Türkiye, uzun bir süredir ciddi bir enflasyonla mücadele programı uyguluyor. Bu program, çok geç kalmış bir program olduğu için çok can yakıyor. Ekonomistim diyen Sn. Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç” ve “nas var nas size bana ne oluyor?” çıkışları ülke ekonomisine çok zarar verdi.
İktidarın duygusal direnmeleri ve popülist politikaları nedeniyle ekonominin dibe vurmasına seyirci kalındı. Paralar, beton ekonomisine ve semirmiş müteahhitlere hesapsız kitapsız aktarılınca da olan oldu, para suyunu çekti!
Sonuçta ne döviz kuru ne de faiz, ekonomideki gerçek rollerini oynayamadı. “Döviz mevduat hesaplarında çözülme yaşanmaması, bazı sektörlerde görülen yüksek oranlı zamlar ve dövize endeksli tüketici kredilerindeki canlanmalar bunun en tipik göstergeleridir.” Sürekli “Merkez Bankası Başkanı” değişiklikleri, hukukun işlememesi ve demokratik ilkelerden sapmalar hem halkta hem de yabancı kamuoyunda ülkenin güvenilirliğine gölge düşürdü. Böyle olunca da beklenen yabancı sermaye yeterince gelmedi.
Ve AKP camiasında sık eleştirilen Mehmet Şimşek, tıpkı Kemal Derviş gibi rica minnet kurtarıcı olarak ekonominin dümenine oturtuldu. Belki Şimşek bile ekonominin bu derece bozulduğunu tahmin etmemişti. “Rasyonel tedbirler alacağız” demek zorunda kaldı.
Ekonomist olmadığımız için rakamlardan ve ekonomi biliminden anlamayız. Bizim için önemli olan, sonuçtur. Halkın sorduğu soru: “Enflasyon gerçekten düşecek mi?” Enflasyonun düşmesi için üretimin artması, istihdamın sağlanması ve ihracat göstergelerinin iyi olması gerekir. Nimette olduğu gibi külfette de eşitlik olması gerekir. Ülkede tepeden tırnağa bir tasarruf ve üretim seferberliği gören var mı?
Türkiye’de iktidarın nimetlerinden faydalanan ama hiçbir külfet ödemeyen mutlu bir azınlık zevk, şaşa ve debdebe içirişinde gününü gün ederken; hayat pahalılığı işçi, memur, esnaf ve emekliler için zulme dönüştü. İktidar bütçe açığını kapatmak ve boşaltılan hazineye para aktarmak için yine en kolay yolu seçti. Vergiler… İğneden ipliğe her şeye zam! Öncelikle, finansman kaynağı olarak alım gücü oldukça düşen dar ve sabit gelirliyi rahatlatıp, varlıklı kesimi finansman kaynağı olarak düşünmek gerekiyordu. Lakin yük her zaman olduğu gibi halka bindirildi. Sanki bütçeyi tarumar eden, vergi borçları silinen, adrese teslim ihaleler ile semiren halkın kendisiydi.
Halbuki gelirini giderine göre ayarlayamayan memur ve işçi sınıfı için araba ve ev almak artık hayal oldu. Arabası olanlar ise, artan petrol fiyatları sebebiyle direksiyon başına geçmeye korkar hale geldi. Kısacası, dar ve sabit gelirliler için hayat artık eskisinden çok daha zor...
İktidar temsilcileri ve Maliye Bakanı Şimşek, gelecek için iyimserlik havası estirirken; çarşı-pazar görüntülerinde ve sokaktaki vatandaş: "Enflasyon düşmüyor, her pazara gelişimizde fiyatlar daha da artıyor" diye şikâyet ediyor. Türkiye'de enflasyon ekonomik bir problem olmaktan çıkmış, günlük yaşamı olumsuz etkileyen, dengeleri altüst eden bir psikolojik sorun haline dönüşmüş durumdadır.”
Vergi gelir üzerinden alınır; bu nedenle öncelikle gelirleri artırmak gerekir. O halde, özellikle dar gelirlilerin satın aldığı temel tüketim mallarından alınan dolaylı vergileri azaltarak, varlıklı kesim gelirlerinden alınan dolaysız vergileri artırmak akıllıca bir çözüm olmaz mıydı? Ekonomist olmadığımız için bilmiyor olabiliriz! İtirazımız; alınan önleyici tedbirlere değil, Türk ekonomisinin kurtulma çabasının sadece halka yıkılmasınadır. “Vur abalıya…” misali zaten bitmiş garibanın üstüne bu denli gelinmesi acımasız Kapitalist düzenin bir sonucudur. Ne yöneticiler ne de zengin tayfa hiçbir tasarruf önlemleri almıyor. Kazanan onlar ama çile halka yansıyor. Hani iktidar, “kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi olacaktı!?”
Nerede kaldı, adil düzen? Nerede kaldı, adalet ve kalkınma?
Yerel seçimlerden alınan sonuç; üç maymunu oynuyor” diye eleştirilen halkın iktidara vurduğu sert bir ikaz şamarıdır. İktidar bu ikazı almaz, zengin seviciliğine devam ederse 2028 seçimlerinde yok olur gider. Efendiler! Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alın! Hatta muhtaç insanlara bazı kolaylıklar sağlayın! Halkın derilerini yüzeceğinize, beslediğiniz koçların yünlerini kırpın ki, ekonomi de halk da rahat bir nefes alsın!
“Rivayete göre, Şam valisi Esat Paşa sıfırı tüketip hazine boşalınca büyük sıkıntıya düşer. Danışmanları, bu duruma çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye eder. Bu tavsiye üzerine Esat Paşa danışmanlarına, “Böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz?” diye sorar. Danışmanlar “Elli veya atmış kese altın elde ederiz” derler.
Bunun üzerine Esat Paşa, “Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor, bu vergiyi nasıl ödeyecekler?” diye sorar. Danışmanlar “Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam” diye cevap verirler.
Bu cevap üzerine Esat Paşa, “Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünürler.
Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek, "gece gizlice buluşalım" der.
Paşa Müftü ile buluşunca, "Müftü Efendi! Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davranıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun. Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim” der. Bunu duyan müftü efendi Paşaya yalvarmaya başlar ve İstanbul’a haber vermemesi için 1000 mecidiye vermeyi teklif ederse de Paşa bu teklifi kabul etmez. Müftü iki katını teklif eder, Paşa yine kabul etmez. Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Sonraki gün Esat Paşa Kadı Efendiyi davet eder ve “Kadı Efendi! Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair elimize bilgi ulaştı” der. Bu sefer Kadı Efendi Paşaya yalvarmaya başlar. “Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek Müftü Efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar. Sonuçta kadı ile de 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Daha sonrasında Paşa sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder ve bu operasyonun sonunda tam 200 kese mecidiye altını toplar.
Arkasından danışmanlarını çağırır ve "Şam halkına vergi koyduğumu falan hiç duydunuz mu?” diye sorar. Danışmanlar, “Hayır Paşam duymadık” derler. Bunun üzerine Paşa, “Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım” der. Danışmanları Paşaya, “Bunu nasıl yaptınız Paşam?” diye sorduklarında da şu muhteşem cevabı verir:
- Kuzuların derilerini yüzmektense, koçların yünlerini kırpmak daha iyidir. Ben de koçların yünlerini kırptım...”
Sizi bilmem ama ben, hikâyeyi okur okumaz "İçinde bulunduğumuz dönemde olanlara ne kadar da çok benziyor" diye düşünmeden edemedim.