Antalya’nın güzel doktoru

İkinci Mahmut döneminde açılan Mektebi Tıbbiyei Aliye’nin 1 nolu diplomasının sahibi ve bu okuldan mezun olan ilk doktor olan Sait Himmet Paşa, Abdülhamid döneminin Sağlık Nazırıdır. 110 yaşına kadar yaşayan Sait Himmet Paşa’nın başlattığı doktorluk geleneğini çocukları ve torunları devam ettirecektir. Sait Himmet Paşa’nın oğlu Mehmet Hüdaverdi, İstanbul’un en tanınmış diş doktorlarındandır.

 

 

 

Mehmet Hüdaverdi’nin kızı Bedia Hüdaverdi de doktor olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne kaydolur ve bu okulu 1940 yılında bitirir. Bedia Hüdaverdi’nin annesinin babası Ahmet Paşa (Ahmet Toysal) da ünlü bir doktordur. Ahmet Paşa, Hadımköy’de bulunan askeri bir hastanenin başhekimidir. İstanbul Pendik’te ailesiyle birlikte kalburüstü bir yaşam sürmekte olan Bedia Hüdaverdi, Fakülteyi bitirdikten sonra akademik kariyer yapmak amacıyla, başvuru için Ankara’ya gider. Başvurusunun son durağı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Bu ziyaret Bedia Hanımın hayatında bir dönüm noktası olacaktır.

Bu görüşmeyle açılan yeni yolun başlangıcını Bedia Hanım 32 yıl sonra şöyle anlatacaktır:

 

Hasan Ali Yücel:

‘Vatan sizi bekliyor Bedia Hanım’

 

“Ankara’ya gittim. Bir asistanlık alacaktım. Bir hastaneye girecektim ve çalışacaktım. Ankara’ya geldiğim zaman, Milli Eğitim Bakanı rahmetli Hasan Ali Yücel’di. Misafir olduğum ev yakın dostu imiş. Benden söz edilmiş ve hemen beni çağırttı. Gittim. ‘Doktor Hanım’ dedi ‘yeni okullar açıyoruz, doktora ihtiyacımız var, bizimle çalışmak ister misiniz?’ İstanbul’dan çıkmamıştım, ilk defa Ankara’ya gelmiştim. Ve.. yine kendisi devam etti: ‘Vatan sizi bekliyor Bedia Hanım!’ Bu bir satır beni o kadar heyecanlandırdı ki ne diyeceğimi bilemedim. Derhal cevap verdim: ‘Nereye isterseniz giderim.’ Hemen tayinimi Antalya’ya çıkardılar ve bana çalışacağım yerin planlarını gösterdiler. 48 bina, revir, hastabakıcılar, her türlü imkân… Zaten yorgundum her lafı da tam anlamamışım… düzenli bir yere gidiyorum anladım ve hemen Antalya’ya hareket ettim…”

 

Tonguç ve Rasih Kaplan karşıladılar

 

Bedia Hüdaverdi, Ankara’dan karatrenle Burdur’a oradan da bulduğu bir araçla Bucak’a gelir. Tayyörü, mantar topuklu ayakkabısı, eldivenleri ve şapkasıyla buraların ahalisine benzemeyen genç doktoru Bucak’ta dönemin Antalya Milletvekillerinden Rasih Kaplan ve Köy Enstitüleri Umum Müdürü İsmail Hakkı Tonguç karşılayıp Aksu’ya getirirler.

 

‘Yetimhane’ değil Köy Enstitüsü

 

Aksu’da karşılaştığı ortam ve sonrasını Bedia Hanım öğrencilerine şöyle aktaracaktır:

“Bir dağın başı, kim yok, kimse yok; uzaklardan çakal sesleri yakınlardan köpek sesleri… Sıcak bir gece .., derelerden kurbağa sesleri.. bomboş bir yere geldim. İçeri girdiğim zaman birkaç baraka, birkaç çadır… Kızlı erkekli on-on beş çocuk, vakit geceyarısı.. herkes yatağından fırladı. Kimi belime sarılıyor, kimi boynuma sarılıyor, ‘kaç gündür bekliyoruz neredesin?’... Ben de onları kucakladım. Benim için yepyeni bir dünya… Bu içten karşılanma beni o kadar hislendirdi ki anlatmak kabil değil. Sabah olduğu zaman nereye geldiğimi gördüm. Kimse yok, ne o binalar, ne revir hiçbir şey, meğer daha yapılacakmış. .. Bir anda idrak ettim ki gerçekten vatan bizi bekliyormuş. Bütün insanlar sıtmalı, çocuklar zayıf ve hasta; sivrisinek istemediğiniz kadar. Herkesin yüzü solgun. Etrafıma bakındım, hiçbir şey yok; yalnız bütün sıcaklığı ile beni kucaklayan küçücük eller, beni gerçekten hasretle bekleyen karşılayan insanlar. Bir anda düşündüm, görevim başladı. İlk müdür Talat Ersoy. İlk bu işe birlikte başladığımız aziz arkadaşlarım Hamdi Esmer, Zarif Tunca, hastabakıcı Ayşe Hanım. … Her şeyi unutup hep birlikte büyük bir gayretle çalışmaya başladık. Köyleri dolaşıp zamanın iki teker(li) ‘tokmak arabaları’ ile öğrenci toplamaya çalışırdık. Yılları yıllara böyle bağladık ve fakat hiçbir gün ümidimizi kesmedik ve yıllar sonra biz de sizinle beraber bu mutlu güne ulaştık.”

 

Bana ‘doktorum’ deyin

 

İlk günlerin manzarasına bir başka pencereden baktığımızda şunlarla karşılaşıyoruz: Aksu Köy Enstitüsü için ayrılan, Bedia Hanımın betimlediği alanın en “konforlu” bölümü müdür odasıdır. Bedia Hanım bu odayı bir süre “yatak odası” olarak kullanacaktır. İlk günün sabahı bir gürültüyle uyanır. Pencereden bakar: Gece gördüğü çocuklar, birinin elindeki ibriği kapmak için yarışmaktalar. Bu gürültülü çekişmenin hikmetini Bedia Hanım sonradan anlayacaktır: Buruşuk giysileri içindeki “çalıya benzeyen” çocuklar, Aksu Köy Enstitüsü’nün ilk öğrencileridir; öğrencileri de değil, ilk öğrenci adaylarıdır. Sabah elini yüzünü yıkayacak doktor hanıma ibrikle su dökme onuruna kimin sahip olacağı kavgasıdır edilen. Bedia Hanım, geldiği yerin yetimhane olmadığını sonradan anlayacaktır.  

Çocuklar Bedia Hanıma ne diye hitap edeceklerini bilememektedir.

“Öğretmeninize” der çocuklara Bedia Hanım “ne diye hitap ediyorsunuz?”

“Öğretmenim diye.”

“O zaman bana da ‘doktorum’ deyin.”

Bedia Hanım’a o günden sonra sadece Aksu’da değil, Antalya’da da “doktorum” diye hitap edilecektir. Şu anda yaşamakta olan Köy Enstitülüler ondan hâlâ “doktorum” diye söz ederler.

 

 

Ellerinde kemanları mandolinleri…

 

Aksu Köy Enstitüsü, ilk müdürü, ilk yöneticileri, ilk doktoru, ilk öğrencileri ve çevredeki yapı ustaları tarafından elbirliği içinde kurulacaktır. Enstitü’nün (şimdiki adıyla Aksu Öğretmen Lisesi’nin) marangozları, duvarcıları, sıvacıları, boyacıları, “peyzajcıları” bu ilkler olmuştur. Duvarcılık, sıvacılık, boyacılık, marangozluk, ziraatçılık vb. zanaatlar; (kızlar için) dikiş atölyeleriyle; mandolin ve keman kurslarıyla, tiyatro çalışmaları ve gösterileriyle, folklor kursları ve gösterileriyle zenginleşecek; Aksu mezunu öğretmenler tayin oldukları köylerde halka her konuda önderlik edeceklerdir.

Kirli yırtık giysileriyle “çalı gibi” gelen çocuklar, bir zaman sonra köylerine ellerinde mandolinleri ya da kemanlarıyla, ütülü elbiseler içinde, diksiyonları düzelmiş olarak dönüyorlardı.

 

Tuhaf karşılaşmalar    

 

Yeni Vilayet binasının karşısında bulunan bahçeli iki evden birini Bedia Hanım kiralayıp, bu eve yerleşir. Bedia Hanım, bir süre sonra anne baba ve kardeşlerini de bu eve getirecektir. Bitişik bahçenin içinde Antalya Barosu’nun öncülerinden Dava Vekili Burdurî Hacı Şükrü Efendi ve ailesi oturmaktadır. Bir motosiklet alıp, Aksu’ya bununla gidip gelmeye başlar. Hacı Şükrü Efendi, eskiden sabah ezanıyla uyanırken şimdilerde komşusu olan genç kadının motosikletinin çalışırken çıkardığı sesle uyanmaktadır. Bu alışılmadık yolcunun tuhaf sürprizlerle karşılaştığı da olur. Bir gün Aksu’ya yakın bir yerde, yolun daraldığı araçların yavaşlamak zorunda kaldığı bir yerde üşümemek için sıkı giyinmiş, yüzünü atkısıyla kapamış olan Bedia Hanımın yolunu eşkıya keser. Yüzünü açtığında eşkıya yolcuyu tanır:

“Doktorum, siz miydiniz?” der, “özür dilerim…”

Bedia Hanım, eşkiyayı nasihatleriyle eşkiyalıktan vazgeçirir…

 

Eczanede karşılaştılar

 

Bedia Hanım öğrencilerin, öğretmenlerin, çalışanların, sıtma başta olmak üzere hastalıklarla boğuşan çevre halkının sağlık sorunları ve tedavileriyle uğraşırken, aynı zamanda Sağlık Bilgisi derslerine de girmektedir. Tedavi ettiği hastaların ilaçlarını Antalya’da bulunan Sabri Aksay Eczanesi’nden almaktadır. Bedia Hüdaverdi, elindeki ilaç listesiyle eczaneye girdiğinde uzun boylu sarışın mavi gözlü genç bir adamla karşılaşır. Genç adam ondan o genç adamdan gözünü ayıramaz. Eczacı:

“Doktor Bedia Hanım” diye genç adama müşteriyi tanıtır.

“Ben” der genç adam “Şahap Kervancıoğlu.”

Şahap Kervancıoğlu, Bedia Hanımın komşusu Hacı Şükrü Efendi’nin oğlundan başkası değildir. Hukuk Fakültesi’ni yeni bitirmiş, avukatlık bürosunu açma hazırlıkları içindedir.

“Sizinle komşuyuz” der çiçeği burnunda avukat genç doktora “ben Hacı Şükrü Efendi’nin oğluyum.”

“Evet” der Bedia Hanım “bahçelerimiz bitişik.”

Bahçeleri bitişik gençlerin hayatlarını da bitiştirmeleri bu tanışma sonrasında gerçekleşir.

Bedia Hüdaverdi bir süre sonra Bedia Kervancıoğlu olur.

Bu evlilikten beş çocuk dünyaya geldi: Ayşe (Feyizoğlu), Zehra (Kervancıoğlu), Semin (Kervancıoğlu), Mehmet (Kervancıoğlu), Ahmet (Kervancıoğlu).

Bedia Kervancıoğlu 1955 yılına kadar Aksu’da, 55’ten 67’ye kadar Arifiye’de görev yaptı. 1967’de tekrar Aksu’ya dönen Bedia Kervancıoğlu, 1976 yılında emekliye ayrılıncaya kadar bu okulda çalıştı. Emekli olduğu 1976 yılından 1978 yılında vefat edinceye kadar Antalya Tabip Odası Başkanlığı ve Türk Tabipler Birliği Konseyi üyesi olarak görev yaptı.

 

Bazı anılar

 

Oğlu Mehmet Kervancıoğlu’ndan:

‘Camına cam olayım’

Aksu’da kaldığı sıralarda çocuklar dışarıda top oynuyormuş. Çocuklardan birinin çektiği şut, topun Bedia Hanım’ın kapısının camında patlamasıyla sonuçlanır. Topla birlikte kapıda biten çocuk kollarını iki yana açarak:

“Doktorum” der “cam takılana kadar camına cam olayım”.

Bu çocuk Antalya’nın CHP’li Milletvekillerinden Fahri Özçelik’tir.

 

Kızı Zehra Kervancıoğlu’ndan:

Aman nazar değmesin

Bedia Hanımın eşiyle birlikte Serik’te oturduğu bir dönemdir. Oturdukları evin altında hayvanlara takı malzemesi, kolan, ip, çan ve benzeri şeyler satan bir dükkân vardır. Bedia Hanım kızı Zehra’ya hamiledir. İkinci Dünya Savaşı yıllarının karartma günlerinden biridir. Bedia Hanım’ın doğum sancıları başlar. Eşinden, İbrahim Konuk’un eşi Leman Hanımı çağırmasını ister. Şahap Bey, Leman Hanım için evden ayrılır. Bedia Hanım, ayışığında kimsenin yardımı olmadan kızı Zehra’yı doğurur. Leman Hanım ancak çocuğun göbeğinin kesilmesi aşamasında yetişebilir…

Sabah olunca bir köylü gelir, yalvarmaya başlar:

“Doktor Hanım, oğlumun kulağına akrep kaçtı. Ne olursun kurtar onu.”

“Yeni doğum yaptım, yatıyorum, gidemem” der Bedia Hanım.

“Doktorum ne olursun, askerden yeni geldi, aslan gibi oğlum ölüyor…”

“İyi de” der doktor hanım “bu halde ben nasıl giderim?”

“Atımla geldim” der köylü “atımla götürür getiririm ben sizi”.

Bedia Hanım atın terkisinde gidip oğlanın kulağındaki akrebi cımbızla çekip çıkar...

Kendi çocuğunu ne mi yapmış dersiniz? Alt kattaki dükkâncıya emanet etmiş.

“Bizim karılar olsa kırk günde yerinden kalkamazdı” diyen dükkâncı emaneti sağ salim annesine teslim edip, Bedia Hanımın göğsüne nazar değmemesi için at nalı, renkli boncuklar ve sarımsak sapından bir nazarlık takmış…

 

Kızı Semin Kervancıoğlu anlatıyor:

Sen doktorumun Semin’i misin?

Yıl 1971. İsmet İnönü Kız Meslek Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptığım yıllar. Antalya’dan vapurla Bodrum’a gezmeye gitmekteyim. Vapur Fethiye’de mola verdi. Birkaç saatliğine Fethiye’de eğleşmemiz gerekiyordu. Vapurda oyalanırım deyip bir kitap almaya karar verdim. Arayıp bulduğum kitapçıda okuyabileceğim çok sayıda kitap vardı. Kitap beğenmeye çalışırken kitapçı yardımcı olmak amacıyla yanıma geldi. Bir süre kitaplardan konuştuk.

Derken sordu:

“Gemiden mi indin?”

“Evet” dedim.

Bir şey hatırlamak ister gibi beni uzun uzun süzdükten sonra:

“Antalya’dan mı geliyorsun?”

“Evet, Antalya’dan.”

“Aksu’dan mı?”

“Hayır ama yıllar önce Aksu’da idim.”

“Sen” dedi “Semin misin?”

“Evet” dedim, heyecanlanmıştım.

“Doktorumun kızı Semin” diyen adamın gözleri doldu.

Onun Köy Enstitüsünde okuduğu yıllarda annem benim yaşlarımda imiş ve bana benziyormuş…

Kısa süre sonra Fethiye’de bulunan tüm Aksu Köy Enstitülüler kitapçıda buluştu. O günler yâd edilirken duygusallık onlarda olduğu gibi bende de üst düzeyde idi…

 

Kızı Ayşe Feyizoğlu anlatıyor:

‘Kaideler olmak istedik’

Annem ön planda olmaktan hep kaçınırdı. Vitrine çıkmayı sevmezdi. Aksu’da son dönemiydi. Biraz da sitem olsun diye:

“Anne” dedim “bu bahçeye senin heykelini dikmeleri gerekirdi.”

“Ah be kızım” dedi “bunu biz hiç düşünmedik”.

Sonra ekledi:

 “Biz, hepimiz, heykelleri taşıyan kaideler olmak istedik.”

 

Yayın Tarihi
17.02.2009
Bu makale 9749 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Aksu Köy Enstitüsünün ilk kız öğrencilerinden olan Pakize Türkoğlu'nun "Kızlar da yanmaz" ve "Kısa süren hasat" kitaplarını okurken bu isimle - Bedia Hüdaverdi -karşılaştım ve merak edip internette araştırınca bu yazınızı buldum. İyiki yazmışsınız ve inşallah uzun süre sunucudan kaldırılmaz yazınız. Bu topraklar hep bu isimsiz kahramanların özverileriyle bir anlam kazanıyor ve vatan oluyor.

Serdar Bayramoğlu 08.09.2012

Makalenizi beğendim. Zaman zaman yazılarınızı okuyorum, benimde sizinde ortak sorunumuz olan saç dökülmesine bir çare olacak -ekim yötemi hariç- bir sağlıkçı var mı acaba. Şimdiden Teşekkür ederim.

Ramazan YILMAZ 12.05.2010

ellerinize saglik, cok guzel yazi ... Bence de kendisi heykeli dikilecek bir Cumhuriyet Kadini...

pinar sal 08.05.2010

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!