10 Kasım ve bir anı

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un 10 Kasım Atatürk’ün ölümünün 70.yılı nedeniyle yayımladığı bildiri olmasaydı,konuyla ilgili başka bir yazı yazıyordum.

Orgeneral Başbuğ bildiride “Büyük ölülere matem gerekmez fikirlerine sadakat gerekir.

Yıl 1958.İzmir Hava Harp Okulu 2.sınıf öğrencisiyim.

Hv.Harp Okulu 10 Kasım Atatürk’ü anma hazırlıkları yapıyor.Anma İzmirdeki üniversitelerle birlikte ,Elhamra sinemasında yapılacak.Komutanlarımız Hv. Harp Okulu  adına konuşacak öğrenciler olarak rahmetli arkadaşım (E.Hv.Pilot Albay) Erdoğan Çokduru ile beni görevlendiriyorlar.

Erdoğan Devrimci Atatürk’ü ben de asker ve komutan Atatürk’ü anlatacağım.

Erdoğan ile çalışmalara başladık.

Uzunca bir süre tartıştıktan sonra bir karar aldık.

Atatürk’ün ölümünden bu yana 2o yıl geçmişti.Atatürk de bir faniydi.Yaşam süresi belliydi.O da insandı ve ölecekti.O zaman her ölüm yıldönümünde ağlayıp,karalar bağlamanın bir anlamı yoktu.Atatürk,yaptıkları ve ortaya koyduğu ilkeleriyle yaşamalıydı.

O halde 10 Kasımları bir yas günü olmaktan çıkarılmalı Atatürk ilkeleri iyice anlaşılmalı ve gelecek kuşaklara da anlatılmalıydı.

Hatta Erdoğan Çokduru arkadaşım kı bir şiir de yazmış,konuşmasının başına da koymuştu.

Şiir şöyleydi:

 

Yine mi on Kasım

Atam sımsıcak durur içimde

Yok ağlayasım

 

Ben de Komutan Atatürk’ü anlatırken içeriğini bu anlamda işlemiştim.

Bilinir.Askeri kişi toplum önünde konuşacaksa bu konuşmalar Komutanlar tarafından denetlenir.

Biz de konuşma için hazırladığımız metinleri komutanlığa sunduk.

Ama o ne?

Hemen hakkımızda soruşturma açılmaz mı.

Neymiş efendim?Atatürk ölür de nasıl ağlanmazmış?

Neredeyse okuldan ilişiğimiz kesilecekti.

İşte tamı tamına 50 yıl önce Hv.Harp Okulu öğrencisiyken bizim söylediklerimiz.

Ve şimdi Orgeneral Sayın Başbuğ’un düşündükleri ve  söyledikler!

Değerlendirme kuşkusuz sayın okurların.

 

NOT:Bu  anıyı İleri Yayıncılıkta yayınlanan “Harbiye’den Babıali’ye” isimlikitabımda da yayımlamıştım.

Yayın Tarihi
10.11.2008
Bu makale 14534 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
OguzOncuOrnekOgreticiOnurlu AsiLSoYLuTÜRKATAM Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK VE MİLLİ KÜLTÜR Devletimizin ve milletimizin geleceği, genç kuşaklarımızın Millî kültür ile donatılması ve yetiştirilmesiyle mümkündür. Millî kültürümüzün genç kuşaklara aktarılması ve onların millî-tarih şuuru ile yetiştirilmesi, ilk okuldan üniversiteye kadar bütün eğitim-öğretim kurumlarımızın ana hedefi olmalıdır. Türkiye'nin son yıllarda içine sürüklendiği durum kültürün millet hayatındaki önemini bir daha gözler önüne sermiştir. Millî kültürün önemini açıklamaya geçmeden, "Kültür" kavramı üzerinde açıklama yapmak konunun aydınlatılması yönünden faydalı olacaktır . Antropolog R. Thurnwald'a göre; "Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçimlerinden, tesislerden ve teşkilattan mürekkep ahenkler bütündür"[1]. E.Sapir'e göre ise "Atalardan gelen manevî değerler yekunü"[2] kültürdür. Ziya Gökalp Kültür (Hars) kavramını "Bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, mukalevi (intellektüel), bedii (estetique), lisanî, iktisadî, fennî hayatlarının ahenkli mecmuası"[3] olarak tanımlanır ve bu tanımını biraz daha genişleterek Hars'ın halkın an'anelerinden, teamüllerinden, örflerinden, şifahî veya yazılmış edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlâkından, bediî ve iktisadî mahsullerinden ibarettir."[4] diye tanımlar. Emperyalist ZionHaclıYahudi Mason ZULUM ve istibdat dünyasının EN ZALİMce HUCUMlarına karsı Yalnız ve Şaşkın kalan MiLLeTimizin Maddi ve Manevi Bütün Kabiliyet ve Kuvvetlerini RUHUNdaki ATEŞLe toplayan Harekete Getiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk kültür konusundaki görüşlerini şöyle açıklar: "Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mâna çıkarmak, düşünmek ve zekâyı terbiye etmektir."[5] Atatürk'e göre kültür ve medeniyet kavramlarını ayırmak zordur. Her milletin ayrı bir kültürü olmasına rağmen, medeniyetlerin daima birbirine tesir ettiği ve büyük kıtalara yayıldığı malumdur. Bundan dolayı daha sonra kültürü şöyle tanımlar; "Bir insan cemiyetinin hayatında, fikir hayatında, ilimde, içtimaiyatta ve güzel san'atlarda, iktisadî hayatta, ticarette yapabildiği şeylerin hepsi kültürdür."[6] İbrahim Kafesoğlu ise Kültürü maddî ve manevî açıdan değerlendirerek şöyle tanımlar: "Bir toplumun yaşaması için gerekli maddî ve manevî unsurlar, teknik, iktisadî, içtimaî, siyasî ve fikrî yapı, o milletin kültürünü meydana getirir. Demek oluyor ki kültürde insan emeği vardır. İnsanlar tarafından korunan, geliştirilen her kurum kültürdür."[7] Kültürü oluşturan unsurlar toplumun vazgeçilmez değerleridir. Kültür değerleri insanlar için birtakım vecibeler ortaya koymaktadır. Fertler kültür varlıklarına bağlı kaldıkları müddetçe şahsiyet sahibi olurlar. Toplum içinde yerlerini muhafaza ederler. Tarihte ün yapmış kişilerin hayatları incelendiğinde görülür ki, bu şahsiyetler her zaman kültür değerlerine bağlı kalmışlar ve onları yüceltmişlerdir.[8] Fertlerdeki tarih şuuru millî kültürü meydana getiren önemli bir faktördür. Bir milletin yaşayışını etkileyen dil, din, ırk, hukuk, düşünce ve ahlâk ve diğer sosyal unsurlar[9] vardır. Bu unsurlar asırlardır fertleri birbirine bağlar ve diğer milletlere karşı millî birliği oluşturur. Millî kültürün gayesi Türk Milletini ve Türk Devletini güçlü kılmak, kuvvetli nesiller yetiştirerek milletin her ferdini vatanın bütünlüğü hususunda fedakârlık yapmağa sevketmektir. Türk kültürü asırlar içinde meydana gelmiş ve Türklerin başka milletlere hükmetme gücünü sağlamıştır. Kültürdeki sağlamlık milletin yaşama gücünü artırmıştır. Diğer taraftan bu sağlam kültür sayesinde diğer milletlere karşı konulmuştur. Asya Hun Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kadar bir çok devletler kurmuş olan Türklerin yüzyıllarca ayakta durmasının sebebi teşkilatçılık, idarecilik, hakimiyet duygusu, adalet, şefkat, yiğitlik, cömertlik, fedakârlık gibi manevî kültür unsurları yanında; maddî kültürün (demirin işlenmesi, tekerlekli arabaların kullanılması vb.) de gelişmiş olmasıdır. Türk Hükümdarları Millî kültürü zinde tutmak için çaba sarfetmişlerdir. Doğu Gök-Türk Hakanı İŞBARA 585 de Çin İmparatoru Wven-ti'yi gönderdiği mektupta "Sana vergi ve at gönderebilirim. Fakat Çin kanunlarını, adetlerini, giyim tarzını ülkemde uygulayamam, milletim kabul etmez. Bu yönden Türkler hassas bir kalp gibidir"[10] diyerek, milletin manevî değerlerini çiğneyemeyeceğini belirtiyordu. Orta-Doğu'da Ak-Hun Türk devleti hükümdarı Mihiragula (515-545) ülkesinde Budizm inancının yayılmasını önlemiştir[11]. Çünkü Budizm Türk karakterine uymuyordu. Türk kuvvetini zayıflatıyordu. Attila devrinde en haşmetli çağını yaşayan Batı Hun Devleti (374-470) Hazar denizinden Manş denizi kıyılarına kadar genişlemiş ve Türkler büyük çoğunlukla yabancı kültürün etkisinde kalmayarak "Millî" olma vasıflarını korumuşlardır. Bu millîlik vasfını sağlayan onlardaki millî kültürdü. Osmanlı Devleti, bünyesindeki toplumların kültürüne dokunmamış olduğundan bu kavimler millî değerlerini korumuşlardır. "Devlet kurucu" vasfıyla Türk Milletini yeniden devletine kavuşturan Mustafa Kemal Atatürk, Kültürün devlet hayatındaki önemini bir çok konuşmalarında vurgulamış ve devletin bekâsı için milli kültürün her zaman canlı tutulmasını istemiştir. 1 Mart 1922 tarihinde T.B.M. Meclisinde yaptığı konuşmayla Türk Milletinin kültür birliğine işaretle şöyle demiştir. "Türkiye halkı ırkan ve dinen ve harsen müttehit, yek diğerlerine karşı hürmeti mütekabile ve fedakârlık hissiyatıyla meşhun ve mukadderat ve menafiî müşterek bir heyet-i içtimaiyedir"[12] Milleti meydana getiren unsurlar arasında kültür birliği ayrı bir önem taşır. Çünkü Atatürk'e göre "millet, dil, kültür ve mefkûre birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasî ve içtimaî heyettir".[13] Milleti birbirine bağlayan millî ahlâk, millî his, heyecan, hatıra ve an'anelerdir. Bütün bu etkenler ise kültür dediğimiz kavramı oluşturur. Milletin fertlerini birbirine bağlayan ve onları millet haline getiren, aynı düşünce etrafında birleştiren bir dilin varlığı da kültür mefhumunun bir parçasıdır. "Türk Milletinin idaresinde ve korumasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir"[14] diyen Atatürk, Millî kültürün, millî birliğin oluşmasındaki kuvvetini dile getiriyordu. İstiklâl savaşımızın kazanılmasından sonra "Maarif Vekili olarak millî kültürü yükseltmeğe çalışmak en büyük emelimdir"[15] derken CennetMekan Ruhu şad olsun ;; ZionHACLI_YAHUDI MaSoN 7Düvel SöMüRGeCi Emperyalizmin AMANSIZ DÜŞMANI Mahsun Mağdur Mazlum Müslüman Milletlerin Cefakar Fedakar Vakar tevazu mütevazi Onurlu Oguz Ögretici Örnek Önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, gençlere ve milletin bütün fertlerine kültürünün verilmesini emretmiyor mu? Kültürün bir parçası olan güzel san'atların, musikinin geliştirilmesi hususunda da 13 Ağustos 1923'de T.B.M.Meclisindeki konuşmasında şöyle der: "Fakat Efendiler, Millet, milletin ruh-ı san'atı, musikisi, edebiyatı ve bütün bediiyatı bu kudsi idealin ilâhi teranelerini müebbed bir vatan aşkının vecdleriyle daima terennüm etmelidir"[16] Güzel sanatları seven, fikrî ve bedenî terbiyesi geliştirilmiş, faziletli ve kudretli nesiller yetiştirmek Türkiye Cumhuriyetinin ana siyasetidir[17]diyerek, Türk milletinin her alanda gelişmesini adete emrediyordu. Güzel sanatlar millî kültürün yayılmasında, ruhların okşanmasında önemli bir faktör olduğundan, Mustafa Kemal Atatürk bu konulardaki düşüncelerini açıklamaya devam ederek şunları söyler. "Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükseltmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü tetkiklerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür"[18] Millî kültürün aslî unsurlarından olan edebiyatın fertlere verdiği duygular, onlarda millet ve vatan sevgisini geliştirir, millî duygularını kamçılar. Fertlerin millî ruh ile yetişmesine yardımcı olur. “Edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için en esaslı terbiye vasıtalarından biri[19] olduğunu belirten Atatürk, 1937 yılında bir toplantıda edebiyat üzerine sohbet yapılırken konu ile ilgili görüşlerini şöyle belirtmiştir; “Osmanlı devrinde ve bu güne kadar geçen Cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün kültürlü medeni cemiyetlerle edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: söz ve mânayı, yani insan dimağında yer eden, her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok alâkalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki, edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resin gibi, heykel tıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir. Edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır”. Atatürk, edebiyat alanında yapılacak iyi çalışmalar sonunda Türk çocuğunun yazarken de, konuşurken de daha iyi olacak, daha ileriye gidecek ve kendisini okuyanları, dinleyenleri peşine takarak “yüksek Türk ülküsü”ne ulaştırabilecektir. Atatürk toplumu kaynaştıran ve mazi ile ilişkisini devam ettiren önemli unsurun dil olduğuna işaret eder. Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatının dikkatli olmasını[20] isteyerek dilin önemini şu veciz sözleriyle açıklamıştır. “Türk milletinin dili Türkçe’dir, Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır bir de Türk dili Türk milleti için mukaddes bir hazinedir çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz bâdireler içinde ahlâkını, an’anelerini, hâtıralarını, menfaatlerini ve hasıl, bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir”.[21] “Millî terbiyenin lisanı da millî olmalıdır” diyen Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin millî görevlerinden birisinin de "Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini sağlamak olduğuna dikkat çekerek [22] Millî Kültürün geliştirilmesinde münevver sınıfa büyük vazifeler düştüğünü ancak tarihimizin her devrinde aydın sınıf ile halk sınıfı arasında kültür açısından büyük anlaşmazlıklar ortaya çıktığına işaretle şunları söylemiştir."Münevver sınıfın halka telkin edeceği mefkûreler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri, milletimizin ruhundan alınmış mefkûreler midir? Hayır.” Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lakin kendini bilmez"[23] Aydın sınıfın millî kültürden uzaklaşarak taklitçiliğe yöneltilmesini büyük bir hata olarak gören Atatürk, konuşmasına devamla şunları açıklar: "Münevverlerimiz milletimi en mesud millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen aynı yapayım der. Lakin düşünmeliyiz ki böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şerait birini mesud ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim. Lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu an'anatını, sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz"[24] Millî kültürün beslediği "millî benlik" devletin varlığıyla adeta özdeştir. Bunun en iyi misali de İstiklâl harbimizdir. Bütün maddi imkanlardan mahrum olan Türk Milleti bu mücadeleyi imanıyla inancıyla, manevî kültür mirasıyla, millî şuurunun kuvvetliliğiyle kazanmıştır. 16 Mart 1923'te Adana, Türk Ocağında yaptığı konuşmada konuyu Ulu Önder şöyle açıklar: "Bu millet millî benliğini idrak ve bütün benliğini ispat eylemiştir. Milletleri yükselten bu hususiyetleri bir âmil daha ilave edilir. İntikam hissi. Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu bayağı bir intikam değil, milletin hayatına, istikbâline, düşman olanların zararlarını gidermeye yönelen millî bir intikamdır."[25] Bu hissi verecek olan da millî kültür, millî şuur ve millî tarihtir. Mevcudiyetimizi meydana getiren maddî ve manevî kültürümüzdür. Bu sebeple Millî Eğitimin esas vazifesi "Millî hissi" canlı tutmak olmalıdır. Atatürk'ün dediği gibi "Millet analarının, millet babalarının, millet hocalarının ve millet büyüklerinin her yerde ve her işte millet çocuklarına, evde, mektepte, orduda, fabrikada ve her yerde milletin her ferdine bakmaksızın ve mütemadiyen verecekleri millî terbiyenin gayesi işte bu yüksek millî hissi sağlamlaştırmak olmalıdır"[26] Millî kültürün yerleşmesinde en önemli görev eğitim kurumlarına düşmektedir. Atatürk bu kurumun önemini 1922 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir: "Efendiler yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hudutları ne olursa olsun, en evvel ve herşeyden evvel Türkiye'nin istiklâline, kendi benliğine, millî an'anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumunu öğretmelidir. Beynelmilel vaziyeti cihana göre, böyle bir cidalin iltizam eylediği anasır-ı ruhiyye ile donatılmayan fertler ve bu fertlerden mürekkep olmayan cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur"[27] Çocuklarımızın ve gençlerimizin kendi varlığına düşman olan unsurlarla mücadele edecek şekilde yetiştirilmesi Atatürk'ün emir ve direktifleri arasında olduğuna göre, Millî Eğitim programlarımızın bu hedefi gerçekleştirecek şekilde programlanması, Türk çocuklarının yabancı fikirlerden uzak ve onlarla mücadele edebilecek bir "Millî ruh" verilmesi, millî seciye ve tarihimize uygun sistemlerin okullarımızda yerleştirilmesi Türk milletinin varlığı için zaruridir. Memleket ve milleti kurtarmak isteyenler için hamiyet, hüsniniyet ve fedakârlık önde gelen hususlardır. Bu hususiyetlerin verilebileceği yer ise en başta okuldur. "Bir millî terbiye programından bahsederken eski devrin hurufatından ve evsaf-ı fıtriyemize hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden uzak millî seciye ve tarihimize uygun bir kültür"[28] verilmesi O'nun en büyük amacıydı. Gençler ancak yabancı kültür emperyalizminden bu düşüncelerin verilmesiyle kurtarılabilir. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara "bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile birliği ile tearuz eden bilûmum yabancı anasırlar (fikirlerle) mücadele zarureti öğretilmelidir”.[29] "Bugünün evlâtlarını yetiştiriniz, onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız. Bunu sizden talep ve rica ediyorum" diyen Mustafa Kemal Paşa, Türk gençliğinin eğitiminin ihmal edilmeyecek hayati bir mesele olduğunu bütün eğitimcilere bildiriyordu. Tarihdeki Türk devletlerinin yıkılma sebeplerinin başında "Millî Kültür" den uzaklaşma gelmektedir. Tabgaç hükümdarı TOPA SİYÜN (452-465) Türk kültüründen uzaklaşarak memleketinde Budizmi serbest bırakmıştır. Bunun sonucunda ise Türkler Çinlileşmişlerdir. Çin kültürünün ve Buda dininin benimsenmesiyle atalarının kudretli askeri karakterini kaybedip, altıncı yüzyılın sonunda parçalanarak Çin milletinin içinde eriyip gitmişlerdir.[30] Uygur Türk devleti ise Çin'den maddî medeniyet, hukuk ve idare unsurları ile Hindistan'dan Budizmi, Soğd ve Toharlar’dan Hellenistik sanatı; İran'dan Maniheizmi, Akdeniz havzasından Süryani rahipleri ve yine Soğdlar vasıtasıyla Nesturi-Hristiyanlık ve Hellenistik edebiyatını[31] alarak, millî kültürlerinden uzaklaştılar, ve diğer milletler içinde kaybolup gittiler. II.GÖKTÜRK hükümdarı Bilge Kağan (716-734) Türk kültüründen uzaklaşma eğilimine girerek, Budist ve Taoist inancının Türkler arasında yayılmasını Devlet Meclisine getirir. Bu duruma şaşıran Bilge Tonyukuk şu karşılığı verir. "Bunlar olmamalı. Kuvvet yolu bu değildir. Biz Türk Milletini yaşatmak isteriz. O halde ne bu akımlara ne de ilgili tapınaklara yer vermekteyiz"[32] Tuna bölgesinde devlet kuran Bulgarlar Türk asıllı olmalarına rağmen 864 den itibaren Hristiyanlığa girerek din değiştirdiler. Ortodoks oldular.[33] Hristiyan kültürü Türk aile yapısını bozdu. Islav aile tipi Türkler arasında yayıldı. Hristiyan ve Islav kültürü onları Türklükten uzaklaştırdı ve Islav milleti haline getirdi. Yine Doğu Avrupa'da devlet kurmuş olan ve aslen Türk asıllı olan Macarlar 1000 li yıllarda Türk kültüründen uzaklaşarak Hristiyan oldular ve ayrı bir millet haline geldiler. Millî Kültürden uzaklaşmanın en iyi belgelerinden birisi de Göktürk Kitabeleridir. Türk Milletinin yaşayış şeklinden uzaklaşmasının Çinliler gibi giyinmesinin, benliğinden uzaklaşmanın, Türk adları yerine Çince adlar almasının acı sonuçları bu abidelerimizde gelecek nesillere ibret olsun diye uzun uzun anlatılır ve şöyle devam edilir" Türk beyleri, Türk adını bırakmışlar. Çin beylerinin adlarını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler... Bey olmağa layık oğlun kul, hatun olmağa layık kızın cariye oldu"[34] Uygur Türklerinin Çin hakimiyetine geçmesinde "Kutlu Kaya" efsanesinde, Millî kültürden uzaklaşmanın acı sonucunu görmekteyiz. Manevî değer yargılarına sırt çevirmenin devlet ve milleti nasıl felaketlere sürüklediği tarih sayfalarımızda acı bir hatıra olarak kalmakta ve bunlardan genç nesillerin ibret almasını beklemektedir. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasında Batı devletleriyle Rusya'nın büyük payı vardır; ama o devrin aydınlarının da önemli kusurları olmuştur. Batı medeniyetini ülkeye getirmek için Avrupa’ya açılan aydınlar oradan teknik ve bilgi yerine Batı kültürünü, ahlâk ve yaşayışını getirmişlerdir. O devrin Sadrazamlarından Said Halim Paşa Batıyı taklit eden aydınların durumunu tenkit ederek “Millî ahlâk ve yaşayışının düzenleyicisi olan yüksek sınıfından mahrum kalmış” olan Osmanlı toplum yapısında halk ile aydınlar arasındaki ikileme, anlaşmazlığa ve aydın sınıfın halktan kopuşuna dikkat çekerek şunları söylemiştir; “Artık bir tarafta her şeyi kabul eden ve câiz gören, yüksek ve aydın sınıf, çeşitli yabancı milletleri en aşırı bir şekilde benimseyip taklit ediyorken; öteki tarafta, bir kısım aydınlarla geri kalan halk, her türlü yeniliğe karşı yumuşatılması imkânsız bir sertlikle karşı koyuyordu yenilikten şiddetle ürkerek nefret etmenin tesirleri her yerde kendini gösteriyordu”.[35] Özellikle büyük şehirlerimizde belli bir zümre halktan koparak Türkçe yerine Fransızca konuşur olmuşlardır. Yabancı okulların sayıları gün geçtikçe artmıştır. Aydınların bu hatalarını bilen Atatürk görüşlerini açıklarken aydınların hatalırını şöyle belirtmiştir: "Biri ekseriyeti teşkil eden avam, diğeri akalliyeti teşkil eden münevveran. Bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azime başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir. Münevver sınıf halkı kendi maksadına göre ikna edemeyince tahakküme başlar"[36] Bir başka konuşmasında milletlerin ayrı kültür yapılarına sahip olduğunu ve dolayısıyla taklit etmenin o millete faydalı bir şey olmayacağını belirterek şunlar söyler. "Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mesud ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bir millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim. Lâkin unutmayalım ki, temeli kendi içimizden çıkartmak mecburiyetindeyiz"... "milletimizin tarihini, ruhunu, an'anatını, sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz"[37] Her konuşmasında Batı taklitçiliğine karşı çıkan Atatürk, 29 Ekim 1930 da Ankara Türk Ocağındaki baloda Amerikalı gazeteci Miss Ring'e "Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ve ne Batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir" diyerek hedefi göstermiştir. Atatürk Kültür Bakanlığının esas ve mecburi gayesinin millî kültürü yaymak ve millî kültürü yayacak kurumlar meydana getirmek olduğunu 1937 deki konuşmasında açıklamış bulunmaktadır. "Memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumlar yaratmak, işte bu önemli umdeleri en kısa zamanda temin etmek Kültür Vekâletinin üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyettir". Üniversite ve Yüksek okullarımızla birlikte diğer öğretim kurumlarımızın görevi, tarihin tecrübelerinden de faydalanarak Atatürk'ün belirttiği şekilde Türk millî kültürünü Türk gençliğinin dimağında ve Türk milletinin şuurunda daima canlı bir halde tutmak olmalıdır. "Gençliği yetiştiriniz, onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. İstiklâlin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız" direktifi uygulanmalıdır. Türk Milletinin bütün fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, memleket ve devlet o derece kuvvetli olacaktır. Türk Milleti geçmişten gelen ve yüzyıllarca varlığını devam ettiren bir toplumdur. Türk gençliği geçmişini tanımadan ayakta kalamaz. Kudretli devlet olmanın esas unsuru millî kültürü yaşatmaktır. Gençliğimiz kendi kültürünü ve ecdadını tanıdıkça gelecekte daha büyük işler yapma azmine sahip olacaktır. Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk "Milliyetçiliğin modern bir millet olma ve millî bir kültüre kavuşma hususundaki mühim rolünü sezmiş, onu umdelerinin başına koymuştur."[38] Millî tarih ve millî kültür şuuru ile bezenmiş bir kişi devlet ve idare adamı ise siyasette, öğretmen, profesör ise eğitimde, din adamı ise ahlâk ve manâvîyatta, edebiyatçı ise şiir, hikaye, roman ve piyeste, san'atkâr ise resimde bekanın sağlanması, topluca ilerlemek, yükseltmek, yüceltmek hedefine yönelecektir. Bu tablo milletin şanla, şerefle ebedileşmesini tasvir eder. Osmanlı devletinin yıkılış sebeplerini uzun uzun açıklayan Mustafa Kemal Paşa, gerçek yıkılışın kendimizden uzaklaşmakla gerçekleştiğini belirten şu unutulmaması gerek sözü söylemiştir. “ANLADIK Kİ, KABAHATİMİZ KENDİMİZİ UNUTMAKLIĞIMIZMIŞ" Günümüz dünyasında ve Türkiye'sinde millî kültür kavramı daha da önem kazanmıştır. Dünyanın küçüldüğü, internet ağlarının evlerimizi, işyerlerimizi, okullarımızı sardığı bir dünyada millî kültür, millî his, millî benlik kavramları daha çok unutulur hale gelmiştir veya getirilmeğe çalışılmaktadır. Globalleşme maskesi altında Türk gençliği adeta beynelmilel bir kitle haline getirilmek istenmektedir. Türk gençliği ve Türk milleti Atatürk'ü anlamayan veya anlamak istemeyen ilim adamları, bürokratlar, siyasetçiler, iş adamları vs.gibi kişi veya gruplar tarafından daima istismar edilmiştir. Türk milletinin büyüklüğüne, Türk tarihinin binlerce yıllık tarihine kayıtsız kalan bu zihniyetler hem devleti hem de milleti özelikle Batı dünyası karşısında küçük düşürmüşlerdir. Halbuki Ulu Önder Atatürk yıllar önce dünyanın bize saygı göstermesi için bizim önce kendimize saygı göstermemiz ve millî benliğimize sahip çıkmamızı adeta haykırmıştır. Atatürk'ün şu sözleri günümüz devlet adamlarına, bürokratlarına, iş adamlarına, gençliğe, kısaca Türk milletine adeta bir vasiyettir. Şöyle diyor OguzOncuOgreticiOrnekOnurluÖnder; "Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvelâ biz, kendi benliğimize hürmet edelim. Benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al ve hareketimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin şikârıdır.(avıdır)"[39] Büyük Atatürk millî kültürün ihmal edilemeyeceğini, millî kültürünü ihmal eden milletlerin geleceğinin musibet ve izmihlâl olduğuna dikkat çekerek; Türklerin millî kültürlerinin çok kuvvetli olmalarından dolayı "asırların vurduğu darbeler karşısında mevcudiyetini müdafaaya muvaffak olduğunu" önemle belirtmiştir. Öyle ise özellikle gençlerimizin Atatürk'ü çok iyi bilmeleri ve O'nun gösterdiği yolda yürümeleri Türk devletinin geleceği açısından da çok önemlidir. DİPNOTLAR * S.Ü. Fen-Edb.Fak. Tarih Bölümü Öğrt.Üyesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı. [1] Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul, 1969,s.39 [2] İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1983,s.16 [3] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.30 [4] Ziya Gökalp, a.g.e. ,s.30 [5] Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara, 1969,s.21 [6] Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, İstanbul, 1976,s.43-45 [7] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul, 1976, s.75 Kâmuran Birand, "Kültür Hakkında", Kültür Dünyası, Mart-Nisan 1955, sayı,15-16,s.3 [8] Lahhabi (Çev.Bahaeddin Yediyıldız) Millî Kültürler ve Medeniyet, Ankara, 1980,s.123 [9] İbrahim Kafesoğlu, "Millî Kültür-Siyaset İlişkisi," Türk Dünyası, Nisan, 1984,s.1-17 [10] İbrahim Kafesoğlu, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Temeller, İstanbul 1983,s17 [11] Kafesoğlu, a.g.e.,aynı yerde [12] Atatürk, Söylev ve Demeçler, C. I,s. 221 [13]Afet İnan, Medeni Bilgiler s.18-24 [14] Nimet Arsan, Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV, Ankara, 1964, s.73 Atatürkçülük, (Birinci Kitap) Ankara, Gnkur Basımevi, 1982, s.13. [15] Tarih IV.Türkiye Cumhuriyeti, T.T.T.C. 1931,s.247 [16] S.D.I.s.316-317 [17] Arsan, a.g.e.573 [18] Arsan, ayne yerde [19] Afet İnan, "Kemal Atatürk'ün İlim ve Edebiyat Üzerine Düşünceleri", Kültür Dünyası, Mayıs-Haziran, 1956, s.4 [20] S.D.I,372 [21] Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Atatürk Arş.Merk. Yay. Ankara, 2000 s.28-29. Atatürkçülük (Birinci Kitap Ankara Gnkur. Basımevi, 1982, s.5-6) [22] S.D.I.aynı yerde [23] Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959,s.261, Söylev ve Demeçler, C.2, s.140. [24] S.D. I. , s.140-141 [25] S.D.I, s.117 [26] Afet inan, Medeni Bilgiler, s.20-21 [27] S.D.I.224 [28] Söylev ve Demeçler C.II, Ankara 1939 s.16-17 [29] S.D.II,s.17 [30] Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul, 1980,s.78 [31] Laslo Resonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971,s.109 [32] Kafesoğlu, a.g.e. s.18 [33] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1983 s.303 [34] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1970,s.5 [35] Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve son Eserleri, İstanbul 1991, s.86-87. [36] S.D.II,s.139-140 [37] Enver Ziya Karal, Atatürk Hakkında Düşünceler, s.140 [38] Ercüment Kuran, "Atatürk ve Türkiye'nin Modernleşmesi", Türk Kültürü, S.37 , Kasım 1965, s. 62 [39]S. D. II , Ankara 1959, s. 143 Selçuk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi ATA DERGİSİ Sayı:10 Konya-2002 Sayfa: 199-208. www.zafersen.com/makale_ataturk_millikultur_dursun_gok.htm Hürriyet bağımsızlık benim karakterimdir Ben milletimin büyük Ecdadımın EN kıymetli mirasi istiklal aşkı ile yaratılmış 1adamım gerektiği Zaman Türk Milletine CANIMI vereceğim BuYURT tarihte Türktü halen Türktür ebediyen Türk yaşayacaktır hayatta yegâne servetim Türklük biz cahil dedigimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz Kastettigimiz ilim hakikati bilmektir Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çikabilir ulusal bağımsızlık bence 1hayat meselesidir Milli egemenlik öyle 1NURdur ki karsısında zincirler ERiR taç tahtlar batar mahvolur Türküm Dinim Cinsim Uludur Ya istiklal Ya?...

Yrd. Doç. Dr.Dursun GÖK 18.10.2011

Eniştem olan rahmetli Erdoğan Çokduru'yu kaybettiğimizde 20 yaşındaydım ve o zamana dek ayrı şehirlerde yaşadığımız için çok sık bir araya gelebilme şansı bulamıyordum. Görüşebildiğimiz zamanlarda ise sohbetine ve anılarını dinlemeye doyamıyordum... Vefat edeli 10 yıl olmuş ama halen şahsıyla ilgili anılar duymanın keyfini yaşıyorum... sevgili eniştem sımsıcak durur içimde...yok ağlayasım...

altuğ gültekin 22.09.2009

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!