YAŞAMAK ZAMANI

Diken Tarlasından Gül Bahçesine (17)

Günaydın Tavuklar, Horozlar!

 

bırakın n’olur

erken erken ötsün

                    horozlarımız

özgürce yaşasınlar gayrı

                          kızlarımız

                                oğullarımız

                                         H. E.

            Her geçen gün biraz daha bahçeye benziyordu; dikenli tarlamız.

            Bildiğiniz gibi deniz kıyısındaki yazlığımızdan taşınmıştık; “Küçük Çiftlik” adını verdiğimiz bahçemize.

            Evet, “Küçük Çiftlik” yazılı ahşap bir tabela koymuştuk girişe ama çiftliğe benzer bir yanı yoktu henüz. Ne bizde vardı yetişmiş bir tek ağaç, ne de komşuda…

            Olacaktı, olacaktı ama!

            Her sabah ve her akşam kontrol ettiğim, yeşerip sürgün vermesinden mutluluk duyduğum o fidanlar büyüyecekti mutlaka. Bir kısmı meyve verecek, bir kısmı da çiçeği, görünüşü ve gölgesiyle huzur verecekti bize.

            Sularını da ihmal etmiyorduk; gübrelerini de… Âşık Veysel’imizin “sâdık yârim” dediği kara toprak, kendisine verilen emeğin en az beş, on mislini ödemez miydi?

            Ev, havuz, fidan, çit, kapı, tabela derken önemli bir şeyi unutmuştum.

            “Araba sesiyle değil, horoz sesiyle uyanmak istiyorum.” demiyor muydu eşim?

            İyi de horoz yok ki, sesi olsun.

            Önce bir kümes ve tavukların serbestçe gezip dolaşacakları bir alan olmalıydı.

            Bahçıvanımız İlyas Efendi ve eşi Sebile Hanım’la paylaşınca bu düşüncemi onlar da uygun gördüler. Haydi deyince, bahçıvan evine bitişik bir kümes yaptırdım hemen. Yaklaşık yarım dönüm bir alanı tavuklar için ayırıp telle çevirdik. İki torba yem, suluk ve yemlik aldık.

            Yakınımızda bir tavuk çiftliği vardı. İlyas Efendi ile gidip on tavuk, iki horoz alıp geldik.

            Bırakıverdik; yeni evlerine ve bahçelerine. Yemlerinden serpiştirdik. Nasıl da sevinip neşeli sesler çıkararak yediler. Epeydir izleme olanağı bulamamıştım onları. Çoktan unuttuğum o zevki tattım yeniden.

            Güler! Tatlım benim!

            Al sana horoz sesi: Üürüüüü!..

            Güzel kızım Dilem! Canım benim!

            Al sana tavuk sesi: Gıt gıt gıdaaak!..

            Ertesi sabah, birkaç yumurta getirmesin mi Sebile Hanım! Şaşırdık:

            -Nerden bunlar?

            -Tavuklarımızdan…

            -Yaaa!..

Dün, “hoş geldiniz” demiştik onlara, onlar da “hoş bulduk” demiş oldular bize böylece…

Ve biz “Küçük Çiftlik”imizde o sabahki kahvaltımızı, kendi tavuklarımızın taze yumurtalarıyla yapmış olduk; ilk kez.

O yıllarda Florya’da oturuyorduk.

Birkaç yıl sonra, İstanbul’un en yeni semti, Bahçeşehir’e taşındık. Buradaki müstakil evimizin bahçesi çok uygun olduğu halde kümes yapıp tavuk beslemeyi düşünmedik hiç. Çünkü Silivri/Kavaklı köyündeki bahçemizde tatmin etmiştik; o hevesimizi.

İki yıl kadar önceydi. Bir gün gördüm ki, yan komşumuz İran Azeri Türklerinden Yusuf Bey’in bahçesinde birkaç tavuk dolaşıyor. Ayy, ne güzel, ne güzel!..

Güzel de horoz göremedim hiç. Beş, altı tavuk vardı da niçin hiç değilse bir horoz yoktu? Merak ettim. Ertesi sabah bahçede görünce komşumu, “Günaydın, Sevgili komşum!” deyip hal hatır sorduktan sonra:

-Tavuk almışsınız, ne iyi etmişsiniz; dedim.

-Evet, yeni aldık. Eşim Sema çok sever tavukları.

-Ne güzel, ne güzel!.. Ama horoz göremedim.

-Komşular ve en başta siz rahatsız olmayasınız diye horoz almadım Hüseyin Bey.

 

Kızım Dilem Gözde, burada bir parantez açmış yine. Bu kez ne diyor bakalım:

(Bu konuşmanın benzerini ben de yapmış, hatta anneme de anlatmıştım. Bu konuyu onlarla ilk konuşan benim babacıım.  Ben, “Horozsuz tavuk, horozsuz kümes olur mu hiç? İlla ki alın; bizim hoşumuza gider” demiştim.)

            Gelelim biz yine, Komşum Yusuf Bey’le konuşmamızın devamına:

            -Biz horoz sesinden rahatsız olur muyuz; sevgili komşum! Aksine mutlu oluruz. Bizi sevindirmek isterseniz, hemen bir, iki horoz alın lütfen! Eşim Güler’in de en sevdiği şeydir; horoz sesiyle uyanmak.

            -Çok memnun oldum; bunu duyduğuma sizden. Ne olur, herhangi bir konuda farkında olmadan sizi rahatsız edersek, bizi uyarın.

            -Rahat olun lütfen. Biz sizden çok memnunuz.

            -Ara sıra mangal yakıyoruz; hafta sonları. Dumanı size savurunca rüzgâr, üzülüyorum. Ne olur, kusura bakmayın.

            -Komşumuzu mutlu eden hiçbir şey, bizi rahatsız etmez. Üzmeyin canınızı.

            Ertesi sabah, ilk kez horoz sesiyle uyanınca şaşırdı eşim. Yatak odamızın penceresinden bakınca, tavuklarla birlikte iki de babayiğit horoz dolaşıyordu; İranlı komşumuzun bahçesinde.

                        Böylece yalnız yazları Küçük Çiftlik’te değil, kışları Bahçeşehir’de de horoz sesiyle           uyanır olduk biz.

                        Ne temiz kalpli bir kadın ki, şu benim eşim, istediği her şeyi veriyor ona Tanrı.

                        Kendisinden farklı düşünen herkese horozlanan iki ayaklı yaratıkları değil ama sabah      erkenden bizi uyandıran horozları da seviyoruz biz, toplumumuzu cesurca uyarıp uyandıran       seçkin insanlarımızı da…

                        Bu söyleşimizi Necati Cumalı’nın, Nurullah Ataç’a armağan ettiği, çok beğendiğim         güzel bir şiiri ile noktalayalım:

 

                        GÜNAYDIN

                                               -Nurullah Ataç’a-

                        Günaydın tavuklar, horozlar

                        Artık memnunum yaşamaktan

                        Sabah erkenden kalktığım zaman

                        Siz varsınız;

                        Gündüz, işim var, arkadaşlarım,

                        Gece, yıldızlar var, karım var,

                        Günaydın tavuklar, horozlar!

Yayın Tarihi
04.12.2021
Bu makale 533 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!