Ikikıta arasına bir kısrak başı gibi sokulmuş Anadolu Yarımadası dağların olduğu kadar Anatanrıça’ların da yurdudur. O dağlar ki, yaşama, bağımlı olduğu suyu, toprağı, bitkiyi, ormanı armağan etmiş, o dağlar ki, Anatanrıça’lara yaşam vermiştir. Yazılı kaynaklar ilk Anatanrıça’nın Anadolulu “Dağ Tanrıçası Kubaba” olduğunu söylüyor. Kubaba’nın kutsallığı dağın ürkütücülüğü, erişilemezliği ve baş edilemezliğinden, dişiliği dağın gücü, üretkenliği ve cömertliğinden gelir.
Bir Gezgin Anadolu’yu, iskeletini oluşturan dağlarıyla “yüksek korkuluklu bir köprü”ye benzetir. Bu köprünün güney korkuluğunu 4000 metreye ulaşan karlı zirveleriyle görkemli Toros Dağları oluşturur. “Medeniyetlerin beşiği” ya da “şehirler diyarı” olarak tanımlanan ve iki nehir arasındaki topraklar anlamına gelen Mezopotamya düzlükleri bu Dağları’nın doğu ucunda yer alır. Kültür ve sanatın rahmi olan bu düzlükler Fırat ve Dicle nehirlerinin, Fırat ve Dicle de Toros Dağları’nın armağanıdır.
Bu efsanevi korkuluğun topraklar arasındaki deniz anlamına gelen Akdeniz’le buluştuğu batı ucunda insanın yarattığı 7 sanat harikasından ikisi, Anatanrıça Artemis’e adanmış Artemis Tapınağı ile Kral Mausolos’a adanmış anıt mezar, Mozole, bulunur. Artemis’in ikizi “sanat”ın ve ışığın tanrısı olarak bilinen Lykia’lı Apollon’un doğduğu Patara antik yerleşimi de bu coğrafyaya dahildir.
Adını gücü ve üretkenliği simgeleyen “Boğa”dan alan bu sıradağların batı bölümünün güney eteklerinde yer alan Karain Mağarası dağa oyulmuş bir Anatanrıça evi olduğu kadar insanın 500 bin yıl öncesine tarihlenen kesintisiz izlerini gizlemiş bir mekandır da. Karain’in kuzeydoğusunda ve Torosların kuzey yamaçlarına bakan düzlüklerde günümüzden yaklaşık 8500 yıl önce yaratılmış ve insanı bir peyzaj içinde betimleyen dünyamızın bilinen ilk sanat eserinin, “tablo”sunun, gün ışığına çıkarıldığı Çatalhöyük yerleşimi bulunmaktadır. İnsanın en eski yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük’ün insanları her şeyleriyle Toros Dağları’nın bir armağanı olduklarını ima edercesine, kutsal yapılarının bu efsanevi dağlara bakan kuzey duvarlarını el emeği boğa başı figürleriyle süslemişler.
Aynı efsanevi dağların güney yamaçlarına bakan düzlüklerde bugünün Antalya’sına sadece 15 uzaklıkta günümüzden yaklaşık 18 yüzyıl önce sanat ve müzik gösterilerinin yapıldığı ve büyük bölümü Klaudios Peison’a ithaf edilmiş heykellerin sergilendiği, bir sanat galerisi görünümündeki Klaudios Peison Galerisi’ne sahip Perge antik yerleşimi yer almaktadır. Toros Dağları’ndan beslenen Kestros Irmağı’nın kıyısında kurulu Perge kentinin tiyatrosu devasa heykeller ve üstün nitelikli frizlerle süslenmiş, belki de döneminin en görkemli tiyatro binalarından biriydi. Antalya Müzesi bir anlamda Perge kentinin müzesidir.
Adını, yaklaşık 2200 yıl önce, kent kurmak için güzel bir yer arayışında olan Bergama Kralı Attalos II’den alan Antalya, Cumhuriyet’le 76 yıl önce bu kenti ziyareti sırasında “Antalya kuşkusuz dünyanın en güzel kentlerinden biridir” saptamasının sahibi Atatürk sayesinde tanışmıştır. Tıpkı bu yerleşmeler gibi, üç yönden Toros Dağları ile çevrili Antalya’nın kendisi de Toros Dağları’nın armağanıdır.
Antalya, kökleri doğuda Fırat ve Dicle’nin bereketli sularıyla beslenen Mezopotamya düzlüklerine gömülü dalgalı saçları batıda Akdeniz’in yaratıcı sularına değen Toros Dağları’nın armağanı bu bilge coğrafyanın hep gözbebeğiydi, gözbebeğidir, gözbebeği kalacaktır.