Ödünsüz bir Atatürk devrimcisi: Güngör Türkeli:

 

 

Prof. Dr. Emin Sami Arısoy

Güngör Türkeli: 27 Mayıs 1960 Devrimi'nin teğmeni, yiğit Atatürk devrimcileri Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 devrim girişimlerinin destekçisi, "Atatürk'ün Yarbayı" Talat Turhan önderliğindeki Genç Kemalistler Ordusu'nun (GKO) üyesi…

Güngör Türkeli 1936'da Anamur'da doğdu. Anamur İlkokulu, Anamur Ortaokulu, Antalya Lisesi ve İzmir Hava Harp Okulu'nu bitirdi (1959). Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan saptırılan Türkiye Cumhuriyeti'ni, O'nun yoluna yeniden sokmayı amaçlayan Kurmay Yarbay Talat Turhan ve arkadaşlarınca kurulan Genç Kemalistler Ordusu'na katıldı. Bu yapılanma içindeki Jandarma Komando Üsteğmen Sedat Özbek'in bir ihbar üzerine sorgulanması ve GKO'nun açığa çıkarılmasıyla 15 Nisan 1963'te gözaltına alındı ve tutuklandı. Üç yıl süreyle Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra, "Atatürk'ün Yarbayı" Talat Turhan ve beş arkadaşıyla birlikte emekli edildi.

 

 

 

Güngör Türkeli’nin 2004’te yayımlanan anılarını yeniden okurken, 2002’den itibaren güzelim ülkemizin üstüne AKP iktidarıyla katmanlaşarak çöreklenen “Kürtçü-din tüccarı faşizmi”ne giden yol taşlarının hangi aşamalarla olgunlaştığı, karşıdevrim sürecini engellemek isteyen Atatürk Devrimcileri’nin nasıl dışlandığı, etkisiz kılındığı, yok edildiği, Türkiye’mizin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbeleriyle emperyalist yanaşması işbirlikçilerin eline nasıl bırakıldığı, bütün ayrıntılarıyla bir kez daha gelip boğazınıza, soluğunuza takılıveriyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 1 Mart 1966'da ayrılan Emekli Hava Kıdemli Üsteğmen Güngör Türkeli, 1967'de Anamur'da ilk basımevini kurdu ve ilçenin ilk yerel gazetesi olan Anamur'u yayımladı. 12 Mart 1971 Amerikancı faşist darbe sürecinde 1971 ve 1972'de iki kez tutuklandı, Adana Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandı ve aklandı. 1973'te Antalya'da, yine bir Atatürk Devrimcisi olan yaşam arkadaşı Neriman Türkeli ile birlikte Arkadaş Kitabevi'ni kurdu. 1974'te Antalya Belediye Başkan Yardımcısı oldu, 1976'da görevinden ayrılarak gazeteciliğe döndü. 1978'de Antalya Kültür Müdürü oldu, 1979'da Ankara'da Kültür Bakanlığı'nda görevlendirildi, 1981'de bu görevinden ayrıldı ve 1991'e dek, Cumhuriyet, Hergün ve Güneş gazetelerinin Antalya temsilcisi olarak gazetecilik yaptı. 1996'da yeniden döndüğü Kültür Bakanlığı'ndan emekli oldu.

Yaşamını eşiyle birlikte Anamur'da sürdüren, Talat Turhan Türkeli ve Ayşegül Türkeli'nin babası Güngör Türkeli, birçok yazın ürünü de verdi. Öykü, düzyazı ve röportajları Varlık, Yön, Kırk Merdiven, Öykü gibi dergilerde yayımlandı. Türkeli'nin anıları Harbiye'den Babıâli'ye-Bir İhtilâlcinin Anıları (2004), siyasal yazıları Kuşatılan Ülke Türkiye (2010) adıyla İleri Yayınları'nca kitaplaştırıldı.

Harbiye'den Babıâli'ye: Bir İhtilâlcinin Anıları

Güngör Türkeli'nin 2004'te yayımlanan anılarını yeniden okurken, 2002'den itibaren güzelim ülkemizin üstüne AKP iktidarıyla katmanlaşarak çöreklenen "Kürtçü-din tüccarı faşizmi"ne giden yol taşlarının hangi aşamalarla olgunlaştığı, karşıdevrim sürecini engellemek isteyen Atatürk Devrimcileri'nin nasıl dışlandığı, etkisiz kılındığı, yok edildiği, Türkiye'mizin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbeleriyle emperyalist yanaşması işbirlikçilerin eline nasıl bırakıldığı, bütün ayrıntılarıyla bir kez daha gelip boğazınıza, soluğunuza takılıveriyor.

Öte yandan, Güngör Türkeli'nin anıları, Bir İhtilâlcinin Anıları olmanın ötesinde, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Kenan Evren gibi Türk siyasal yaşamının birçok "dama taşı" yanı sıra, "Atatürk'ün Yarbayı" Talat Turhan'dan Aziz Nesin'e, Ulaş Bardakçı'dan Uğur Mumcu'ya, Ruhi Su'dan Fakir Baykurt'a, Türk eylem, düşünce, yazın ve sanat yaşamının onlarca ölümsüz adının çeşitli yaşam parçacıklarına da tanıklık ediyor. Bu yaşam parçacıkları kimi zaman da ilginç, şaşırtıcı, gülümsetici anılar biçimine bürünüyor.

Bu tanıklıklardan alınacak dersler, bu tanıklıklarda unutulmaz sözler var. Bunların bütününe elbette Harbiye'den Babıâli'ye-Bir İhtilâlcinin Anıları okunarak ulaşılabilir. Yine de zamana bırakılacak gibi olmayan bir bölüm tanıklık, örnekleme yapmadan geçilecek gibi değil.

Bir İhtilâlcinin Anıları: Tanıklıklar

(27 Mayıs 1960 Devrimi öncesi) "Türkiye'de siyasal ortam gerginleşiyordu. İzin günlerimizde dışarıya çıktığımızda konuya egemen büyüklerimizle buluşuyor, görüşlerini alıyorduk. ( …) Bir de Balıkçı (Cevat Şakir Kabaağaçlı, Halikarnas Balıkçısı vardı. İkindi üzerleri Liman Lokantası'nda rakısını yudumlardı. Çoğu kez resmi elbiselerimizle yanına giderdik. 'Gidin yanımdan. Siz askersiniz, başınıza bela aramayın.' diye bizi kovardı." (29. sayfa)

"12 Mart'ta, iki binin üzerinde kitabım, Yön ve Devrim dergisi ile Varlık, Yeditepe gibi sanat dergilerimin tüm ciltleri yakılacaktı." (29-30. s.)

(27 Mayıs 1960 Devrimi öncesi) "... Sivil kıyafetim olmadığı için resmi giyinerek gitmek zorundaydım. " (35. s.)

(27 Mayıs 1960 Devrimi öncesi) "... İzmir'in Konak Meydanı. Polisler gençlere coplarla saldırınca, gençler İstiklâl Marşı'nı okumaya başladılar. Doğal olarak, ben de selama durdum. Bir ara şapkamın siperindeki elimi birisi aşağıya çekmek istedi. Bir polisti bu. Büyük tepki gösterdim. Polis elini beline götürüp tabancasını almaya çalışırken, ben de tabancama el attım. Bu kez bir başka el elimi kavradı ve beni uzaklaştırmaya başladı. Bu kişi Demokrat İzmir gazetesinin foto muhabiri ve daha sonra sinemamızın kötü adamı (olacak olan) Hüseyin Baradan'dı." (35. s.)

(27 Mayıs 1960 Devrimi öncesi) "... İsmet Paşa, 'Demokrasiyi getirenler, demokratik rejime inanmamış olanların elinden demokrasiyi kurtaracaklardır' diyordu." (36. s.)

"... Haberlerin başında Ordu Yardımlaşma Kurumu başlığı ile bir haber yayınlandı. Bu kurum, subay, astsubay maaşlarının %10'u kesilerek oluşturulacak ve kuracağı birimlerle Ordu mensuplarının gereksinimlerini daha ucuza karşılayacaktı. (...) Teğmen Aytekin Selçuk, 'Artık savaşan subaylıktan vazgeçtik, şimdi tüccar subay olacağız. (...) Biz artık Mustafa Kemal'in Ordusu olmayı bırakıyoruz. Ticaret yapan bir Ordu oluyoruz.' anlamında bir şeyler söyledi. ." (41-42. s.)

"... 1960'lı yıllarda Türk topraklarında NATO'ya verilmiş üsler vardı. Eskişehir 1. Ana Jet Üssü de NATO üssüydü. Üssün birçok gereksinimi Amerikalılar tarafından karşılanıyordu. Bu görevi yapmak için hemen bitişiğimizde DET-100 adı ile anılan bir Amerikan birliği vardı. DET-100'e subay olarak girmemiz yasaktı. Ancak çevre korumasını bizim askerler yerine getiriyorlardı. (...) Oluşturulan kulelerde nöbet tutan askerimizi denetlememe Amerikalı askerler izin vermediler. Nöbetçi subayı olarak kendi askerimi denetleyemiyordum. Bu konu Mihri Belli ve arkadaşları tarafından yönetilen Türk Solu dergisinde yer aldı ama hiçbir açıklama da yapılmadı. Yalnız bu konu gündeme geldiğinde Başbakan Süleyman Demirel 'Üs yok tesis var' demekle yetinmişti." (44-45. s.)

Amerikan Kongresi Kütüphanesi kanun arşivi; Senato Dış İlişkiler Komitesi raporu: "... Birçok ülkeye yaptığımız askeri yardımların asıl (siyasal) nedeni (…) general ve amirallerin iktidarı devralmak üzere yetiştirilmesidir." (45. s.)

"Pinochet'nin o ünlü Esmeralda işkence gemisi, Pinochet'nin Devlet Başkanı Allende'ye karşı düzenlediği o kanlı darbesinden sonra, deniz harp okulu mezunu gençleri dünya turuna çıkarmıştı. (…) Esmeralda'yı hiçbir Akdeniz ülkesi limanlarına sokmamıştı. Yalnızca Kenan Evren'in dikta yönetimi sırasında Esmeralda'nın Antalya Limanı'na girmesine izin verilmişti." (46. s.)

"27 Mayıs'tan sonra Milli Birlik Komitesi 'Hazine boş' diyerek bir kampanya başlatmıştı. Subaylar da altın yüzüklerini vererek bu kampanyaya katılıyordu. Verilen altın yüzüklerin karşılığında komite değersiz yüzükler dağıtıyordu. Parmağımdaki yüzük 27 Mayıs'ta verdiğimiz altın yüzüğün karşılığında verilen yüzüktü." (59. s.)

"27 Mayıs'tan bir hafta sonraydı. Genç teğmenler büyük bir coşkuyu yaşıyorduk. İzmir'in Şirinyer semtinde oturuyordum. Yakından tanıdığım bir binbaşı ve PTT Müdürü ile birlikte 6. ATAF adındaki, NATO'ya bağlı karargâhı ziyaret için gittik. Gittiğimiz binbaşının odası kalabalıktı. Ben coşku ile 27 Mayıs'ı anlatmaya başladım. Odada bulunan Yunanistanlı bir albay (Türkçeyi çok iyi biliyordu, ailesi Türkiye'den Yunanistan'a gitmiş) sözümü kesti ve 'Bana bak Teğmen, sen Yunan İhtilâli'ni yapan genç subayların şimdi ne yaptığını biliyor musun?' dedi. Dikkatle gözlerimin içine bakıyordu. Sesim çıkmıyordu. Yunanlı Albay sözünü sürdürüyordu: 'Bana bak Teğmen, Yunan İhtilâli'ni yapan o genç ve kahraman Yunanlı subaylar şimdi Atina ve Pire sokaklarında taksi şoförlüğü yapıyor.' Yine gözlerimin içine bakarak sözünü noktaladı: 'İhtilâl önce kendi çocuklarını yer. Bunu sakın unutma!' 19 Nisan 1963 günü Mamak Askeri Cezaevi'ne girdiğimde Yunanistanlı Albayın bu sözleri geliyor aklıma." (71-72. s.)

 

 

 

Güngör Türkeli: 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin teğmeni, yiğit Atatürk devrimcileri Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 devrim
girişimlerinin destekçisi, “Atatürk’ün Yarbayı” Talat Turhan önderliğindeki Genç
Kemalistler Ordusu’nun (GKO) üyesi… Güngör Türkeli’nin anıları, “Bir İhtilâlcinin Anıları” olmanın ötesinde, “Atatürk’ün Yarbayı” Talat Turhan’dan Aziz Nesin’e, Ulaş Bardakçı’dan Uğur Mumcu’ya, Ruhi Su’dan Fakir Baykurt’a, Türk eylem, düşünce, yazın ve sanat yaşamının onlarca ölümsüz adının çeşitli yaşam

"25 Haziran 1963: Dün elini öpebilmek için sıraya girilen bir 27 Mayıs kahramanının, havalandırma alanında, beton üzerinde, battaniyeye uzanmış, kusarak kıvranışını acı ile seyrettik. Milli Birlik Komitesi üyesi, 14'lerden Akkoyunlu Yarbay hem kusuyor hem sokakta bırakılmış kimsesiz biri gibi kıvranıyor. Doktor kasten getirilmiyor. Her şeyden önce insandık. Ama nasıl? Hangi anlayışla? 28. Tümen nöbetçi amiri Kurmay Binbaşı Ahmet Kızıltaş bir doktorla geldi. Talat Turhan, Akkoyunlu Yarbay'ın yanındaydı. Doktor, Akkoyunlu Yarbay'ın hastaneye yatırılması gerektiğini, ancak sıkıyönetim komutanlığının izin vermediğini anlattı. Talat Turhan, Kurmay Binbaşı Ahmet Kızıltaş'a, 'Bir ülkede hakim ve hekim emir alır duruma gelmişse o ülkedeki düzen iflas eder. Doktorunuz açıkça emir aldığını itiraf ediyor. Bu durumda buraya gelmiş olmaktan utanç duymalısınız.' dedi." (76. s.)

"Cezaevinde kaldığımız süre içinde (…) bilmediklerimiz de daha deneyimli ve birikimli arkadaşlarımızdan öğreniyorduk. Turgut Alpagut Albay'da çok ilginç anekdotlar vardı. Örneğin, Mustafa Kemal ve arkadaşları Havza'da bir kır gezintisinde çift süren tek bacaklı bir köylü görürler. Köylüye yaklaşırlar ve İngiliz askerlerinin Samsun'a çıktığını, yakında buralara gelebileceklerini anlatırlar. Çift süren köylü, 'Aha bana bakın! Evde dört avrat, sekiz yetim var. Hepsinin boğazı şu bir evlek tarlaya bakar. Dedem Galiçya'da, babam Balkan Savaşı'nda şehit oldu. Ben bu bacağımı Çanakkale'de yitirdim. Aha İngilizler şu tarlanın sınırına gelinceye kadar kimse beni yerimden kıpırdatamaz.' der ve çiftini sürmeye devam eder.

Ulusal Kurtuluş Savaşı başlar, Afyon'da düşmana son darbe vurulur, Türk Ordusu Uşak üzerinden İzmir'e doğru ilerlemeye başlar. Aynı komutanlar erat mutfağını denetlerken bir de bakarlar ki, Havza'daki çift süren tek bacaklı çiftçi mutfakta çalışıyor… Albay Alpagut, 'İşte Türk köylüsü budur, vatanı tehlikede gördüğünde ne çift düşünür ne avrat!" diye eklerdi." (91-92. s.)

"25 numaralı koğuşa bir süre sonra Talat Turhan ve birlikte tutuklandıkları Binbaşı Ferhan Yurtlaz da geldiler. Gelir gelmez, Talat Turhan, bizim o hapishane havasına uymuş, saçı sakalı bırakmış, derbeder halimizi görünce müthiş bir öfkeye kapıldı. 'Subay her yerde subaydır. Nedir bu haliniz? Moral bozmak yok. Derhal tıraş olun ve elbisenizi ütüleyip, gömleklerinizi kolalayıp karşıma öyle çıkın!' diye bizi bir güzel haşladı." (93. s.)

"Talat Aydemir ve Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarının hapishaneye getirilmelerinden bir süre sonra 9 Harbiye öğrencisi de getirildiler. Bu öğrencilerden biri Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı tutuklamak için Genelkurmay Başkanlığı'nın karşısındaki lojmanlara giderken 2. Başkan Memduh Tağmaç'la karşılaşmışlar. Aralarında çatışma çıkmış, ama Memduh Tağmaç'ı vuramamışlar.

(…) Talat Turhan öğrencileri çağırdı ve Memduh Tağmaç'a ateş edenin kim olduğunu sordu. (Lider konumundaki) Önder Aydınlı ateş edenin kendisi olduğunu söyleyince, Talat Turhan, 'Sen nasıl askersin? Niye vuramadın o adamı?' diye bağırdı." (103. s.)

"Karşı koymamak, giderek sessiz kalmak, teslim olmak anlamına gelir…" (119. s.)

"Sorguya öğretmen şair Abdulkadir Bulut ile başlayacaklardı. Abdulkadir'in suçu, kovuşturmayı yapan müfettişe göre, evinde bulunan ölü, sol bacağı öne doğru ve sağ bacağı kopuk bir kurbağa kurusuydu. Müfettiş bey, Abdulkadir'in görevde olduğu okulda incelemelerini yaptıktan sonra evinde de araştırma yapmak ister.

... Müfettiş evde hiçbir şey bulamaz, ama duvarda kereste kamyonlarının çiğneyip öldürdüğü bir kurbağa kurusu görür. Kurbağa kurusunun sol bacağı ilerdedir, sağ bacağı ise kopuktur. Müfettiş bey, kurbağa kurusunun niçin sol bacağı ilerde, sağ bacağı kopuk diye sorar. Abdulkadir'in yanıtı alayımsıdır, 'Vallahi müfettiş bey, kurbağayı ben ezmedim. Kereste kamyonları ezmiş. Kurbağa kurusunu buraya asarken de bacaklarına bakmadım. Siz söyleyince fark ettim.' der. Ne ki, bay müfettiş kurbağanın durumunu raporunda yazar. Abdulkadir açığa alınır ve mahkemeye verilir. Mahkemede aklansa da uzun süre açıkta kalma durumu sürer.

Olaya değişik tepkiler geldi. İlginç bir tepki de Melleç köyünden Abalı Mehmet Ağa'dan gelmişti. Mehmet Ağa, o çarıklı bilge tavrıyla, 'Göğü yıldızdan, yeryüzünü de eşek bokundan seçemez olduk. ' demişti." (123-124. s.)

"Orhan Müftüoğlu On Kasım Atatürk'ü Anma Günü'nde şu küçük fıkrayı yazmıştı.

Bugün on kasım
İhtiram duruşu!
Şapkanızı çıkarın!
Hey! Gerideki!
Sen de takkeni çıkar!" (129. s.)

" ... 'İstanbul 'a gideceğimi Deniz'e söyleyin. ' dedim. Karşımızda güçlü bir ordu, güçlü bir jandarma ve polis örgütü var. Bizi ve sizleri öldürebilirler. Biz geride kalırsak sizin ardınızdan türkü yakmaktan başka bir şey yapamayız.' dediğimde, Ulaş 'Ağabey, böyle bir olay gerçekleşirse arkamızdan türkü yakmanız bile bizim için yeterlidir.' dedi ve vedalaştık. Ulaş birkaç ay sonra aramızdan ayrıldı..." (150-151. s.)

"Antalya Sanat Şenliği için bir ambleme gereksinmemiz vardı. Sanatçı dostlar aracılığıyla Mengü Ertel'e ulaştım. Şu anda bile Antalya'nın simgesi olarak kabul edilen amblemi Mengü Ertel yaptı. Mengü Ertel amblem karşılığında hiçbir ücret istemedi, ben de kendisini festival boyunca konuk etmek için çağırdım. Hatta, ilk gün düzenlenen festival konvoyuna katıldı. Bir takside, konvoya katılan sinema sanatçıları ile birlikteydi. Konvoy Saat Kulesi'nin önüne gelince, sarhoş bir Antalyalı, sanatçıları göstererek Mengü Ertel'e, 'Aha, bunlar tanıdık. Sen kimsin lan ayı?' demez mi! Mengü Ertel, bereket versin, adamın sarhoş olduğunu anlayıp, gülüp geçmiş." (166. s.)

*

Mirseyit Sultan Galiyev, Mustafa Kemal Atatürk, Kadro, Yön, Deniz Gezmişler ve Uğur Mumcuların mirasçısı ve ulusal solun tek örgütlü gücü olan TÜRKSOLU hareketinin ve ardından Ulusal Parti'nin de daima yanında, yüreğinde yer aldı Güngör Türkeli.

TÜRKSOLU ve Ulusal Parti, ödünsüz bir Atatürk Devrimcisi, Genç Kemalistler Ordusu üyesi, Emekli Hava Kıdemli Üsteğmen Güngör Türkeli'yi saygıyla selamlamaktan onur duyar…

Yüce Türk Ulusu, Yüce Türk Ulusu'nun eşsiz ve büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün çocukları ve Sevgili Türk Vatanı, Güngör Türkeli'ye ve onun gibi olanlara sonsuza dek sevgi ve saygı duyacaktır…

Ne mutlu Güngör Türkeli gibi olanlara…

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!..

 

 

Yayın Tarihi
24.01.2012
Bu makale 15114 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!