Turizm iyi de, Peki biz nereye gidiyoruz?
Hep duyarız, hep söyleriz.
“Dünya küçük-sorunlar büyük" diye..
Yıllardır dünya insanlarının kendi aralarında çeşitli görüşme ve muhabbetlerinde standart bir tespit olarak kullandığı bu 'yorgun söylem' artık ciddi bir yeni boyuta ulaştı.
Hızla gelişen iletişim, ulaşım teknolojileri, dijital çözümler ve küresel hareketlilik dünyamızı içinde/üstünde yaşayanlar için önce bir sarstı sonrada iyice ufalttı. İnsanlara, düşüncelere, arzulara, ihtiraslara yetmez oldu kamburlaşan dünyamız. Dar gelmeye başladı içindeki enerji dışındaki kabuğa..Küresel devasa hayal ve gerçeklerin içinde yan yana top koşturduğu bücür dünya aynı zamanda öyle büyük dert ve sorunlar barındırıyor ki bünyesinde : artık sokaktaki adam için bile, büyük, kalıcı (o daha tam farkında olamasa dahi) tehlike savuruyor şuurunu kaybetmiş bir saldırgan gibi...
Talihsiz başlayan bu 'Milenyum'da kelimenin tam anlamı ile tehlike dünyamızın kapısından içeriye girdi. Anlayanlara, görebilenlere, hissedebilenlere o keskin dişlerini gösteriyor apaçık...
Bir yerde ekonomik toplumsal/çöküşler, geleneksel kazanımların uçup havada yok oluşu,değer kaybedişi, gelişmiş dünya toplumlarının bile son yıllarda hızlıca büyüyen bölümünün bol ve zengin tüketim dağlarının eteklerinde fakir ve tedirgin yaşayışları, bir yerde doğduğu günden beri hergün daha da fakirleşen ancak ve ancak sadece bol tüketen toplumların çöpünü hayal edenler ordusu, diğer tarafta milyarlarca insanı aç, milyarlarca insanı bir bardak temiz suya ulaşamayan, her gece karnı aç yatan, sefalet içinde binlerce çocuğun öldüğü, bölgesel savaşlarda insanların birbirlerini boğazladığı, havaya uçurduğu bir dünyada, bu açlığın ve yoksulluğun müsebbibi olan bazı agresif yönetilen fonların sahipleri, yöneticileri ve dünyanın parasını elinde bulunduran karapara babaları, tamir edilemez bir düzeyde bozulan doğa-çevre dengeleri . Küresel ısınma/yeni göç yolları arayışları ve dünyamızın buruşan, eriyen coğrafyası.
Ve, ve... Çözüme katı Vermeliyiz…
Önümüzde koskocaman geride bıraktığımız hoyrat yüzyılda göstermelik hasıraltı temizlik ve çekirdeğine kadar kirlenen 'mahcup bir evren'...
Sorunlar artarken, çoğalırken sezonlar da akıp gidiyor: 'kaç turist geldi ‘kaç turist gitti?' diye dünya turizm sektörü kendi kurumları içinde hesap yaparken, dünya bambaşka hesapların peşine düşüyor.
Yaşayacağımız, yaşamak mecburiyetinde olduğumuz bu içte ve dışta tehlike dolu yıllar içersinde insanlığın yeni ödevi, misyonu 'evrensel bir rehabilitasyon' a şahit olacağız.
Türkiye olarak hazırlıklı olalım:
Bu bahsettiğim küresel çözüm ve denge arayışlarına bazı toplumlar aktif katılımcı, bazı toplumlar ise sadece hasta, müflis ve çaresiz, bazıları hazırlıksız, bazıları da konudan bihaber izleyici bir zamandaş olarak dahil olacaktır.
Ve biz…
Biz yine Türkiye’mize dönelim ve kendi dünyamızda olup bitenlere bir göz atalım:
Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle başlayan, Türban Yasası ve AKP'nin yasaklanma talebi süreci ile devam eden gelişmeler bizi dünyanın gerçeklerinden ve gündeminden çok ama çok uzaklaştırdı/uzaklaştırıyor…
Türkiye’miz daha halen modern temel becerilerin kazanılmasını güvence altına bile alamıyor, Hatta dünya kurumları tarafından 4. sınıf öğrencilerinin yüzde 42'sinin okur yazarlık derecesinin en alt seviyede olduğu tespit ediliyor.. Hal bizde böyle iken; dünyada yeni bir "dijital okuryazarlık" anlayışı ve yeteneği ile 300 kelimeden 5000 kelimelik algılama ve düşünme yapısına sahip beyinler oluşturuluyor, gelecek bin yıl için büyük 'bilgi ve araştırma kaleleri' inşa ediliyor..
Peki biz? Bizler halen neleri tartışıyoruz?
Kaç ay, kaç değerli gün, kaç önemli saat hibe olup elimizden kayarak dün oluyor...
Çoluk çocuklu günlerde ailecek dünya basınından okuyoruz:
Ahlak sorunumuz yok ama bir küçük sorunumuz yinede var: O da ciddi dünya kurumlarına göre 'İnsani gelişme endeksi'miz çok düşük:
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) 'Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu'na göre, Türkiye’miz , genç işsiz oranında 177 ülke arasında 10'uncu sırada, eğitim endeksinde ise sonlara doğru taaa 104'üncü sırada bulunuyor.
Bu zor günlerde kendimize baktığımızda hala üstün sektörler yaratamadığımızı yoğun olarak kullandığımız yurtdışından gelen ara maddeleri yüzünden esasında yaptığımız ihracatın bile esasında gizli-saklı ithalat'a dönüştüğünü öğreniyoruz.
İşlerimiz tıkır-tıkır yürüyor da, neden memleketimizde iş yok? İş yeri yok? İşsizler ordusu var…
Uçaklarda dağıtılan yabancı gazetelerde okuyoruz:
"İstanbul'da cep telefonu işletmeciliği yapan Cengiz Kartop, işlerinin bozulması üzerine 6 ay önce memleketi Diyarbakır'a döndü. Uzun süredir işsiz olan ve bunalıma giren Cengiz Kartop intihar etmeden önce başlarına birer kurşun sıktığı iki kızından hayatta kalan 3 yaşındaki Lorin Kartop, ağır yaralı kaldırıldığı hastanede yaşam savaşı veriyor."
İçimiz sızlıyor…
Antalya'nın o muhteşem Toroslar’ına doğru uçağımız yükselirken dağların bir tarafında büyük İskender'in ordularından da büyük işsiz gençleri, öbür tarafta ise biz turizmcilerin bu yıl gerçekleştireceği 25-27 milyar dolar'lık döviz girdisinin, ülkemizin dış ve iç borcunun 2008 faizinin yarısını ile karşılamadığını görüyoruz.
Bu kadar yüksekteyken siyasi yaşamımızın öbür yakasına tepeden baktığımızda da komutan edasında bedenine organik olarak yapıştırdığı politbüro kalkanı ile ülkemizdeki ve dünyadaki değişim ve gelişimi anlamakta zorlanan kendisini eşsiz-benzersiz olarak gören o şahsı görüyoruz. Kendi kalesindeki değişime bile gösterdiği isteksizlik tarafındaki milyonların yüreğindeki değişim hayallerini sıfırlıyor, yurdumun Falezler’inden bu sıcak hülyayı yıllardır boşa aktarıyor..
Peki bu doyumsuzluk niye?
Bu arada hangi siyasi yöne dönersek dönelim; hangi siyasi yöne yaklaşırsak yaklaşalım sektörümüz geleceği için samimi ve dürüst yaklaşımları tam göremiyoruz.
Yıllardır yüksek sesle neredeyse yüksek sesle bağırmamıza rağmen siyasi kesimlerde rant, adam kayırma, ucuz oy beklentisi turizmin hammaddesini yok ediyor. Marka Kent' ler yaratacağız derken Türkiye’mizin birçok yerinde: İstanbul'un tarihi yarımadasında, Side'nin Apollon Tapınağı'nda hatta UNESCO'ya aday Mardin'de binlerce turistin gözlerinin önünde çarpık yapılaşma ve beton binalar tarihi dokuyu bozup duruyor.. Tarihi eserlerin üzerine beton dökülüyor, buna cesaret (!) eden işletmelere ruhsat veriliyor.
Tarihi markalar bizlerin elinde bazı köşelerde 'alaturka taka'ya dönüşüyor...
Kartvizitinde ‘turizmci’ yazan bazı fırsatçılar bu vurgunlara rehberlik yapıyorlar…
Siyasi belirsizlik ve yaklaşan belediye seçimleri bu vahşi, doyumsuz 'rant canavarı'nı yine turizm bölgelerinin üzerine salıveriyor..
Açgözlü, bilgisiz, doyduğundan fazlasını koparan, hoyrat saldırılar ve sahiplenmeler için malzeme bitmek üzere Türkiye’miz de. Sağlıklı bir milli gelecek için artık ivedilikle akıllı, samimi, üretken mütevaziliğe ihtiyaç var.
Sadece dinleyelim…
Sözlerin kifayetsiz olduğu dönemin tam içindeyiz; biraz susalım ve yurdumuzun kalp atışlarını dinleyelim:
konuşmayalım, susalım ve sadece dikkatle dinleyelim...
ve... İşimizin başına dönelim:
Yüzbinlerce turizmcinin özverisi, alınteri, azmi ve gayreti ile ulaştığımız-başardığımız, hem turizm çalışanları ve yatırımcıları için bir atak, bir ilerleme yılı olacak bu olumlu sezonda siyasi sorunların kurbanı olmayalım.
Bu sıkıntılı ilkbaharda birbirimize daha anlayışlı, daha saygılı davranıp, Türkiye’de beraberce yaşamak mecburiyetinde olduğumuzu hatırlayıp içerideki ve dışarıdaki spekülatörlere, manipülatörlere, hayal kırıcılara, fiyat kırıcılara, fırsatçılara ve bize ve dünyaya dost olmayanlara zemin hazırlamayalım..
Dünyamızda Türkiye olarak 70 milyonun altına imza atacağı bir toplumsal hedef koyalım...
Dünya ve Türkiye için itibarlı, yaşanır, sürdürülebilir bir gelecek yaratalım. Geleceğimizi sahiplenelim.. Çünkü geleceğimiz bizim çocuklarımız…