Günümüzün sorusu: Türkiye bu günlere neden ve nasıl geldi?
Orduya karşı düzenlenen saldırılar!..Hukuka karşı düzenlenen saldırılar…Hukukun üstünlüğünü yok sayan,tutarsız,tutarsız olduğu kadar ihanete varan uygulamalar…Bir Ordu Komutanının terör örgütünün birinci sanığı olarak düzenlenen iddianameler…Bir Başsavcının tutuklanarak hapse atılması,ne ile suçlandıklarını bilmeden aylardır tutuklu bulanan gazeteciler,bilim adamları,emekli ve görev başında bulunan general ve subaylar…vs.vs.
Bunlara başbakan ve bakanların gerçeği yansıtmayan beyanlarını da eklemek gerekmektedir.
Mustafa Kemal ne demişti?
“Bir millet,varlığını ve haklarını korumak yolunda,bütün gücüyle,bütün görünür ve görünmez güçleriyle ayaklanmış ve karara varmış olmazsa,bir millet,yalnız kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlayamazsa,şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.”
Mustafa Kemal yıllar önce uyarmış.
Peki,bizi yönetenler ne yapmış?
Bu soruya yanıt vermek için tarihe bakmamız temel koşul.
Öncelikle ikinci paylaşım savaşının hemen ardından 22 Mayıs1947’de “Yunanistan ve Türkiye’ye yardım sağlamak için kanun’u kabul etmişiz.Bu yasayı kabul etmekle siyasal,sosyal ve ekonomik çıkarlarımızı ABD’ye teslim etmişiz özetle.Bilinir,1964 yılında ABD başkanı Jhonson’un İsmet Paşa’ya Kıbrıs sorunuyla ilgili bir mektubu vardı.Jhonson Kıbrıs’ta Rum katliamı yapılırken Türkiye’nin,Kıbrıs’a silahlı müdahale edemeyeceğini,çünkü silahların ABD tarafından verildiğini,yukarıda söz ettiğimiz anlaşmaya göre ABD silahlarını kullanamayacağımızı bildirmişti.Ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Rum katliamlarını önlemek için o yıl müdahale edememişti.
Bu anlaşmanın içeriğine kısa bir göz atalım.Anlaşmayı Emperyalizmin ideologları nasıl değerlendiriyorları? Diyorlardı ki;
“Uluslar arası şirketlerin ekonomik çıkarları da,ABD’nin Türkiye’de bulundurmasını gerektirir.”
Yani,?Ortadoğu’daki sömürü çarkı için yönetim merkezi olarak Türkiye! Bununla da kalmaz:
Türkiye maden yatakları yönünden zengindir,Bunlardan hiç değilse Krom ABD’nin stratejik amacı için hayati önemi haizdir(M.Emin Değer,CİA,Kontrgerilla ve Türkiye,S.83)
Yalnız Jhonson’un mektubu ile iş bitmiyordu.Öncesi ve sonrası vardı.Özellikle yardım konusunun belli amaçlarla yapıldığını belirleyen ABD’li üst düzey yetkilileri ve devlet adamı pozisyonundakilerin söylemleri ve alınan karaları vardı.
ABD’nin önde gelen devlet adamlarından McNamara’nın konuyla ilgili 1966 yılındaki söyleminde Diyordu ki;
“ABD’nin güvenliği dünyanın yarısını kaplayan ulusların güvenliğine ve istikrarına bağlıdır.”
Buradan şunu anlıyoruz.ABD, Ne Türkiye’nin ne de diğer ulusların güvenliği için değil kendi güvenliği için Türkiye dahil diğer ulusları da ileri karakol olarak kullanmayı amaçlıyordu ve bunu özellikle Türkiye üzerinde gerçekleştirmiş bulunuyor.
Özellikle Ortadoğu ABD ve öteki emperyalist ülkeler için çok önemlidir.Çünkü Ortadoğu’da petrol vardır.ABD bunu sloganlaştırdı.Diyor ki; “Bir damla petrol,bir damla kan!”
Bakınız dış yardım konusu ile ilgili olarak Hrry Magdoff Emperyalizm Çağı adındaki kitabında ne diyor.
“İkinci Dünya Savaşı esnasındaki mevcut ABD Ödünç Verme ve Kiralama Yasası’nın (U.S Lend Lease)’dan elde edilen faydalarla savaş sonrası dış yardım programı,Dışişleri Bakanlığının ve hükümet makamlarının dehasıdır.”
İşte bu deha! Türkiye gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri bu günkü sorunlarla baş başa bırakmıştır.
ABD yardımının tek boyutlu olduğu kesinlikle düşünülmemelidir.Konuyla ilgili olarak ABD başkanı Ford’dun şu sözleri önemli.
“Dış yardım yoluyla ilişkili bulunduğumuz ülkelerin iç ve dış sorunlarına karışabiliriz.”
“Karışabiliriz” değil,hem de öylesine karışıyorlar ki,Obama seçilir seçilmez Türkiye’ye geliyor ve TBMM’sinde yaptığı konuşmada “Ermenistan,Kıbrıs ve Irak’la ilgili sorunları hemen çözün” diye talimat veriyor.Bizim yöneticilerden bu konuyla ilgili tek bir itiraz duyuldu mu? Ben anımsamıyorum.
Dış yardım konusunda bir de Kennedy ee diyordu,ona bakalım.
“Dış yardım,ABD’nin dünyayı denetleme ve etkileme aracı olan bir yöntemdir.”
Bu noktada,Türkiye’de Haşhaş ekimi,o yıllardaki Kıbrıs’la ilgili olay ve olguları düşünelim.Görürüz ki,bu olay ve olgular Kennedy’nin istediği yönde gelişmiştir.
Teresa Hayter isimli yazarın “Emperyalizmin Yardımları” adında bir kitabı var.Bu kitaptan da küçük bir alıntı yapalım.
“Yardım sözcüğünün insancıl anlamı ardında gizlenen,belirli bir siyasanın yeryüzünde egemen kılınması çabası,belirli bir ekonomik sistemin yürürlükte olması gayretidir.Bu amaca ulaşmak için krediler,ülkelerin gerici işgal güçlerini yaşatmak için dağıtılır.Gerekli görüldüğünde iç politikalarına karışılır,hükümet darbeleri düzenlenir ve ne olursa olsun bir sömürü çarkı dönsün istenir..
Yardım kurumu bir hükümetle anlaşamazsa ve hükümetin politikasından da hoşnut değilse,yardım vermemeğe ve vermekte olduğu yardımı kesmeğe ya da azaltmağa karar verir.”
Her şey izaha gerek duymadan açık ve seçik belli değil mi?
Türkiye,özellikle 1974 Kıbrıs harekatından sonra bunu yaşamadı mı? Başkan Ford’un az önce aktardığım gibi iç ve dış politikalara karışma ilkesi burada da yineleniyor.
Dış Yardım konusuyla ilgili çok daha fazla bilgi ve belge sunmak.değerlendirme yapmak olası.Ancak şimdilik önemli saydığım bir iki belgeyi de okurların bilgisine sunmayı gerekli buluyorum.
Emperyalizmin plan ve projeleri yakın tarih döneminde değil,çok daha önceden belirlenmiş.İşte bir örnek: 1735-1826 yıllarında yaşamış John Adams bakın ne diyor.
“Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu vardır.Birisi kılıçla,diğeri borçla.”
Çağımızda kılıçla fethetmek pahalı iş.Toplumların hoş karşılamayacağı bir iş.Bu gün en geçerli proje borçlandırma projeleri. Bir bilge ne demişti?
“Borç alan emir alır.”
Ülkemizde yaşananlar bu belirlemelerin kanıtı değil mi?
Bu çarkın nasıl etkin bir biçimde yürütüldüğünü,en üst düzeyde görev yapmış Amerikalı bir ekonomistten dinleyelim.
John PERKİNS isimli,Chaz T.Main Şirketinin eski şefi olan bu kişi “BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI adındaki kitabında şunları yazıyor.
“Biz ekonomik tetikçiler,küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız.Farklı şekillerde çalışırız” diyor ve ekliyor:
“Belki de en sık kullanılanı öncelikle şirketimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz.Petrol gibi.
Ardından Dünya Bankası ve onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız. Fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez.O ülke yerine o ülkede projeler yapan kendi şirketlerimize gider.Enerji santralleri,sanayi alanları,limanlar.Bizim şirketlere ilaveten,o ülkedeki birkaç zengin insanın kar sağlayacağı şeyler.
Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar,yani bütün ülke bu borcun altına sokulur.
Bu borcu ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır,geriye ödeyemeyecekler.
Ardından,biz ekonomik tetikçiler gidip onlara deriz.’Dinleyin,bize bir sürü borcunuz var.Borcu ödeyemiyorsunuz.O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın.(……) Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin (Bizim Afganistan’a asker gönderdiğimizi anımsayın. G.T.) veya bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin.”
Adı geçen kitapta çok daha ilginç bilgiler var, ancak onlar da gelecek sayılara.