Aksiyon dergisinde çıkan söyleşiden, Menderes Türel’in kendini daha ılımlı bir çizgiye çekmek istediği sonucu çıkarılabilir mi?
“Netice aleyhimizeyse ders almak lazım. Şimdi bu analizleri yapıyoruz.”
Türel’in özeleştiri kokan cümlesi buna işaret eder görünüyor. Yine de şu türden bir kuşkuya kapılmadan edemiyorsunuz: Acaba insanlar beyanlarını ulusal ve yerel medya karşısında bulunmalarına göre mi yapıyor? Yerel medya beyanlarında sıkça yer alan “şerefsiz” “haysiyetsiz” “namert” gibi sözcüklerin kullanılmamasına ulusal medya beyanlarında dikkat mi gösteriliyor.
“Netice aleyhimizeyse ders almak lazım”ın gereği olan “analizler”in yapılıp yapılmadığına bakalım:
“Çok büyük hizmetler yaptığımız ortadadır; bunun Antalyalılar da, Türkiye de farkında. Bu hizmetler bugün takdir görmüyorsa gelecekte görür”.
Hizmetlere yönelik takdir işinin geleceğe havale edilmiş olması, sözü geçen “analizler”in es geçildiğini hatırlatıyor.
“Neden kaybettik?” ya da “nasıl kazandık?” sorularının cevabı iki ayrı açıdan da olsa aynı şekilde veriliyor: Aynı kavşakta buluşan bu iki yorum Türel’in cümlelerinde karşımıza şu şekilde çıkıyor: “25 senede yapılması gereken hizmetleri 5 seneye sıkıştırdık. Hizmetleri bu kısa süreye sıkıştırınca halka rahatsızlık vereceğini biliyorduk.” Şunu da eklemeyi ihmal etmiyor Türel: “En ufak üzüntümüz yok.”
“En ufak bir üzüntümüz yok”, “üzüntümüz çok” anlamına da gelebilir.
Kamuoyu yargısı da bu noktaya varıyor: “Türel seçimi yanlış yatırımları nedeniyle kaybetti.” Aynı kapıya çıkan şu değerlendirmeyi de bu genellemeye ekleyebiliriz: “AK Parti’ye karşı kutsal ittifak oluştu. Antalya’da …, Manisa’da …, Türkiye’nin birçok şehrinde...”
Türel’in seçim kaybetmesinde olduğu gibi Akaydın’ın seçim kazanmasında da, bunların etkisini bizim de inkâr ettiğimiz yok.
Söyleşinin orta yerine bir damar soru kondurulmuş: “Seçim sürecinde keşke şunları yapsaydım dediğiniz şeyler var mı?” Soruya “yapmasaydım”ı da eklemek gerekmez miydi?
“Keşkeler var” diye cevap veriyor Menderes Türel ve devam ediyor: “Kendimizi sorguluyoruz. Kusuru kendimizde arıyoruz. Başkasında değil.”
Kekseler neler mi olabilir? “Keşke”lerin içeriği şairin karnındaki şiirin anlamı gibi gizli bir yerde: “O keşkeleri müsaade edin kendimize saklayalım.”
“Keşke”lerin kendine saklanması Türel’de şu türden akıl yürütme vakalarına yol açabiliyor: “Yapmadıklarıyla değil, yaptıklarıyla eleştirilen yegâne belediye başkanıyım. Çünkü kimse Antalya’da yapmadığım bir şeyi bulamıyor.”
“Kusuru kendimizde arıyoruz; başkasında değil” inandırıcılığını bu noktada kaybetmiyor mu? Aslında kusuru insanın kendinde ya da başkasında araması çok anlamlı değil; kusurun nerede olduğu bundan önce araştırılabilir; sağlıklı sonuçlara ulaşılabilirdi.
Bundan sonra filmin ikinci yarısı başlıyor. Filmin ikinci yarısına dokunaklı hikâyeler yerleştirilmiş. Bunlardan biri devir-teslim töreninden Türel’in yuh çekilerek gönderilmesi. “Demokrasi adına üzüldüm” diyor Türel ve “siyasi nezaket jesti”ne karşılık düşen muameleyi halka şikâyet ediyor: “Maalesef yakışıksız sözlerle, şarkılarla karşılanıyorum, tartaklanarak yolcu ediliyorum.”
Bir basın toplantısında İl Başkanı Hüseyin Samani’nin de dile getirdiği bir başka iddia tekrarlanıyor: “Belediyeye Türk Bayrağı yerine CHP bayrağı çekildi.”
Olay anıyla ilgili fotoğraf karelerine bakıyor ve koskocaman bir Türk bayrağının Belediye Binasında asılı olduğunu görüyorsunuz.
Devir teslimde yaşanan olayın acıklı hale getirilmesiyle yetinilmiyor; kışkırtıcı bir söylemle Türk insanının hamasi duyguları kamçılanıyor.
“Kusuru kendimizde arıyoruz; başkasında değil” mütevazılığını göstermeyi beceren bir eski Belediye Başkanının şu soruyu kendine sorması gerekmez miydi: “Neden ilk kez yuhlanarak gönderilen belediye başkanı bir başkası değil de ben oldum?”
Aklı selim sahibi kimsenin onaylamadığı bu olay, Türel’in yuhlarla gönderilmesi, sadece CHP’lilerin “terbiyesizliği”ni kanıtlayan bir “malzeme” olabilir mi?
Menderes Türel hikâyesine ilişkin anahtar cümle aslında Hasan Subaşı’nın sözleri içinde geçiyordu: “Şeytan ayrıntıda gizli.”
İşte size birkaç ayrıntı: “Sadece beş senelik bir belediye başkanlığım döneminde siyaset yaptım. Ondan iki ay önce siyasete girdim. Siyasi ömrüm beş buçuk seneye yaklaşıyor.” (Menderes Türel)
“Çok güzel hizmetler vermiş belediye başkanlarımız, bu hizmetleri sunarken halkın bir bardak çayını içmemiş ve bunu da halk dikkate almış.” (Hüseyin Tanrıverdi/ AKP Genel Başkan Yardımcısı)
“Siyasetçinin genel merkezle ve İstanbul medyası ile arası iyi olabilir. Ama oy aldığı seçmen ve Antalya teşkilatı önceliği taşımalı.” (Hasan Subaşı)
Şeytanın bu ayrıntılardan hangisi içinde gizli olduğunu merak etmekten uzak bir Menderes Türel hikâyesinden, melodramatik bir Yeşilçam filminin ötesinde bir şey çıkacağına kendi adıma ben inanmıyorum?