Bağlamanın en ustası:Erdal İyiöz

 

Bu haftaki portremizin konuğu, bağlama üstadı Erdal İyiöz. 1941 Antalya doğumlu olan Erdal İyiöz “Antalya’nın yetiştirdiği en iyi sazcı” olarak kabul edilir. Ailesi Korkuteli kökenli. Dedesi efelik yaparken öldürülmüş.

Erdal İyiöz, çocuk yaşta inşaatçılığa başlar. Taş duvar ustası babasının yanında yardımcı olarak çalışıyor, teneke ile helik taşıyordu.

Okulu orta ikinci sınıfta bırakır. Usta olarak yetiştirmek için babası onu okuldan alır.

(Okulu dışardan sınavlara girerek sonraki yıllarda bitirecektir.)

 

Bahçeden gelen saz sesi

 

Bahçe arasındaki düğünde bir adam saz çalmaktadır. Sazın sesine İyiöz hayran olmuştur.

Babasına “bana bir saz alır mısın?” diye yalvarır.

Baba “sen çingene misin?” diye çıkışır. “Ben” der “senin işadamı olmanı istiyorum.”

Erdal “işadamı olalım ama evimize geldiğimiz zaman sazımızı da çalalım” der.

Baba “çekil git len geçmişi tenekeli” deyip kestirip atar.

 

Kuyunun yanındaki parıltı

 

Evin bahçesindeki kuyunun yanında bir parıltı görür. Parıltının olduğu yere gider. Birisi kuyunun yanına bir saz koymuştur; parlayan odur. Erdal çocuk, sazı eline alıp okşar, mızrabı çıkarıp tellere dokunur…

Antalya’da saz teli satılmaz. Tel bulmak için İstanbul’a, Şemsi Yatsıman’a mektup yazıp sipariş vermek gerekir.

Sazı Erdal’ın ağabeyi arkadaşından emaneten almış; saz geri gidince Erdal sazsız kalmıştır.

Şemsi Yatsıman’dan bu kez tel değil saz sipariş edilir. Sipariş edilen saz altı ay sonra gelir. Bundan sonra Erdal İyiöz hiç sazsız kalmaz.

 

Ekşili Bahçe’de saz muhabbeti

 

Belediye İşhanı’nın ilerisindeki Halk Bankası’nın arkalarına düşen yerde Ekşili Bahçe bir yer vardır. Ekşili Bahçe’nin içinde bir han ve dükkânlar vardır. Bu dükkânlardan birinden saz sesleri gelmekte, İyiöz gelip geçerken sese kulak kabartmadan edememektedir. İçinde saz çalınan dükkânın kapısı yaş keresteden yapılmış olmalı, tahtalar kurudukça çekilmiş bu nedenle de kapı küçülmüş olduğundan kapıyla pervazı arasında içeriyi saklayamayan bir aralık kalmıştır. Erdal aralıktan içeri bakar.

İçerde zayıfça biri saraçlık yapmakta, saracın yanında oturan birkaç kişi saz çalıp türkü söylemekte, saracın sakiliğinde şarap içmektedirler.

Erdal çocuğun, Ekşili Bahçe’nin sanatçılar topluluğu ile bu arada saraçlık yapmakta olan Cevat Uyanık’la tanışması fazla zaman almaz.

Akşamüstleri, işin bittiği zamanlarda Erdal soluğu Ekşili Bahçe’de alıp, dinlediği türküleri akşam evde çalıp söyleyerek öğrenmektedir.

Cevat Uyanık birgün, türkü meraklısı çocuğu çağırıp:

“Gel” der.

Bir eline bir testi tutuşturur, avucuna birkaç bozukluk bırakır, enseye tokadı patlatıp:

“Kalekapısı’nda Dönerci Faruk gilin yanındaki şarapçıdan testiyi doldurtup getir.”

Sazcılardan biri sitemle karışık sorar:

“Neden vurdun çocuğa?”

Cevat Uyanık  kızını döven Nasrettin Hoca’nın verdiği cevabı verir:

“Testiyi kırmasın diye.”

Erdal şarabı kapıp testiyi kırmadan saz heyetine teslim eder.

“Haydi bakalım delikanlı” der Cevat Uyanık Erdal’a dönüp, “bir türkü de sen söyle”.

Erdal sazcılara Yurttan Sesler grubundan öğrendiği bir türkünün sözlerini mırıldanır; sazcılar türküyü çalar o söyler:

 

“Sabahtan kalktım da ezan sesi var

Ezan da sesi değil burçak yası var.”

 

Cevat Uyanık ve yanındakiler Erdal’ın türküyü çok güzel okuması karşısında şaşırıp kalırlar.

Cevat Uyanık:

“Bravo” der “bu çocukta iş var”.

Erdal’ı “meclis”e kabul etmeye başlarlar.

Bu arada Erdal saz çalan çocuklarla tanışır, onlarla kendi küçükler meclisini oluştururlar. Ata Eycan, Erdoğan Küçüktepe, Hüseyin Küçüktoka, Nuri Ciğer yeni arkadaş grubunun üyeleridir.

İnönü İlkokulu Müdürü Nuri Kanak aynı zamanda müzik öğretmenidir. Nuri kanak Erdal ve arkadaşlarının farkına varır, onlara müzik dersleri vermeye başlar. Bir başka öğretmen Liva Koç da nota dersleri verir. İyiöz, “notayı ağırlıklı olarak kendi çabalarımla, kendi kendime öğrendim” diyor.

Erdal’ın asıl işinin inşaatçılık olduğunu, saza ayırdığı zamanın “kaçak göçek anlar”la ilgili olduğunu hatırlatmadan geçmeyelim.

 

 

İzmir Radyosunda bir Antalyalı

 

Ankara Radyosu sanatçısı Orhan Subay’ı Gebizli Sineması’nda saz çalarken dinleme fırsatı bulması onun için bir dönüm noktası anlamına gelecektir. Orhan Subay’ı dinledikten sonra kendisinin iyi saz çalmadığını düşünür; sazı geliştirmek için İzmir’e gidip, Yılmaz İpek’ten ders almaya karar verir ve dediğini yapar.

Yılmaz İpek Erdal İyiöz’ü dinledikten sonra: “Bayağı iyisin, Salı gün İzmir Radyosu’na gel” der.

Yılmaz İpek, Erdal İyiöz’ü İzmir Radyosu Halk Müziği şeflerinden Mustafa Hoşsu ile tanıştırır.

Mustafa Hoşsu Erdal İyiöz’e “çal bakalım oğlum” der. “Çal bir türkü.”

Erdal kendi derlediği bir türküyü hem çalar hem söyler:

 

“Bir kilo kestaneyi aldım elliye

Kabuğunu soydurdum esmer benliye.”

 

Yıl 1959. Erdal, bıyıkları terlemiş, delikanlı çağında heyecanlı bir gençtir. İzmir Radyosu’nda canlı yayındadır. Şef ona der ki:

“Sen benim adamlardan daha iyisin.”

Yılmaz İpek, “sordukları zaman teyzem gilde kalıyorum de” diye tembih eder.

Mustafa Hoşsu onu ekibine dahil eder.

 

Askerde moral programları

 

“O arada askerlik çıktı. Askere gittiğimde evliydim. Geldiğimde bir buçuk yaşına basmış kızım vardı. Moral eriydim. Bornova’da Askeriyenin sinemasında moral programları yapıyordum, o programlarda saz çalıyordum. İzmir Radyosu’ndan Bedia Akartürk’le tanışıyoruz. O geliyordu. O söylüyor ben çalıyordum.”

İyiöz moral programlarından söz ederken bir şeyin altını çizmeyi unutmuyordu:

Bedia Akartürk için ‘türküleriyle Türkiye’yi sallayan kadın’ denir. O bunu hak eden bir sanatçıdır.”

 

Antalya Radyosu’nda

 

Askerde iken Erdal İyiöz’e bir mektup gelir. Mektup Cevat Uyanık’tandır. Açıp bakar:

“Erdalcığım” der mektupta Cevat Uyanık “Antalya’ya ‘ses evi’ açılıyor, koro kurulacak, haberin olsun”.

Komutanlarından izin alıp gelir ve Antalya Radyosu’na kaydını yaptırır.

Askerlik dönüşü Antalya Radyosu’nda çalmaya başlar. İzmir Radyosu’ndan Antalya’ya misafir gelen Durmuş Yazıcıoğlu  “sizin sazcılar bizimkilerden ilerde” diye Erdal İyiöz’ün de içinde yer aldığı ekibi över.

İyiöz ilerleyen günlerde “Antalya Radyosu Bağlama Topluluğu” adlı grubun Türküler ve Oyun Havaları programını yönetmeye başlar. Bu arada İstanbul’a gider ve 15 adet 45’lik taş plak doldurtur. Plaklarda yer alan 30 türkünün tamamı Antalya türküsüdür.   

20 yıl aralıksız Antalya Radyosu’nda çalışan Erdal İyiöz parayla hiç sahneye çıkmamış.

“Misafir olarak birçok yerde çalıp söyledim ama para karşılığı hiç çalmadım” diyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“Parayla çalınca ‘Konyalı’yı çalarken ‘kes Mevlana çal’ diyorlar. Kaç saz kırdım bu yüzden.”

 

Kitaplar ve ödüller

 

Erdal İyiöz ayrıca önemli bir derlemecimiz. Köylere gidip, “mırıldananlara türkü söyleterek” nice yeni türküyü ortaya çıkarıp Türk Halk müziği repertuarına kazandıran bir sanatçı.

Erdal İyiöz içinde 44 Antalya, 12 Akseki, 15 İbradı, 14 Korkuteli, 3 Finike, 3 Kaş ve 1’er Kumluca, Alanya, Gazipaşa, Manavgat, Serik türküsü; 6 uzun hava, 24 zeybek-oyun havası-saz havası bulunan “Teke Yöresi Antalya Türküleri ve Oyun Havaları” adlı kitabını 1999 yılında yayınlar. Sanatçı 90 tane daha Antalya türküsü toplamış, onları da hazırlayıp birinci kitabın devamı olarak yayınlayacak. Onu tanıyan Antalyalılar, ustalığına saygıyı da çağrıştırdığı için Erdal İyiöz’den “Erdal Aga” diye söz ederler.

Antalya’nın Türkiye’nin en çok türküsü bulunan birkaç ilinden biri olduğunu, birbirinden değerli klasikleşmiş türkülerinin bulunduğunu yayınlanmış kitabını ve ikinci kitap için hazırlanmış dosyayı karıştırırken anlıyoruz.

Erdal İyiöz eski bir Alanya türküsünü yeni  derlemiş. Klasikleşecek bir türkü olarak örnek gösterdi, çalıp söyledi. Türkü gerçekten nefis bir şey:

 

“Bugün hava pusarık

Aman neden pusarık

Eğil bir yol öpeyim

Belki yolda susarık.”

 

Erdal İyiöz’e verilen çok sayıda onur plaketi var. Bekir Kumbul ve Hasan Subaşı dönemlerinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından; Osman Güngör döneminde Beymelek Belediye Başkanlığı tarafından sanata katkılarından; Selahattin Tonguç döneminde XIV. Sanat Festivali’ne katkılarından dolayı Antalya Belediye Başkanlığı tarafından onur plaketleriyle ödüllendirildi.

Erdal İyiöz aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi’nin “Antalya’da İz Bırakanlar” listesine giren ve bu konuda ödüllendirilen bir sanatçı.

 

Bazı hoş sürprizler

 

Türkü derlerken sürprizlerle de karşılaşılabiliyor. İşte onlardan biri: Erdal İyiöz (Aksekinin Mahallesi) Maşat’a gidiyor. Dinlediği bir türküyü teybe kaydediyor. Türkünün sözlerini yazıyor, notaya döküyor. Evde Halkevi’nin dergisini karıştırırken bir de bakıyor ki aynı türküyü Muzaffer Sarısözen 1943 yılında derleyip yayınlamış.

 

Cevat Uyanık’lı anılar

 

Erdal İyiöz-Cevat Uyanık dostluğu araya zaman zaman kırgınlıklar girse de uzun süre devam etmiş. Bu dostluktan geriye kalan ilginç anılar var. Bunlardan ikisini Erdal Aga’nın dilinden aktarıyoruz:

Günlerden Pazar. Kapı çaldı. Gelen Cevat Aga’ydı.

İçeri zar zor girdi:

“Haydi Aşık Veysel’e.”

“Şaka mı yapıyorsun?” der gibi yüzüne baktım.

“Aşık Veysel hastaymış. Ziyaretine gidelim.”

“Neyle, nasıl gideceğiz ki?”

“Motosikletle. Haydi çalıştır.”

“Bugün erken başladın galiba.”

“Bakkal dükkânı erken açtıysa benim ne günahım var. Çalıştır Jawa’yı.”

O kadar ısrar etti ki… Cevat Aga atladı kırmızı Jawa’nın arkasına, çıktık yola. Dokumanın oralarda motorda bir hafiflik başladı. Üzerinden bir ağırlık kalkmış gibi rahat gitmeye başladı. Sağ elim gazda. Sol elimle yokladım… Baktım Cevat Aga yok. Düşmüş. Dönüp aradım… Dokuma Fabrikası’nın önünde kollar ve bacaklar açık tayyare gibi yatıyor. Kaldırıp bir ağacın dibine yatırdım.

Ayılır ayılmaz sordu:

“Geldik mi Veysel’in evine?”

“Geldik” diye cevap verdim,

“Veysel nerede?”

“Ağaçlarda hastalık varmış, onlara ilaç sıkıyor.”

Az sonra uyudu. Akşam uyandığında:

“Burası Sivas mı, Veysel nerede?”

Veysel’in oraya deyip eve götürdüm.

 

Mezardakiler

 

Bir başka Cevat Aga anısı da şöyle:

Direksiynda ben. Cevat Aga yine kırmızı Jawa’nın ardında.

“Erdal al bir rakı da içelim” diye dürtüp duruyor.

Ağabeylerim bekliyor, zaman benim için “kaçak zaman”; bir an evvel inşaata yetişmem gerek.

“İşim var, işten sonra.”

Biraz gittik, yine dürttü:

“Erdal be al bir rakı içelim.”

“İşim var, işten sonra.”

“Dur o zaman.”

Durdum.

“Buyur Cevat Aga.”

“Sağına bak ne görüyorsun?”

“Mezarlık görüyorum, mezarlar görüyorum.”

“Onların da işi vardı. Bırakıp işlerini buraya geldiler. Hepsi yatıyor…”

“Yapacak bir şey yoktu; büyüğü aldık, kurduk masayı.”

 

Paralar havada uçuşuyordu

 

Erdal İyiöz’ün lokantacılık yaptığını, lokantayla ilgili ilginç anılarının olduğunu duymuş ama bu anıları kendinden dinleme fırsatı bulamamıştım. Lokanta işini bırakmasına sebep olan olayı sordum:

Arapsuyu’nda Altınkum Lokantası’nı çalıştırıyordum. 10 yıl (80-90arası) bu lokantayı çalıştırdım. On yıl boyunca da lokantada programlar yaptım. Baktım herkes sarhoş oluyor. Kafayı bulan “çal bir Çubuk Beli” diyor. Lokantacılık mı yoksa çalgıcılık mı yapıyorum anlayamadım. Milletin yemesi içmesi bitmiyor, programlar sabaha dek sürüyor.

Böylesi bir gece. Sayısını hatırlamadığım kadar Çubuk Beli isteğinden sonra sabahın dördünde program bitti. Antalya’nın “önemli” adamlarından biri “Çal bir Çubuk Beli de dinleyelim” demez mi?

Kırdım sazı, bindim fildişi Murat’a, çıktım Varyantın üstüne. İki tomar parayı çıkarıp cebimden fırlattım havaya. Dünya kadar banknot renkli güvercinler gibi havada uçuşuyordu… Öfkem biraz yatışır gibi oldu ne var ki bu kez de saatin metal kordonu kolumdaki kılları çekip canımı yakmaya başladı. Saat de anında denizi boyladı…”

 

Lokantacılığa son nokta

 

Dolap tavuk dolu, balık dolu, et dolu, ustam iyi, müşteri bol, para bol…

Her şey bol olmasına bol da bana gına geldi.

Oğlana dedim ki: Bu işin Çarşambası Perşembesi, gecesi gündüzü yok.

Oğlan kaygılı bir ifadeyle yüzüme baktı.

“İşçiler”, dedim, “buraya gelsin”.

Kimin ne kadar alacağı var, sordum, ödedim…

Vurdum kapıya kilidi, Altınkum’u terk ettim.

 

Sazlar arasında bir yaşam

 

Erdal Aga’nın çalışma odasının duvarlarında birbirinden güzel çok sayıda saz asılıydı. Sazların hepsi uzun saplıydı.

“Kısa saplı çalamıyor musun?” diye sordum.

“Çalıyorum. Ama uzun saplıdaki ses genişliği daha fazla. Gençler bunu bilmiyor. Kısa saplı ayrıca bölgenin tavrını uzun saplı kadar vermez.”

Erdal İyiöz bir dönem yaylı tambur da çalmış. Yaylı tamburla Zeki Müren’e bile eşlik eden İyiöz, yaylı tamburu epey zamandır eline pek almıyor.

 

Antalya meyhaneleri

 

Sohbetimizi dinleyen Hüseyin Çimrin, Erdal Aga’ya Antalya’nın eski meyhanelerini sordu.

“Ben” diye cevap verdi Erdal İyiöz “içki çok içmezdim. Bursalı’nın çalıştırdığı ‘Tek Nal’ vardı. Bursalı arabacı olduğu için meyhanenin adını ‘Nal’lı koymuş olmalı. Cevat Aga’yla mecburen Tek Nal’a takılırdım. Fıçılar vardı. Müşteriler fıçıların üstünde otururlardı. Kalekapısı’nda Hakkı Baba’nın yerinde gündüz döner satılır, akşam meyhane olarak hizmet verilirdi.”

Tek Nal’ın ünlü ve muzip bir müşterisi olarak Ali Zarzuri’den eskiler çok söz eder. Erdal Aga da onun muzip hikâyelerinden birini anlattı. Zarzuri, akşam kırdığı vitrin camının önünde sabah dükkân sahibi ile birlikte camı kıranı arıyordu...

 

Şu günlerde Erdal İyiöz

 

İsmail Baha Sürelsan hoca Konservatuvar açar ve emekli olduktan sonra hocalık yapması için onu da davet eder. İyiöz, Konservatuvarın ilk gününden itibaren gençlere saz ve repertuar dersleri verir. 10-15 yıl konservatuvarda hocalık yapan Erdal İyiöz hastalanınca Konservatuvardaki görevini bırakır. Şu sıralarda evinde müzik çalışmalarına devam ediyor. Derlediği çok sayıda türkünün yanında besteleri de olan Erdal İyiöz’ün iki kızı bir oğlu ve de sekiz torunu bulunmakta.

Erdal İyiöz, Türk Halk Müziği’ne ilgisini hiç kesmez. “O günlerdeki heyecanı bugün de aynen taşıyorum” diyor, “gecenin saat üçünde uykum kaçar, ‘eksik olan neydi?’ diye kendime sorar çalışmaya koyulurum”.

Yayın Tarihi
27.08.2008
Bu makale 12954 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
iste bu adam benim dedem yıllardır görmediği, adını ondan aldığım adam beni görse kim bilir belkide hatırlamaz bile belki bebekken benden aldığı kokuyu duyarda hatırlar buradaki eksik bilgileride ben tamamlayayım Eşi = Dudu eyiöz cocukları = en büyüğü ERAY Yanık torunlar adını aldığım ben Erdal ve abim Uğur ortanca FERAY Köse torunlar en büyüğünden başlayarak BORA TOLGA ve BAHAR küçüğü GÜRAY Eyiöz torunlar en büyüğünden başlayarak ELİF ERDAL ESİN dedemede bi mesaj yazacak olsaydım belki duyup yada buradan okuyacağını bilseydim şöyle derdim Mehmet dedemi hiç görmedim bile ama Erdal dedem var dedim hatırladığım kadarıyla seninle görüşmeyeli 10 sene belkide daha fazla oluyor dede sana karşı kötü bişi beslemiyorum asla ama ne bileyim cocukluk işte bende yanına gelmez oldum bi olaydan sonra hatırlarsın belki dedem hergun senin yanına gelirdim okuldan sonra senin yanına gelmeden ewe gitmezdim oturduğun ve şuan hala oturmakta olduğun basın apartmanında dişçim vardı dişlerimi yaptırmaya gittiğimde sende oraya inerdin beni acımıcak acımicak diye teselli ederdin ölen aralarında beni okuldan renault flaş arabanla sık sık alıp yemeğe götürürdün bana cocukmuş gibi değilde sanki arkadaşınmış gibi davranırdın ve şimdi ne oldu dede ne oldu dede neden yoksun hani dedem hani eski hatırladığım dedem haberlerini alıyorum ve sadece bu saatten sonra üzülüyorum yapacak birşey yok diye kafamı eyiyorum sen bilirsin be dede sen bilirsin senden ne para istedim ne at ne araba istedim senden sevgi istedim ama o seni en son gördüğüm ve ben birdaha dedem deyip bu adamın yanına gelmem dediğim günü çok iyi adım gibi hatırlıyorum kalp ameliyatı olmuşsun allah sağlık sıhat versin ömrün uzun olsun seni bu sitede görünce birden çok kömü oldum hiç değişmemişsin değişen tek şey yokluğun ama ne bileyim aklıma geldi dedim bi googleye yaziyim belki dedemin fotosunuda olsa görüm fazla uzun ettim canını sıkmıştır şimdi bu dediklerim belki de byby

Erdal Yanık ( Eyiöz ) 24.01.2009

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!