Rüşvet ve yolsuzluğun varlığı, insanlık tarihi kadar eskidir.
Zamanla şekil ve yöntemleri değişikliğe uğramıştır.
Rüşvet ve yolsuzluk, fert ve toplum hayatını çürüten ve yok eden hastalıkların başında gelmektedir.
Bu nedenle, Hem dinler hem hukuk hem de demokratik ve insan haklarına dayalı rejimler tarafından yasaklanan suçlardır.
Nedir bu “rüşvet”?
Rüşvet; yetkiyi, görevi veya nüfuzu kötüye kullanarak elde edilen gayr-i meşru menfaati ifade eder.
Başka bir deyişle, “her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesi” olarak tanımlanır.
Yolsuzluk ise; kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılmasıdır.
Tanımlarına bakıldığında, rüşvet ve yolsuzluk farklı anlamlar taşımazlar.
Kamu görevlisi olmayan birinin yapmış olduğu iş karşılığı bir başkasından aldığı para ticaret kapsamı içerisindedir.
Bunu kamu görevlisi yaparsa rüşvet almış olur.
Bu açıdan, Arapça “rüşvet” kelimesi ile Türkçemizdeki “yolsuzluk” kelimeleri eş anlamlı kelimelerdir.
Halk arasında daha çok “rüşvet” ya da “ziftlenme” kelimesi kullanılır.
Kamuda yapılan işlerin rüşvetle dönmesi ya da yapılan bir işin yapılması ya da yapılmaması karşılığında çıkar elde edilmesi devlete olan güveni azaltır.
Azaltmadan da öte, yok eder.
Osmanlıda bir dönem rüşvet öylesine ayyuka çıkmış ve normal hale getirilmiş ki, Tevfik Fikret rüşvetçiler için;
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Diye yazmıştır.
Rüşvet ve yolsuzluk; Ceza Kanunu’muzda, “…görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişinin rüşvet suçunu işlemiş olacağı” hüküm altına alınmıştır.
Bir kamu görevlisinin: işi olan vatandaşı, işin gerçekleşmesi karşılığı bir yerlere yönlendirerek çıkar sağlanmasına öncülük etmesi suçtur.
Bunun dernek, vakıf ya da bir hayır kurumu olması bu gerçeği değiştirmez.
Bir şey gizli yapılıyor ve kayıt altına alınmıyor ise şaibelidir.
“Hayır, için yapıyoruz.”
Geçiniz. Yasaları çiğneyerek ve suç işleyerek “hayır” olmaz.
Yardım tabi ki olacaktır.
Türk milletinin en büyük hasletlerinden biri de muhtaç olanlara yardım elini uzatmasıdır.
Bunu Korona virüs olayında şahit olduk.
Gönüllü, kayıtlı ve şeffaf olmak kaydıyla herkes istediği yere yardım edebilir.
Belediyede işin var, “falan derneğe ya da spor kulübüne yardım et, bağış makbuzunu ibra et işini yapayım.
“Bir daha iş ve ihale alamam” diye isteksiz ve gönülsüz yapılan yardımlar ya da ihale karşılığı…
Nereden bakarsan bak! Kir, pas ve irin akıyor.
İhalelere fesat karıştırmak suretiyle yapılan yardımın hayrı mı olur?
Devletin; dürüstlük, tarafsızlık ve güvenilirliğini, diğer taraftan da bireyin karar verme özgürlüğünü ortadan kaldırmaya kimsenin hakkı yoktur.
Haddi de…
Günümüzde rüşvet ve yolsuzluk aracılar vasıtasıyla yapılmakta ve kalın zırhlarla korunmaktadır.
Buluşma yerleri…
Bunun için Ankara Çukurambar’da ya da Mustafa Kemal Mahallesi’nde “nüfuz ticareti” için özel ofisler kurulmuştur.
Yemekler… Sohbetler… Atamalar… Hayır işleri! Ne ararsan var!
“Bal tutan parmağını yalar” misali rüşveti meşrulaştırma çabaları tüm hızıyla devam ediyor.
Tüm bu olumsuz şartlara rağmen, dürüst ve ilkeli bürokratlar ve siyasetçiler de var.
Olmasalar, “vay memleketin haline!”
Rüşvet ve yolsuzluğa kim dur diyecek!
Üstat Necip Fazıl KISAKÜREK maddi manevi her türlü hak ve hukukun gasp edildiği günümüz dünyasını bu şiiri ile çok güzel özetlemiş.
“Allah'ın bir pulunu bekleye dursun on kul,
Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul...
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa,
Yaşasın kefenimin kefili kara borsa...”
Peygamberimiz bir devlet görevlisini ima ederek, “annesinin babasının evinde oturmuş olsaydı kendisine böyle hediyeler verilir miydi?” demektedir.
Nüfuzu kötüye kullanıp, menfaat temin etmenin her türlüsü kötüdür ve bunu çeşitli kılıflara sokmak…
Eylemi haklı göstermez.
Şöyle ki, Allah rüşvet yiyenler hakkında, “yapmakta oldukları şey elbette ne kadar kötü!” derken “ya ‘melun” kelimesini kullanmaktadır.
Bu ağır bir ifadedir.
Kaldırana helal olsun!
Ne derse desinler, rüşvet ve yolsuzluk kimi insanların ve toplumların fıtratında vardır. Ne yaparlar ne ederler, rüşveti alır, hırsızlığı ve yolsuzluğu da bir yolunu bulup gerçekleştirirler.
Mücadele bildirgeleri, dürüstlük sözleşmeleri ve hamasi nutuklar işe yaramaz vesselam.
Kamuda; "Yerel Yönetimlerde Etik", "Kamu Etik Kurulu” gibi oluşumlar işe yaradı mı?
Sonuç: Kocaman bir “sıfır”
Ortadan kaldırılması için ahlak odaklı daha geniş ölçekte çaba ve kararlılık gösterilmesi gerekir.
Rüşvetin meşrulaştığı yerde…
"Kimi, kendine güvenir, meydan okur."
Kimileri de... "Efendim... Estek, köstek" der, durur.
Olan yine garibana olur.
“Baklava çaldı” diye kodese tıkılır!
Ya çağımızın Rüstem Paşaları?
Onlara bir şey olmaz. Tereyağından kıl çeker gibi işlerini yürütürler.
Rüşvetin belgesi mi olur?
Minareyi çalan kılıfına uyduruyor
Günün Sözü : “Devlet Malından ( Beytül Mal ) tek hırka bile çalan, şehit dahi olsa Cennete Giremez.” (Hz Muhammed)
***
Bir zamanlar ülkenin birinde, adamın biri, o kadar aç ve bitkin düşmüş ki, dayanamayıp bir armut çalmış.
Adamı yakalayıp, cezalandırılmak üzere apar topar padişahın huzuruna çıkarmışlar.
Padişah, ayağa fırlayıp; “Bre densiz! Utanmaz mısın çalmaya, utanmaz mısın hırsızlık yapmaya!” demiş.
Armut çalan adam süklüm püklüm; "Muhterem efendim, bağışlayın beni, çok açtım, dayanamadım, çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer beni affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak…"
Padişah dudak bükmüş.
"Senin gibi çulsuz birinde paha biçilemez ne olabilir ki?"
Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatmış; "Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz…" demiş.
Padişah basmış kahkahayı; "Madem öyle, sen ek o çekirdeği, göreyim altın meyvelerini, o zaman affederim seni." demiş.
Armut çalan yoksul adam;
"Haşmetlim, bu tohumu ben ekemem; çünkü ben bir hırsızım…
Bu tohumu ancak ve ancak ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. O nedenle Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz."
Bu sözler üzerine padişah, birden irkilmiş, suratı asılmış. Bir süre düşünmüş, sonra hırçın bir sesle;
"Bre densiz! Ben koca bir padişahım, bahçıvan değil! Sen o tohumu benim vezirime ver, o eksin… Eksin de altın meyveleri hep birlikte görelim." demiş
Yoksul adam, tohumu vezire uzatınca, vezir büyük bir panikle, padişaha dönüp itiraz etmiş.
"Ben ekim dikim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim. Bence bu tohumu haznedar başı eksin."
Haznedar başı, vezirden daha fazla panik olmuş. O da bir bahane bulup bu görevi başkasına devretmiş.
O ona, o ona derken orada bulunan herkes, sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçınmışlar…
Sinek uçsa, duyulacak bir sessizlik egemen olmuş, koca payitahta…
Padişah, bir süre düşünmüş.
Orada bulunan vezirini, haznedarını, kadısını ve de diğer görevlileri tek tek süzmüş.
Yavaş yavaş ayağa kalkmış.
Sonra, "Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana, bu tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip, sevindirelim." demiş.
Cebinden bir kese altın çıkarıp, yoksul adama vermiş.
Bunun üzerine, orada bulunanların tümü, ellerini ceplerine atıp, sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermişler.
Padişah, yoksul adama dönüp, gülerek;
"Bas git lan buradan…” demiş; “bu ders, bugünlük hepimize yeter."
Şimdi niye mi yazdım bu öyküyü?
Öylesine yazdım işte…
“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!
***
Yakın tarihten bir yaprak
Zaman... Çok şeyi unutturuyor.
Bir "Dava" vardı... Banka genel müdürlüğü yapan Engin Civan ile dönemin ünlü iş adamı Selim Edes arasındaki dava.
Selim Edes... Mahkemede... Engin Civan'ın rüşvet istediğini... Kendisinin de verdiğini söylemişti.
Engin Civan... Savunmasında...
"Hani verdiğin rüşvetin belgesi" demişti.
Selim Edes'in "Biraz poşetlik olan" tepkisi "tarihe" geçmişti:
-Rüşvetin belgesi mi olur lan pezevenk.
(Yavuz Donat’tan alıntı)