Antalya’nın Yenikapılıları

 

Yenikapı denince akla öncelikle Kaleiçi gelir. Atatürk Caddesi civarı, Haşim İşcan, Zerdalilik, Gençlik ve Sinan Mahallesi’nin Atatürk Caddesi’ne ve Işıklar’a yakın bölümleri de Yenikapı içinde kabul edilir. Yenikapılılar ve Şarampollüler, Antalya’nın diğer mahallerinde oturanlarından farklı özellikler göstermekteydi. Yüksekalan ya da Kızılarık genellikle sonradan yerleşenlerin ağırlıkta olduğu ikamet alanlarıydı. Şarampol’de ağırlıklı olarak Giritliler, Yenikapı’da Selanik’ten gelenler oturmaktaydı.

1907 ve 1924 yıllarında Antalya’ya gelen Selanikliler, geldikleri yörenin ya da köyün adıyla anılmaktaydılar. Baraklılar, Avanlılar, Kesreliler, Bozalanlılar, Pazarlılar, Karatepeliler, Irbısıtlılar, Rumsırtlılar, Tilkilililer, Karaferyalılar, Langazalılar, Antalya’ya gelen Selaniklilere, geldikleri köye ya da yöreye göre verilen isimlerdi.

Karaferyalılar ve Langazalıların büyük bölümü geçimini hamallık yaparak sağlıyordu. Karaferyalılar ve Langazalılardan geçimini hamallık yaparak sağlayanlar hâlâ var. Kalekapısı’nda Vakıf İşhanı’nın yanında iş için bekleyen küçük topluluk, Yenikapı’da ikamet eden Karaferyalı ve Langazalıların hamallık geleneğini devam ettirenleri. Geçimini müzisyenlik  yaparak sağlayanlar da Yenikapı’nın Karaferya ve Langazalıları arasında kayda değer bir nüfus oluşturmakta.

Yenikapılı müzisyenlere ve hamallara geçmeden önce Karaferyalıların ve Langazalıların Antalya macerasına kısaca değinmeye çalışalım.

 

Karaferyalılar ve Langazalılar

 

1924 yılında Ümit Vapuru’yla Antalya’ya gelen Selaniklilerin önemli bir kesimini oluşturan Karaferyalılara ve Langazalılara da diğer Selanikliler gibi Hükümet tarafından Yenikapı’da ev ve Havaalanı’nın bulunduğu yer civarında kişi başına en az 20 dönüm arazi verildi. Antalya’ya gelen Selaniklilerin en yoksul kesimini oluşturan Karaferyalı ve Langazalı esmer kardeşlerimiz, iskelede gemilerde ağır işlerde çalışıyor, pazarlarda küfe hamallığı yaparak geçimini sağlıyordu. Tarım üretimi konusunda Yunanistan’da da bir deneyim edinmemiş olduklarından, arazilerini ekip biçemiyor, arazilerine sahip çıkamıyorlardı. Dönemin zenginlerine kendi ifadelerine göre “yok pahasına”, bazen “bir top beze”, hatta “şapka karşılığı” arazilerini satmışlardı. “Arazilerin bulunduğu yerlerde eşkiya dolaşıyor” diye söylenti çıkarılıp Karaferyalılara ve Langazalılara korku salındı. Birçok Yenikapılı saldırıya uğramayalım diye kendilerine verilen araziye uğramadı. Karaferyalılar ve Langazalılardan arazileri yok pahasına satın alanlar minareyi çalarken kılıfına uydurmayı ihmal etmemişler, arazi sahiplerinden arazileri noter senediyle satın alarak; arazilerin mülkiyetinin kendilerine ait olmasını garantiye bağlamışlardı. Mahkeme kanalıyla arazilerini geri almak isteyenlerin bu istekleri mahkeme tarafından bu nedenle kabul görmeyecekti. Karaferyalılar ve Langazalılar arazilerini satmamış olsaydı bugünün birçok arsa zengini gibi onlar da değerlenen arazilerinin rantını yeme şansına sahip olabileceklerdi.

Karaferyalılar ve Langazalılar ilk zamanlarda hamallık yaptılar. Uzun yıllar “posta hamalı”, “ofis hamalı” ya da “küfe hamalı” olarak çalıştılar. Çimento torbaları, pamuk balyaları, buğday ya da gübre çuvalları tek tek onların elinden, omuzlarından  geçti. Yol iz bilmiyorlardı, onları önüne gelen sömürdükçe sömürdü. Çıplak ayakla kızgın güneşin altında Antalyalının yükünü yıllar yılı taşıdılar.

İskelenin namlı hamallarının çoğunluğunu Yenikapı’nın güçlü insanları oluşturacaktı. İskelede ya da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin önünde olduğu gibi pazaryerlerinde, alışveriş yapılan mağaza ya da dükkân yanlarında onlara sırtlarındaki küfeleriyle birlikte her an rastlayabilirdiniz. Alışveriş sonucunda biriken paketlerinizi onların küfesine atıyor, paketlerin nereye gideceğini tembih etmekle yetiniyordunuz. Kuyumcular, kumaşçılar, gıda malzemesi satanlar, kıymetli-az kıymetli her türlü mallarını hiç çekinmeden onlara teslim edip, evlerine gönderiyordu.  Paketler eksiksiz ve sağlam biçimde verilen adrese ulaşıyordu. Esnaf, Cuma ya da öğle namazına giderken dükkânlarının kapısına sandalye koyup onlardan dükkânlara göz kulak olmalarını istiyordu. Dükkân sahipleri namazdan ya da bir başka yerden döndüklerinde dükkânlarını emanet ettikleri gibi buluyorlardı.

Cezaevlerinde Karaferya ya da Langaza kökenli birini bulmanız olanak dışıdır. Bulsanız da o tesadüfen ya da istisnai olarak cezaevine düşmüştür.

Karaferyalılara ve Langazalılara çalıştıkları yerlerde “sigortalısınız” denildi. Oysa onların çoğu sigorta edilmemişti. Sigorta edilenlerinse ayda beş on gün çalışmış gösterildiği sonradan öğrenilecekti. Adaletsizlik, hamallar için olduğu kadar müzisyenler için de geçerli. Müzisyen Fehmi Bayram 40 yıldan fazla çalıştı. Toplam 670 gün sigortalı göstermişler. Yaşlıların tek güvencesi çocuklarının vefalı çıkıp onlara bakması.

İskelenin ya da çarşının yorucu çalışmaları akşam sofrasında yudumlanan birkaç kadeh rakı ya da şarapla telafi ediliyordu. İşten dönen Karaferyalıyı, karısı ve çocukları gün indiğinde önceden hazırlanmış sofrada, yiyecek ve içecekler eksiksiz olacak şekilde hazır beklerdi. Karaferyalının akşam yemeği, “şarap saati”yle çakışıyordu. Yoğun çalışma saatleri arasında İskelede bulunan Arap Muhammet’in seyyar meyhanesinde demlenme olanağı da yok değildi.

Karaferyalıların bir bölümü ise müzikle uğraşıyor; müzisyenler, kurdukları ekiplerle düğünlere gidiyor, özel mekânlarda özel kişileri eğlendiriyordu.

 

 

 

 

Babadan oğula müzik geleneği

 

Müzisyenlik çoğu ailede babadan oğla geçen bir meslek bir zanaat. Zannat, babadan öğrenildiği gibi kendi kendine ya da tanıdık bir ustadan, bir “ağabey”den de öğrenilebiliyor.

Keman, klarnet, darbuka, cümbüş, başlangıçtaki enstrümanlardı. Bunların yanında önceleri akerdeon sonraları org yer almaya başladı. Türk Sanat Müziğinin gazinolarda “seçkinler” tarafından dinlenen bir müzik olmaya başlamasıyla cümbüşün yerini ut almaya başladı. Klasik sazlara kanunun eklenmesi Antalya’da epey geç oldu.

Türk Sanat Müziği son zamanlarda lokantalarda kentlerin orta ve alt sınıfları tarafından da ulaşılabilir, dinlenebilir hale geldi. Yenikapılı müzisyenler Antalya’da Sanat Müziği icra eyleyen mekânlarda çalışanların dün olduğu gibi bugün de çoğunluğunu teşkil ediyor. İstanbul, Antkara ve İzmir’de Konservatuvar mezunu ya da nota bilen müzisyenler alışılagelmiş bir kesimle baş başa sanat icra eylerken, Antalya’nın Karaferyalıları diğer şehirlerin eğitimsiz sanatçılarıyla birlikte Sanat Müziği’ni halkla buluşturdular. Müzikte eğitimin önemli olduğunu onlar da inkâr etmiyor. Ancak eğitimin her şey olduğuna da inanmıyorlar. Kandıralılar eğitim görmüşlerle birlikte çalışan Mustafa Kandıra’dan daha çok ağabeyi (eğitim görmemiş) Şaşkın Kandıralı’yı tanırlar ve överler.

Yenikapı’nın yaşayan müzisyenlerine“eskiler”i sorduk. “Eskiler” aynı zamanda Antalya’nın bilinen ilk müzisyenleriydi. Antalyalılar müziği müzik hocalarının dışında “canlı” olarak ilk onlardan duydular, öğrendiler. Eskilerin çoğu şu an yaşamıyordu. Bu isimlerden Nazmi Gülşari, yakın zamana kadar Ziraat Bankası’nın önünde ayakkabı boyuyordu. Onu bulmaya gittiğimizde yerinde yoktu. 90’ına yakınmış. Hastalanıp gitmiş, bir daha dönmemiş…

Antalya’nın Karaferyalıları arasından İzzet Gürgen (klarnet), Hasan Elibol (keman), Nazmi Gülşari (darbuka), Hasan Gülşari (klarnet-davul), Cemali Gülşari (klarnet), Beyşi İbrahim (davul), Tevfik Akça (cümbüş), Mehmet Öten (akerdeon), Mehmet Gündüz (cümbüş) ustalıklarıyla tanınan ve (Nazmi Gülşari’nin dışında) şimdi hayatta olmayan isimler.

Dostum Mehmet Demirayak uzun yıllar Yenikapı’da yaşamıştı; Yenikapı’nın müzisyenlerinden çoğunu tanıyordu. Beni tanınmış müzisyenlerden Fehmi Bayram’ın ve (“Dingilli”) Şengün Gürgen’in yaşadığı sokağa götürdü. Dingilli oradaydı; Fehmi yoktu ama oğlu vardı; Fehmi’nin oğulları da kendi gibi müzisyendi.

Klarnette Emrah Bayram, kemanda Çağrı Dağdelen, ikinci kemanda Yaşar İşlek adlı gençler ve yaşlı kuşaktan saksafon sanatçısı Şengün Gürgen’le orkestramızı kurup küçük bir konser başlattık; ardından muhabbete başladık.

Şengün Gürgen, gençliğinde Antalya’nın ünlü futbolcularından biriymiş. Gençlikspor’da uzun yıllar solbek, solhaf ya da santrhaf olarak oynamış. Hızlı aynı zamanda güçlü olduğu için topu kaptığı gibi takımı ateşler, takım arkadaşlarının çoğunu kısa zamanda diğer takımın yarı alanına çekermiş. Kamyonlarda çekiş gücünün simgesi olan “dingil”den yola çıkarak Şengün Gürgen’in lakabını “dingilli” koymuşlar. Şengün Gürgen ikinci kuşak müzisyenlerden olmakla birlikte Antalya’nın ilk saksafoncusu. Antalya saksafonla ilk onunla tanışmış.

 

Ender ve Kaner Pavyonlar

 

Bu arada bir antiparantez açıp Ender ve Kaner Pavyonlardan söz edelim. Karakaş Camisi’nin 50-60 metre ilerisinde çitlerle çevrili küçük ve naif bir bahçesi olan, zemin katta loş ışıkları ve lüks deri koltuklarıyla Antalya’nın üst ve orta sınıflarına hitap eden Ender Pavyon, sadece eğlence kültürünün değil müzik kültürü açısından da Antalya’nın önemli kuruluşlarından biriydi. Kaner Pavyon Şarampol’deydi. Antalya’da “eğlence sanayii”nin temelleri bu iki Pavyonla atıldı, uzun yıllar bu iki “kuruluş” tarafından temsil edildi. Ender Pavyon’un sahibi Feridun Dandan, Kaner Pavyon’un sahibi Mehmet Kaner ve eşi Beyhan Hanımdı. Ender Pavyon, Kaner Pavyon’a göre müşterinin ekabirlikte biraz daha ağır bastığı özelliğe sahipti. Ender’in ve Kaner’in sazcıları gibi konsomatrisleri, ses sanatçıları ve şovmenleri de birinci dereceden profesyonellerden oluşuyordu. Türk erkeğinin idealindeki kadın tipine uygun etine dolgun kadınlar, toprak zengini Antalyalı erkeği eğip bükmede, yontup inceltmede önemli işlevler üstlenmiş görünüyordu.

Her iki pavyon da oturup kalkmanın, cinsel mesafeyi koruyarak karşı cinsler arasında iletişim kurmanın, karşı cinsler arasındaki ilişkiye seviye kazandırmanın eğitim yeri, “ali okulu” idi.

Ender Pavyon’da oryantal dansın müşteride yarattığı hava striptizle alınırdı.

Ender Pavyon’un yarı Doğulu yarı Batılı atmosferi, Doğu ve Batı enstrümanlarının karışımından oluşan aletlerle icra edilen müzikle yaratılıyordu.

 

Saksafonda en usta: ‘Dingilli’

 

Sengün Gürgen, kırk yıldan fazla bu iki mekânda saksafon çaldığını söyleyince aklıma bunlar geldi. Ender Pavyon’da yapılan müziğe saksafon ayrı bir hava veriyor; saksafon Ender Pavyon’u egzotik bir mekâna dönüştürüyordu. Saksafon söz konusu olduğunda “Ender” sözcüğünü “Kaner” sözcüğü ile değiştirmekte de bir mahzur olmasa gerek.

Şengün Gürgen’in saksafonu en az yetmiş yaşındaydı. Yaşlı olması önemli değildi; zira “üstadının elinde inliyor”du.

Şengün Gürgen ilk derslerini babası İzzet Gürgen’den alır. Babasından klarnet çalmayı öğrenir. Babayla birlikte kısa süre de olsa Kaner Pavyon’da çalışırlar.

İzzet Gürgen’in “eskiler”den olduğunu söylemiştik. İzzet Gürgen “Konyalı”yı o kadar iyi çalarmış ki lakabı “Konyalı” olarak kalmış. Antalyalılar onu “Konyalı” olarak tanırmış. Şengün Gürgen, askerde Bando Bölüğü’ne alınır; orada nota öğrenir. Askerden saksafon ustası olarak döner. Ender ve Kaner Pavyonlarda çalışmaya başlaması askerlik sonrasıdır. Kısa süreliğine de olsa Kayseri ve Aydın’kaki pavyonlarda çalışır. Antalya’nın ilk orkestrasını Gürgen’ler kurar: Orkestrada, baba İzzet Gürgen klarnet, ağabey Hacıbey Gürgen bateri, Şengün Gürgen saksafon, Süleyman Kocakaya akardeon, (Yugoslav) Kazım Hoşses gitar çalıyordu. Akerdeonuyla orkestrada bazen Miray Öten de yer alıyordu. Akerdeonun yerini sonraları org aldı. Program yapan şantözler ya da şantörler vardı. Orkestra onlara eşlik ederdi. Dansözlere de orkestra eşlik ediyordu. Antalyalı sanatçılar Mehmet Anlın’a, Necip Nugay’a, Mustafa Şişli’ye de orkestra olarak eşlik edildi. Dingilli, orkestranın eşlik ettiği ünlü dansözlerin ve dans gruplarının adını anmadan geçmek istemedi. Bunlar arasında Adana Pamuk Kraliçesi Tahiye Salem, Özcan Tekgül, Atilla Volkan ve partneri, Komova Kardeşler, Rus ve Moldovya balerinleri, Hintli kadın dansçılar akla ilk gelenlerdi.

Dingilli’nin abisi Hacıbey Gürgen Antalya’nın en iyi bateristlerinden, Kardeşi Doğan Gürgen en iyi klarnetçilerinden idi.

 

Artist Nuri: ‘Hacıbey’

 

Hacıbey (Nuri Gürgen), müzisyenliğinin yanında film setlerinde çalıştı. Hacıbey aynı zamanda birçok filmde oynamış bir artist idi. Hacıbey’in oynadığı filmler arasından Köroğlu, Çakırcalı Efe, Bin Yıllık Yol, Dingilli’nin hatırladıkları. Hacıbey de kardeşi gibi 40-50 yıl kadar pavyonlarda ve özel programlarda çaldı.

Gürgenler aile boyu müzisyen. Şengün Gürgen’in oğlu Atilla baterist. Atilla aynı zamanda “Çekirge” lakabıyla tanınmış bir futbolcu. Antalyaspor, İspartaspor, Antbirlik, Büyükşehir onun oynadığı takımlar.

Genç nesil Gürgenlerden Yakup saksafon ve klarnet, Okan kanun, Engin keman, Doğan bas gitar, Ceyhun bateri ve perkisyon, İzzet darbuka ve perkisyon, Engin klarnet, Hasan darbuka ve perkisyon, Nuri darbuka ve perkisyon çalmakta.

Gürgenlerde müzik geleneği dededen toruna yüz yıldır devam ediyor.

 

 

 

Genç müzisyenler

 

Yenikapı’nın genç müzisyenlerinden Emrah Bayram ünlü klarnet ustası Fehmi Bayram’ın oğlu. Fehmi Bayram işinin en ustalarından olması dolayısıyla “Fehmi As” olarak adlandırılmış ve Yenikapı’da Fehmi As olarak tanınıyor. Fehmi Bayram’ın diğer oğulları da müzisyen: Ferdi darbuka, Fethi klarnet çalıyor. Bayram kardeşler ayrı yerlerde çalışıyorlar, özel iş alırlarsa birlikte program yapıyorlar.

Gençlerden Çağrı Dağdelen ve Yaşar İşlek keman çalıyorlar. Yaşar İşlek’in babası ve amcası da kemancı. Yaşar, babası Muzaffer İşlek’le  Titanik Otel’de birlikte çalıyor. Amca Mustafa İşlek Fethiye’de çalışıyor.

Çağrı Dağdelen keman çalmayı genç yaşta vurulup öldürülen halaoğlu Onur Şahyan’dan öğrenmiş.

Gençler Sanat Müziği, popüler şarkılar, Arabesk; Caz hariç bütün şarkıları çalabiliyorlar.

Yenikapılı genç müzisyenlerin yaşlılar gibi sigortaları, geleceğe yönelik sosyal güvenceleri yok.

 

Klarnette bir as: Fehmi Bayram

 

, Yenikapılılarda “as”, “hangi âlemde olursa olsun ‘en büyük’ demek”. Yenikapılılar, müzik âleminin aslarından biri olarak gördükleri Fehmi Bayram’ı “Fehmi As” diye anar olmuşlar. Biz de ondan Fehmi As olarak söz edeceğiz.

Fehmi As’ın babası, onun okul bitirmeyeceğine kanaat getirmiş olmalı, belki müzisyen olur deyip bir arkadaşından aldığı klarneti oğluna hediye eder. Fehmi klarnetin parçalarını takıp üfler. Çıkan ses bir şeye benziyor değildir. Sonradan “re” sesi olduğunu öğrendiği sesi buluncaya kadar üfleme devam eder.

“Dudaklarım yara oluncaya kadar klarneti üflemeye, güzel sesler bulmaya başladım.”

Feridun Gülşari (hayatta değil) babasıyla gidip ona bir adet “sol  klarnet” almış.

Feridun Gülşari klarneti Fehmi’ye uzatıp:

“Al bakalım” diyor.  

“Klarneti gazete kâğıdından çıkarırken ellerim titriyordu. Kâğıtların arasından ışıl ışıl bir şey çıktı. Eski klarnetin daha büyüğü ve daha parlağı idi. Feridun ağabeyin pırıl pırıl bir ayakkabısı vardı. Onu giyip bakkala gittim. Onlara içecek bir şeyler aldım.”

Klarneti elimde tuttuğumu gören Feridun abi babama dönüp:

“Sen” dedi “bu çocuğu sahnelerde göreceksin.”

İnanamadım.

“Feridun abi, iyi bir hocaydı. Onun ders verdiklerinin hepsi revaçta kaldı.”

Feridun Gülşari birgün kapıdan başını uzatıp Fehmi’ye:

“Sazını al gel” der “seni bir yere götüreceğim”. Birlikte Yener Pasajı’ndaki düğün salonuna varırlar. (Rahmetli) Doğan Gürgen klarnet çalmaktadır. Ona da çalmasını emreder. Fehmi “ne çalayım?” diye sorar.

 “Bayanların istediği bir şarkıyı…”

Fehmi klarnet çalarken Doğan Gürgen Feridun Gülşari’ye “işte geliyor” türünden işaretini çakar. Sonra da: “Ben sigara içmeye çıkıyorum sen devam et” der Fehmi’ye, çıkar.

Program bitiminde Fehmi’ye 4 lira verirler.

“Profesyonelliğe” ilk adım böyle atılır. O gün çaldığı şarkılardan “Her Yerde Kar Var”ı ve “Dolana Ay Dolana”yı iyi hatırlıyor.

İlk günlerde büyükleri 100 alıyorsa ona 5 veriyorlar.

Birgün üstadları ondan “peşrev” çalmasını ister. Peşrev bildiği yoktur. “İstediğiniz sesten siz çalın bir kere dinleyeyim, gerisini bana bırakın” der.

Çalacağı ne olursa olsun bir kez dinlemesi yeterlidir.

Her şeyi karanlıkta el yordamıyla kendi bulur, mükemmele koşar. Veli Dede’nin Hicaz Hümayin Peşrevi’nin dört hanesini on beş dakikada geçmeyi başarır. Gece çıkıp sahnede çalar.

“Yılmaz Şanlıer’e hayrandım. Sinemada, arada onun plağını koyup çalarlardı. Sinemayı bırakır eve koşardım; onun çaldığını tekrar ederdim.”

“Antalya’ya Ziya Taşkent gelmiş. Ziya Taşkent’e klarnet çalmam istendi. Denizden çıkmıştım. Üstüm başım ıslak. Ayakta bir ceyo (takunya)… Ziya Taşkent bana bakıp ‘klarnetçi sen misin?’ dedi. Beni bir şeye benzetememiş göründü.”

“Siyah takım elbise, beyaz gömlek ve papyonla sahneye çıkacaktık. Pantolonu, gömleği, papyonu bulduk; siyah ceket, ara ki bulasın… Sonunda bir ceket bulabildik. Üstüme oturmuyordu. Büyük müyük demeyip giydik ceketi. Ziya Taşkent’le sahneye saat 12 civarında çıkacaktık. İlk grupla fasıla çıktık. Beni Hakkı Zambak dinlemiş. ‘Gel çocuk’ dedi beni kolumdan çekip: ‘Üfleyişin çok güzel, ilerde çok iyi olacaksın, yalnız bunlarla çalışma.’” “İkinci sazcılar beni paylaşamıyordu, en ortaya koydular. Ziya abi, Kürdilihicazkâr bir peşrevle sahneye çıktı. ‘Dertleri Zevk Edindim Bende Neş’e Ne Arar’, ‘Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un’ filan derken bir bayanı davet etti sahneye. Bayan ‘Sabır Taşı’nı söyledi. Sabır Taşı benim en iyi çaldığım şarkılardan biriydi. Ziya Taşkent  sırtımı sıvazlayıp “aslanım” dedi “harikaydın”.

“Programın bitiminde Ziya Taşkent bana iki tane 100 lira uzattı. Almadım.”

“‘Bu parayı almazsan müzisyen olamazsın’ dedi, gözlerime bakıp”.

“Yüzlükleri mecburen aldım.”

Antalya’ya sazcı getirmeyen sanatçılara onlar eşlik ediyordu. Eyüp Uyanıkoğlu, Beyhan Akıncı, Hamiyet Yüceses, Sevim Çağlayan, Müzeyyen Senar, Ayten Zenger, Kamuran Akkor, Cengiz Kurtoğlu, Pınar Elçi, Fehmi As’ın klarnetiyle eşlik ettiği tanınmış sanatçılardan bazıları. Şükran Ay’a As Gazinosunda eşlik etmiş.

Birlikte çalıştığı arkadaşlardan Yenikapılı olanlar şu isimlerden oluşuyor: Doğan Gürgen (ut), Sakıp Şahyan (keman), Erbil Evirgen(darbuka), Ramazan Poyraz (bongo)…

Ekipte kanun yoktu. Antalya’da kanun sazlar arasına sonradan girdi. Son zamanlara doğru (90’lı yılların ortalarında) Onur Şahyan (keman), Ferdi Bayram (ritim), Selahattin Dağdeviren (kanun) araya girip onlara yetişiyor.

 

Kemanda Sakıp Şahyan

 

İkinci kuşak sazcılar arasında kemanın en ustası olarak Sakıp Şahyan adı geçiyor. Sakıp Şahyan’ın dedesi Kaplan, Selanik Karaferya’da düğünlere gidip davul çalarak geçimini sağlarmış. Kaplan Dede 1924 yılında Ümit Vapuru ile Antalya’ya gelenlerden. Antalya’ya gelince diğer Selanikliler gibi ona da Yenikapı’dan ev ve Havaalanı civarından arazi veriyorlar. Antalya’ya gelen Karaferyalılar gibi o da arazisini Antalya’nın parababalarına kaptırıyor. Arazilerin  geri alınması için sonradan mahkemeye başvurulsa da bir sonuç çıkmıyor.

Kaplan da diğer Karaferyalılar gibi hamallık yaparak geçimini sağlıyor. Çimento torbaları, kereste, arpa, buğday taşıyarak ömrünü tamamlayıp hamallığı oğluna “miras” bırakıyor. Sakıp Şahyan’ın babası onun hamal olmasını istememiş. Sanat okulunda okurken ona (Kalekapısı’ndaki Şekerci Selahattin’in yanındaki Sarı Mustafa’dan) 750 lira verip “özelliği olan” Çekoslovak malı güzel mi güzel bir keman alıp hediye eder. Soyadını hatırlayamadığı Nejat adlı kemancı ona akort yapmayı birkaç küçük parçanın nasıl çalınacağını gösterir. Üçkapılar’daki plakçıdan alınan taş plaklar, radyodan dinlediği şarkılar kemanıyla yeni şarkılar çalmasına yardım etmiş. Öğrendiği her şarkıyı en iyi biçimde çalacak şekilde aralıksız çalışır.

Sahneye ilk kez Ahmet Gazi Ayhan ve Yıldız Ayhan’ın program yaptığı Öğretmenler Gazinosu’nda Doğan Gürgen ve Erbil Evirgen’le birlikte Antalyalı sanatçı Mustafa Şişli’ye eşlik etmek için çıkıyor.

“Mustafa Şişli klasik şarkılar okuyan bir sanatçıydı.”

Sakıp Şahyan, arkadaşlarıyla birlikte uzun süreli turnelere çıkar, oryantallere, ses sanatçılarına arkadaşlarıyla birlikte eşlik eder.

 

 

Şarkıcılar, dansözler, sihirbazlar, cambazlar

 

Turnelerde şarkıcıların ve dansözlerin yanında cambazlar ve sihirbazlar da bulunuyordu. Yaz aylarında Doğu Garajı’nın orada kurulan açık hava tiyatrolarında şarkıcılar, dansözler sahne alıyor; sihirbazlar ve cambazlar gösteri yapıyordu. Programların organizatörlüğünü kendisi de bir cambaz olan “Boncuk” yapıyordu. Boncuk’un tel üstünde kurban keserek gerçekleştirdiği cambazlık gösterileri izleyenleri hayretler içinde bırakıyordu. Ahmet Üstün, Ahmet Sezgin, Kadri Şençalar, Neşe Can, Doğu Garajı’nın oradaki “açıkhava tiyatrosu”nda sahneye çıkan ünlülerden bazılarıydı.

 

Şehir Kulübü, Dandan ve As Gazinoları

 

Şimdiki Deniz Restoran’ın olduğu yerde bulunan Dandan Gazinosu ve Konyaaltı’ndaki As Gazinosu tanınmış sanatçıların konser verdiği, sahneye çıktığı mekânlardı. Dandan Gazinosu’nu Ender Pavyon’un sahibi Feridun Dandan çalıştırıyordu. Şehir Kulübü de bir başka eğlence merkezi idi. Sakıp Şahyan arkadaşlarıyla bu mekânların hepsinde çalıştı. Dandan, As ve Şehir kulübü Antalyalı kadınların da rahatsız edilmeden program izleyebileceği mekânlardı.

Doğan Gürgen (ut), Erbil Evirgen (ritim), Fehmi As (klarnet), (şu anda felç olan) Haldun Gülşari (bateri), Kahraman Hürsel (ritim), Cavit Sürülen (cümbüş), Yılmaz Sürülen (gitar) gibi isimler Sakıp Şahyan tarafından da bu kuşağın en iyileri arasında sayılıyordu.

 

Kimler geldi kimler geçti

 

Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Abdullah Yüce, Kevser Tanrıkurt, Alaaddin Şensoy, Esengül, Neriman Köksal, Nigâr Uluerer, Safiye Filiz, Şadan Adanalı, Cahit Seyhanlı, Yıldırım Gürses; Antalya’nın sazda “en ustalar”ının eşlik ettiği sanatçıların önde gelenleriydi.

Sakıp Şahyan’ın oğulları Onur ve Tevfik, genç neslin keman ustalarından. Torun Yaşar Şahyan kanunda yetişti.

Onur Şahyan adı, dile getirildiğinde ortaya bir suskunluk çöküyor. Onur Şahyan bazı talihsizlikler yüzünden kayınbiraderi tarafından vurularak genç yaşta öldürüldü. Sakıp Şahyan, Onur’u hatırlattığımızda bir süre susup mırıldandı:

“O sadece Antalya’nın değil, Türkiye’nin en iyi kemancılarından biriydi.”

 

 

Yenikapı’nın hamalları

 

Yenikapı’nın “eski” hamallarından yaşayan birkaç kişi vardı. Abdülçember (Hafız amca), Amerikalı Yaşar, Nazmi Gülşari,  Künço Mustafa… Nazmi Gülşari aynı zamanda müzisyendi.

Bu isimlere 14-15 yaşlarında hamallığa başlayıp o günden bu yana yük taşıyan 55 yaşındaki (“Takoz”) Teoman Fesleğen’i eklemek gerekir mi? Hâlâ pazu şişirip ağır işçilik söz konusu olduğunda “ben henüz gencim” diye övünüyor.

 

Yetmişlik delikanlı ‘Amerikalı’

  

Vakıf İşhanı’nın yanında, tarif üzerine (“Amerikalı”) Yaşar Denizsömüren’e ve Teoman Fesleğen’e ulaşıyorum. Amerikalı’yla yukardaki çay ocağına çıkıyor sohbete koyuluyoruz.

“O zamanlar yakışıklı ve sağlamdık, güzel kavga ederdik” diye manzarayı çiziyor Yaşar Denizsömüren:

“O nedenle arkadaşlarım adımı ‘Amerikalı’ koydular”.  

Renkli gözlü olmasının da Yaşar Denizsömüren’in “Amerikalı” olmasında etkisi varmış.

Amerikalı’nın gençlik yılları, Yenikapı-Şarampol kavgalarının Antalya’nın en çok konuşulan konulardan olduğu bir dönem. Yenikapı’nın o dönemdeki “mırmırları” arasında Amerikalı’nın yanında, Hacıbey, Boksör Doğan, Soyadını hatırlamadığı (Yoncaaltındaki) Mustafa ve yine soyadını hatırlamadığı Nuri başı çeken isimlermiş.

1935 doğumlu (şu anda 72 yaşında) olan Amerikalı iş çıkarsa hâlâ yük taşıyor.

Amerikalı’nın babası Ali Denizsömüren (“Deli Ali”) 1924 yılında Ümit Vapuru ile Antalya’ya gelen Selaniklilerden. Selanik’e bağlı Langaza’dan geldiklerini hatırlatıyor. Deli Ali Antalya’ya geldiğinde hükümet ona 35 dönüm arazi bir de ev vermiş. Arazileri, Antalya’nın uyanık zenginlerinden biri Deli Ali’nin elinden yok pahasına almış. Onlar da mahkeme kanalıyla hakkını arayıp alamayanlardan.

Deli Ali 50 yıl hamallık yapmış. Ağır yük hamalı olarak iskelede, gemilerde çalışmış; çimento, cam, un, buğday, pamuk, küspe… sırtına ne yüklenirse onu taşımış.

Oğul Amerikalı hamallığa başladığında 13 yaşındadır. Kalekapısı’nda Saat Kulesi’nin dibinde büyükleriyle birlikte iş beklemeye başlar. O da babası gibi sırtına ne yüklenirse taşıyanlardan.

Amerikalı 13 yaşındayken 100 kiloluk çuvalı omzuna attığı gibi gideceği yere ulaştıran biriymiş. (Şimdinin 13 yaş çocuklarının annelerinin memesini emdiğine dikkat çekip gülüyor.) Amerikalı hâlâ çalışıyor olmasına rağmen emekli olamamış, olması da mümkün değil. TRT’nin kuruluşunda Japonlarla birlikte 10 kişi olarak çalışmışlar. O dönemden üç aylık sigortası var. Onun dışında sigorta yok.

“Ücretli çalıştığımız dönemde yevmiyemiz 50 liraydı. 50 lira fena para değildi. Ama akşam var sabah yok.”

Akşamki para sabaha neden kalmıyor olabilirdi?

“Üçkapılar’ın orada Şükrü’nün meyhanesi vardı. Yenikapı’da ‘Yörükoğlu’nun olduğu yerde Resul’ün meyhanesi vardı. Bu ikisinden birine  takılmadan eve gidemezdik. Genelde şarap içerdik. Koçbank’ın oradan girilen sokakta Arap Muhammet’in imalathanesi vardı. Arap, ucuz ve güzel şaraplar üretirdi. Dükkânlardan alır içerdik.”

“İskele’de beş posta vardı. Arabadan mavnaya, mavnadan gemiye ya da gemiden mavnaya mavnadan kamyona ağır yükleri indirir yüklerdik.”

Gemide çalışan hamallara “posta hamalı”, Toprak mahsulleri Ofisi’nde çalışanlara “ofis hamalı”, çarşıdan evlere paket taşıyan hamallara “küfe hamalı” deniyormuş. Sonradan “eşya hamallığı” gündeme gelmiş. Bugünün hamallarıysa “eşya” taşıyor.

Amerikalı 400 kiloya kadar yük taşıyabiliyormuş.

 

Değirmen taşını kaldıran adam

 

Yaşar Denizsömüren’e tanıdığı en güçlü hamalı soruyoruz: “Deli Ümmet” diyor. “Deli Ümmet bir ton yük kaldırabiliyordu. Değirmen taşını kaldırıp götürdüğünü gördüm.”

Deli Ümmet, Kaleiçi’nden Tophane’ye çıkan merdivenlerin yanında, yarı ev yarı mağara bir ortamda, açık havada ailesiyle birlikte yaşıyormuş. Amerikalı onu en çok bir omzunda oğlu bir omzunda su testisi merdivenlerden çıkarken hatırlyıyor.

“Ümmet mi? En son Yüksekalan Mezarlığı’nda takılıyordu. Ölü sahiplerine yardım edip onların verdiği beş on kuruşla geçiniyordu. Birgün, ölüsü mezarlıkta bulundu. Belediye tarafından törensiz gömüldü.”

Kemiklik’teki Börekçi Aşur, onlara böreği 10 kuruştan (çok ucuza) satarmış. Karşılığında onlara “avanak Antalyalılar” diye hitap edermiş. “Avanak Antalyalı” tarifine kendisini de kattığı için böreği 10 kuruştan satıyormuş.

 

Son nesil boyacılar

 

Karaferya ve Langazalılar arasında eskilerin bir başka uğraşı da ayakkabı boyacılığı. Yenikapı’nın gençleri artık boyacılık yapmıyor. Eski nesil aynı zamanda son nesil sayılır.

Yaşar Aga, Sabri Aga, Mehmet Enez boyacılık mesleğini uzun yıllar devam ettiren ve yaşamakta olan üç isim.

 

Son nesil hamalları

 

“Eskiden Kalekapısı’nda 70-80 civarında hamal iş beklerdi. Şimdilerde bu sayı 10’a indi.”

Genç kuşaktan ilk tanıştığımız “Kedi Zafer” arkadaşlarını gösterip bunu hatırlattı. Genç nesilden (daha doğrusu son nesilden) orada iş bekleyen hamallarla tek tek tanıştık. Genç nesil dediysek tamamına yakını kırklı yaşlarda idi. (“Kedi”) Zafer Akşamsefası, Tarık Denizsömüren, Aykut Ok, Demir Ok, Kaplan Şayhan, Mustafa Koraç, Saffet Dağdelen, Hasan Dağdelen, Şükrü Mert, Mehmet Ali Koşak…

Onlar da babaları, dedeleri gibi ağır yüklere nesin demiyorlar. 47 yaşında ve 60 kilo ağırlığındaki Şükrü Sert’e kaç kilo taşıyabildiğini sorduk:

250-300 kiloyu kaldırıp rahat taşıyabiliyormuş.

 

Kedi Zafer

 

Zafer’e “Kedi” lakabını gençliğinde çok hareketli olduğu için arkadaşları takmış. “Şimdi o kadar değil ama yine de sağlamız” diyor kedi. Zafer, ünlü Aliman’ın çırağı olarak 28 yaşına kadar Vatan Kahvesi’nde çalışmış. Hamallığa biraz geç (28 yaşında) başlıyor. Yeni nesil Yenikapılılar, para kasası, ağır cihazlar, kıymetli ev eşyası taşıyor.

Geçen yıl Tıp Fakültesi Hastanesine tıp malzemeleri, teknik cihazlar gelmiş. Fakülte yöneticileri cihazları dördüncü kata çıkaracak kimse bulamamış. Ne vakit sonra buldukları işçiler işi yarısında bırakıp kaçmış. Yenikapılılar gidip cihazları ilgili yere kısa sürede ve cihazlara hiç zarar vermeden ulaştırmışlar.

Aspendos’a, Opera-Bale’nin ve Senfoni Orkestrası’nın konserlerine piyanoyu onlar taşıyor. Yenikapı’nın ağır işçileri ağır iş yapıyorlar ama parasını ona göre alıyorlar.

“Bel fıtığı vakaları çok mu oluyor?” diye soruyoruz. “Hayır” diyorlar “aksine hiç olmuyor. İşin ilmini biliyoruz. Ağırlık tekniğe uygun kaldırıldığında bir şey olmaz.”

 

Beslenme ‘zayıf’, içme ‘pekiyi’

 

Beslenmelerinin yeterli olup olmadığını soruyoruz. “İyi değil” diyorlar. “Çok yiyor, çok içiyoruz. Gündüz aldığımız bu nedenle gece eriyor.”

Kedi’nin de ataları gibi sigortası yok. Konuyu araştırdığında, Vatan Kahvesi’nden üç aylık sigortası çıkmış.

Yenikapı’nın bu güçlü delikanlılarına Şarampollülerle hâlâ kavga edip etmediklerini soruyoruz:

“Ne gezer.” diyorlar “Şarampollü gördüğümüz zaman Antalyalı gördük diye seviniyoruz.”

 

  

         

 

   

 

 

   

Yayın Tarihi
02.11.2008
Bu makale 13069 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
bende yenikapı damadı olarak gurur duyuyorum.kendimi kısaca tanıtayım. ben fehmi has ın eniştesiyim.fehmi has ın küçük bacısı melek bayram ın(sarıbakır ın)eşiyim bende kale içinde oto kiralama işi yapıyorum.müziğe çok merakım vardı ama beceremedim.vede beceremezdim.çünkü bu sanat gerçi mektebide olsa kulak ve yetenek işidir herkes kendi işini yapacak.slmlar. şimdilik bu kadar

suat serdar sarıbakır 04.10.2011

YENİKAPILI OLSUN ÇAMURDAN OLSUN HEPSİNE HELAL OLSUN (DALTON MUSTAFA)

mustafacandan 30.05.2011

gercekten bEn de cok gururlandım :) bnde kaleiçinde oturuyrum ismi gecenlerin cogunu tanyorum basta sakıp şahyan olmak üzere :)

fatmabüyükyorulmaz 16.12.2010

ben bu makaleyi okuyunca çok gururlandım ben FERİDUN DANDAN'IN kızıyım bu memlekete eğlence sektörünü gerçek anlamda yaşatan babamın anılması beni gururlandırdı hep düşünüyordum öldü ve unutuldu diye teşekküler size

NEHİR DANDAN 28.06.2010

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!