına değil ama belirli bir seviye çizgisinin dışına çıkmama kaygısının bir gereği olarak yanlış yaptığını da iddia edemiyorum. Yine de biz kendini bu saygınlık çemberi içinde “sınırlayan” ağabeylerimizin, tarafsız olmayan muamelelere maruz kaldıklarında, “tarafsız” ya da “ortada” kalmakta zorlandıklarına da vaki olmuşuzdur.
Suyun gözü nereden?
Ortada Amerika için Watergate, Türkiye için Susurluk ne ise Antalya için o olan bir skandal var. Yakalanan silahlar, yazılmış, uygulamaya konulmuş senaryolar var. Ortada çok sayıda siyasetçinin, işadamının, gazetecinin kayıtlarının tutulduğu bir telekulak olayı var. Ortada bu kentin en büyük yerel yöneticisinin adının geçtiği; Erdal Öner’e, Orhan Tolunay’a yönelik şantaj olayları var. Ortada Antalya’nın en kalburüstü gazetecisi 1 milyar aylığa talim ederken, 4 milyarın üstünde aylık bağlanmış, bir o kadar da mesai ücreti aldığı tahmin edilen, banka hesabında 4 trilyona yakın para bulunan bir belediye işçisi var. Ortada bu işçinin belediye başkanının “kasası” olduğuna, Başkan’ın “örtülü ödenek”lerini gerçekleştirdiğine dair iddialar var. Ortada bu kentin uluslararası kültür sanat etkinliklerine adını yazdırmış Antalya Kültür Sanat Vakfı gibi bir kurumun, şantaj senaryoları yazılırken üs ya da laboratuar olarak kullanılması var. Ortada trilyonlarca lira paranın adı belli kişilere kabak çekirdeğiymiş gibi ikram edildiği bir durum var.
Bütün bunlar ulusal ya da yerel televizyon kanallarında yer aldı. Bütün bunlar mahkemeye aksetmiş durumda. Bütün bunların birileri tarafından üfürülmediği, belgelere dayanarak ortaya atıldığı iddia ediliyor.
Avrupa sosyal demokrasisinin Willy Brant’tan sonraki lideri gözüyle bakılan İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin bir zamanki genç bayan başkanı, cebinde kendine ait paranın kalmadığını görünce partinin kredi kartıyla bir ayakkabı alıp bir gün sonra parayı partinin banka hesabına yatırır. Bu olayın basına yansıması, şu anda adını hatırlayamadığım bayan başkanın sadece parti başkanlığından istifa etmesiyle sınırlı kalmaz; başkanın politikayı ömür boyu bırakmasıyla da sonuçlanır. 8.8 şiddetindeki depremde sadece birkaç kişi ölmüş olmasına rağmen, şehir şebeke suyunu birkaç gün içinde kentine ulaştıramadığı için intihar eden Japon belediye başkanının bu “şerefli” ve “haysiyetli” davranışını belleği zayıf olmayan orta kuşak Antalyalılar hatırlayacaktır.
Utangaçlar ve vurdumduymazlar
Antalya Türkiye gündemini sarsacak bir skandalla çalkalanırken, kılı kıpırdamayan, üç kelimeyle de olsa iddialara cevap verme zahmetine girmeyen bir belediye başkanı kendini “çamur at izi kalsın yöntemiyle beni yıpratıyorlar” diye üste çıkaracak, şirketine ait demirbaş artışını soranlara “bana ve aileme saldırıyorlar” diye cevap verecek; bunları dile getirenlerin “backround”unda siyasi ya da ekonomik çıkar kaygısı ya da kariyer beklentisi olacak. Uymadı be abeeey; “tarafsız”, “ortada” gazetecilik “utangaçlık”la uyuşsa da vurdumduymazlıkla, aldırmazlıkla uyuşamaz be abeey!
Antalya’da 30’a yakın yerel gazete, üç tane ulusal gazete eki içinde sadece Körfez ve Gerçek gazetesi konunun üzerine giderken, Akdeniz Beyaz’ın “tarafsız” “ortada” manşetinin dışında hiçbir gazete Antalya’nın patlak vermiş en büyük skandalı konusunda tek satır dahi olsun bir şey yazmıyorsa kimsenin bizi “taraflı” olmakla, “ortada” olmamakla suçlamaya hakkı yok.
Belediye başkanımız sayesinde Antalya’nın sözcük dağarcığına yapışık kardeşler kadar birbirine yakın bir çift sözcük kazandırıldı: “Haysiyet” ve “şeref”.
Yaşadığı şehirde, gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan en büyük soygun karşısında susmak, bu iki sözcükle ödüllendirilmeyi hak ediyorsa, kalsın eksik olsun diyoruz, şerefiniz gibi haysiyetiniz de sizin olsun diyoruz.