YAŞAMAK ZAMANI

Diken Tarlasından Gül Bahçesine (10)

 

Mutlaka Not Edin Bunu!

            Diken tarlasından istifa edip her geçen gün biraz daha bahçe olmaya soyunan arazimizin önünden geçen yola göre, ortadan biraz daha geriye yaptırdığımız köy evinin, tabanı dışında her yeri ahşap olan geniş balkonu da tamamlanmıştı artık.

            Yatak odalarının banyo ve tuvaletlerine gelmişti sıra. Kavaklı köyünde nalbur dükkânı olan aynı köyden Osman Çalkın, köydeki işyerini başka birine devredip Silivri’de daha büyük bir mağaza açmıştı. Banyo ve tuvalet gereçlerinden buzdolabı ve çamaşır makinesine varıncaya kadar yeni yapılan bir ev için ne arasanız vardı içinde.

            Benzer mağazalar çoktu Silivri’de ama bildiğim, tanıdığım, daha önce alışveriş yaptığım bir arkadaş varken, niçin başka yere gideyim? Ayrıca efendi, kibar, saygılı ve güler yüzlü bir insandı Osman Bey.

            Gerekli malzemeler için doğruca ona gittim. Her zamanki gibi “Buyur hocam, buyur Hüseyin Bey” diye güler yüzle karşıladı yine. Hal hatırdan sonra, “Çay mı, kahve mi içeriz?” diye sordu.

            “Ne çay, ne kahve… Burası işyeri arkadaş, müşterilerine bak sen.” dediysem de:

            “Delikanlı ilgileniyor müşterilerle.” deyip telefonla iki çay söyledi hemen.

            “Bahçıvan evinden sonra, bizim köy evini de bitirdik. Banyo ve tuvalet malzemeleri gerekli bize.” dedim.

            “Tamam hocam, ne var ne yok siz şöyle bir bakın; ne arzu ederseniz, memnuniyetle…”

            “Param yok ama…”

            “Canınız sağ olsun! Ben bugüne kadar, ne zaman para istedim ki sizden? Hep siz getirip verdiniz bana.”

            “Şaka, şaka! Paramız yoksa da çekimiz var, senedimiz var.”

            “Olmasa da dert değil Hüseyin Bey. Siz beni tanıyorsunuz, ben de sizi…”

            Şöyle bir dolaştım mağazayı. Özellikle klozet ile “armatür” dedikleri duşluklara baktım. Lüks ve pahalı olanları değil, kullanışlıları seçtim.

            “Arkadaş, bana şunlardan beşer tane gerekir.”

            “Beş mi dediniz?”

            “Evet, beş…”

            “Ben görmeyeli beş ev mi yaptınız?”

            “Yok canım, kendimiz için küçük bir köy evi yaptık sadece.”

            “İyi de niçin beş klozet, beş duşluk?”

            Haklıydı Osman Bey. Bir eve bir, bilemedin iki klozet yeter de artar. Banyoya da bir duşluk… Villa değil ki bu. Çatı katı olan basit bir köy evi ise beş klozet, beş duşluğa ne gerek var?

            Üstelik üç kişilik küçük bir aile… Karı, koca ve bir çocuk…

            Anlattım nedenini. Dört oda… Her birinin banyo ve tuvaleti içinde… Bir de genel banyo ve tuvalet olunca…

            “Evet, şimdi anladım!” dedi ama içinden ne dedi bilmiyorum.      

            Bir yakınıma konuk olunca, beni en çok düşündüren tuvalet olurdu. Sabah erkenden kalksam, uyandırmış olurum onları ki, buna hakkım yok. Ya gece kalkmak zorunda kalırsam?..

            Diş fırçala, tıraş ol, klozette otur derken, tuvaleti gereğinden fazla meşgul edersem?..

            İstedim ki, yatılı konuklarımız, bu endişeleri duymasın hiç. Onlar rahat olsun ki, biz de rahat olalım.

            İyi ki öyle düşünmüş, öyle yapmışız; otuz yıl önce.

            Evet… Salona bir şömine düşünmüştük; değil mi? Kalorifer olacağına göre, şömineye gerek yok mu dediniz?

            Evlendiğimizden bu yana, kaloriferli evlerde oturduğumuz için “ateşi özlemiştim” desem, inanmazsınız; değil mi?

            Çocukluğumun geçtiği baba evinde kaloriferimiz de yoktu bizim, sobamız da… Kışın ocakta çalı çırpı ya da odun yakarak ısınırdık.

            Epeydir ocakta odunların çatırdayarak yanmasını özlemiştim. Nostalji dedikleri şey bu olsa gerek.

            Soğuk bir kış günü, hele hele de karlı bir havada gelsek, atsak odunları şömineye, çıra bulamazsak bile eski gazetelerle tutuşturup geçsek karşısına otursak, fena mı olur?

            Canlarım benim, bu kadarcık bir zevki de çok görmeyin bana lütfen!

            O işin ustasını da bulup hoş görünümlü bir şömine yaptırdım. İlk birkaç yıl yakıp hevesimizi aldıksa da yıllardır yakmadık hiç…

            Not: Yazıyı bilgisayara geçiren kızım Dilem Gözde, bir parantez açmış yine. Bu kez ne yazmış bakalım:

            (Babacıım! Geçen yıl yaktık ya şömineyi. Virüs salgınından dolayı mart sonunda gelmiştik. Havalar serin, hatta akşamları soğuktu. Kaloriferi çalıştıramamıştık da şömine yetişmişti ya imdadımıza. Çatır çatır yanmıştı. Sen de karşısına geçip gazeteni okudun hatta… Ben de çizim yaptım… Ara sıra harlansın diye odun atıp karıştırdık ya… Hatta bende videosu bile var; aynı özlediğin çatırtı… İnsanı dinlendiren o sihirli ses…)

            Buradan anladım ki, günümüzden kırk elli yıl öncekileri, bir iki yıl öncekilerden daha iyi anımsıyorum ben. Neden acaba?

            Gidelim biz yine otuz iki yıl öncesine:

            İstediğim gibi geniş bir balkon yaptırdıktan sonra, kalorifer tesisatı döşetip bir kat kalorifer kazanı alıp taktırdım. Çatı katına bir mazot deposu koyup o işi de tamamladık. (O yıllarda doğal gaz nerde? İstanbul’da bile yoktu.)

            İyi de, “Yaz boyunca güneş enerjisinden niçin yararlanmayalım biz?” deyip araştırdım. Silivri’de bu işi yapan bir arkadaşa, çatıya bir “güneş paneli” doğal ısıtıcı koydurdum. Öyle rahat ettik ki, sormayın. Otuz yıl, bütün bir yaz boyunca mutfak ve banyo suyumuzu güneş ısıttı.

            “Depoda mazot var mı, yok mu?” diye de sormadık hiç, “Eyvah, elektrikler kesik. Nasıl banyo yapacağım ben şimdi?” diye de endişelenmedik.        

            Aklınızda olsun, büyük kolaylık… Üstelik masrafsız da… Şimdi çok daha gelişmişleri vardır mutlaka.

            Bunu aklınızın bir kenarına hemen not edin; derim ben, unutmadan… (Devam edecek…)

 

 

Yayın Tarihi
17.10.2021
Bu makale 607 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!