Antalya’nın merkezi Kalekapısı’nın görüntüsü çok çirkin. Saat Kules’nin tam karşısında bulunan; iç içe girmiş, üst üste konmuş; gecekondudan daha çok “tenekekondu”ya benzeyen yapılar ve dükkânlar Antalya’ya hiç mi hiç yakışmıyor.
“Eskitme” amaçlı halı yıkamalarda kullanılan asitler, kentimizin önemli bir bölgesinde sulara karışıyor. Hidroklorik ya da sodyum hidroklorik asit kullanılarak yapılan halı yıkamaların yüzde 80’inin Antalya’da yapıldığını düşünecek olursak olayın vahameti ortaya çıkar. Halı yıkamadan kaynaklanan asit çukurları Antalya’nın bir başka “çirkin”i.
Çirkini güzel eylemek
Kalekapısı’nda görüntü kirliliği yaratan binalar ve dükkânlar, giydirilerek güzelleştirilecek. Giydirme işinin “terzi”sinin kim olduğunu araştırdık; ihalenin Ankaralı bir mimarlık firmasına verildiğini öğrendik.
KALEDER patentli projenin finansmanı Büyükşehir Belediyesi tarafından sağlanacaktı. Kalekapısı esnafından “Antalya’da mimar yok muydu?” diyenlerden etkilenip; öküzün altından buzağı çıkabilir mi dedik; ihalenin verildiği Sayka Mimarlık’ın neyin nesi kimin fesi olduğuna fenerimizi doğrulttuk.
Sayka Mimarlık, Side ve Perge’de restorasyon işi yaptığı dönemlerde Antalya Koruma Kurulu Başkanı olan Haluk Abbasoğlu’ndan danışmanlık hizmeti aldığı için epey eleştirilmiş. Daha doğrusu kendi bölgesinde iş yapan Sayka’ya danışmanlık yaptığı için Abbasoğlu eleştirilmiş.
Bunun dışında Sayka Mimarlık’la ilgili ulaşabildiğimiz tüm haberler olumlu.
Bir restorasyon harikası olarak bildiğimiz Tarsus Evleri projesi, Sayka Mimarlık’ın sahibi Yüksek Mimar Saadet Sayın’ın elinden çıkma.
Side ve Perge’deki birçok tarihi eser restorasyonunda Saadet Sayın imzası var. Saadet Sayın, “restorasyon uzmanı” olarak markalaşmış bir isim.
Sonuçta öküzün altından buzağı değil, hayırlı haber çıktı. Kalekapısı’nın giydirilmesinin ehil ellere bırakılması sevindirici.
Antalya’nın antik geçmişiyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemi mimari dokusuyla uyumlu olabilecek; kentin geleneksel dokusunu, modern karakteriyle uyumlu kılabilecek bir “kıyafet”in ona yakıştırılacağına inanabiliriz. Böylelikle bir kötünün yerine bir iyi, çirkinin yerine güzeli koymuş olacağız.
Kötünün yerine iyi
Kimyasal yöntemlerle halı yıkama işinin zehir saçması, kentin ve ilgili bölgenin yetkilileri tarafından çok iyi denetlenmesiyle önlenebilir. Kullanılan asitler arıtılıp zararsız hale getirilemiyorsa yasaklanması yoluna gidilebilir; gidilmelidir.
“Halı eskitme” halı satışını özendiren, turizme önemli getiriler sağlamada geçerli bir yöntem olabilir. Ancak kimyasal artıklar, toprağa sızıyor ve yeraltı sularına karışıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Olayı turizm gelirleri açısından düşündüğümüzde Henrich İbsen’in “Bir Halk Düşmanı” adlı eserindeki olay örgüsünü yenilemiş oluruz.
Kaplıcalarıyla ünlü, hemen tüm gelirleri kaplıca turizmine bağlı şehrin sularına atık maddeler sızmıştı. Şehrin Belediye Başkanı ağabey, olayın örtbas edilmesini; şehrin doktoru kardeş olayın örtbas edilmemesini istiyordu.
Neticede “turizm gelirleri” “halk sağlığı”nın önüne geçti; doktor “halk düşmanı” ilan edildi.
Halı eskitirken insan eksiltmek istemiyorsak, insan sağlığına halı temizliğinden daha çok önem vermemiz gerekir.
İşin örtbas edilmemesini isteyen “halk düşmanları” yaratmak istemiyorsak, olayın üzerine ciddi biçimde gidilmelidir.
Bir başka kötüyü iyi, bir başka çirkini güzel eylemekte geç kalmayalım.