Geçtiğimiz yıl turizm ile ilgili sorulara verdiğim yanıtlar. Soruları yazmadım. Meraklıları zaten anlayacaklardır…
1
İzmirliyim. Halit Bey İlkokulu, Karataş Ortaokulu ve Namık Kemal Lisesi mezunuyum. İÜ Orman Fakültesi’ni bitirdikten sonra ekoloji konusunda doktora çalışmamı tamamladım. Uzun yıllar Batı Akdeniz Orman Araştırma Müdürlüğünde çalıştıktan sonra 1990 yılında Akdeniz Üniversitesinde Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü olarak göreve başladım. O yıllarda Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulunda çevre ve turizm, ekoturizm, alternatif turizm, ülkeler ve kültürleri gibi derler vermeye başladım. Hala da vermekteyim. 1978 yılında Profesyonel Turist Rehberi lisansı aldım. 2014 yılında Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimari ve Çevre Tasarımı Bölüm Başkanlığından emekli oldum.
2
Eğer turizmi Anadolu gibi dünyanın en ilginç, en karizmatik ve en özgün coğrafya parçası üzerinde yapmak durumundaysanız ve yapıyorsanız, turist sayısı ile ilgilenmek anlamsızdır. Anadolu, deyim terinde ise, alakart bir ülkedir ve turizmi de alakart olmak durumundadır.
Ne demek istiyorum?;
Güney Asya’da Himalaya Dağlarının eteklerinde küçük bir ülke olan Bhutan, ülkeyi ziyaret eden her yabancı turistin günde harcaması gereken en düşük miktarı 250 ABD dolarına yükseltti. Bunu “yüksek gelir-düşük yoğunluk” olarak tanımladığı “ülke ruhu”nun kaybedilmemesi ve yerel halkın değer ve çıkarlarının korunması kararını merkeze koyan turizm stratejisinin bir gereği olarak yaptı.
Türkiye Avrupa ya da daha genel bir tanımlamayla batı ülkeleri için en azından Bhutan kadar egzotik, kendine özgü farklı bir ruhu olan ülkedir. Pardon, ülkeydi.
Eğer sayılardan, rekorlardan bahsedilecekse, önce bu konuda ciddi analizlerin yapılması gerekir demek istiyorum.
Yani, bana göre, tablo değişmedi. Biz başından beri nicelik turizmi yapıyoruz nitelik değil.
3
Sorun, özelde Eğe Bölgesi genelde Anadolu’nun tümüyle yaz, yani Güneş, deniz turizmi alanı olarak tasarlanmış olması. Bu, ister istemez, rakiplerinin hiçbir biçimde sunamayacağı çok ve çeşitli doğal ve kültürel değerlere, ürünlere sahip özgün ve geniş Anadolu coğrafyasını, hemen her yerde bulunabilecek standart değer ve ürünlerin sunulduğu sıradan ve dar bir kıyı bandına küçültmektedir.
Sosyal istikrar sağlandığı ve fiyatlar rakip ülkelerin altında kaldığı sürece hareketlilik (artan turist sayısı anlamında) beklenebilir.
4
Daha önceleri de benzer durumlarla karşılaşılmıştı. Neden hep aynı. Sıradanlık (her yerde bulunabilen anlamında) beraberinde istikrarsızlığı da getirirken, özgünlük (rakiplerden farklı olmak anlamında) her türden sürdürülebilirliğin kaynağıdır. Turizm olgusu sıradan bir araç olan “otel” odaklı algılandığı ve özgün farklı değerler üzerine yapılandırılamadığı sürece, bu med-cezirler sürekli yaşanacaktır.
Bir başka konu da turizm olgusunun başından beri yerel halkı denklemin dışında tutmuş, açıkçası izole etmiş olmasıdır. Aslında turizm derken oteli, turist derken yabancıyı kastediyoruz. Kültürün yaratıcısı yerel halkın devre dışı bırakılması kültürün (en geniş anlamıyla) devre dışı bırakılmasıyla eş anlamlıdır.
5, 6
Ülkemizde Turizm adına yapılan değişiklikler konjonktür temelli değişikliklerdir, oysa yapılması gereken yapısal değişikliklerdir. Yapıldığı sanılan değişikliklerin yaraya merhem olamamasının nedeni kabaca budur.
7
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin gelişme çabalarını kendi öz kaynakları ile desteklenmesine katkı sağlayan artı gelirin yaratılabilmesinde iki sektör çok önemlidir. Tarım ve Turizm. Yakın zamana kadar, kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olmak durumundan saman ithal eden ülke duruma düşmüş olmamızın nedenleri ile, tüm özgünlüğüne ve başlangıçtaki göreli yüksek karlılığına karşın ülkemizin üzerine yapışan ucuz kitle turizmi ülkesi konumuna dönüşmüş olmamızın nedenleri benzerdir ve ne yazık ki derinlemesine analiz edilmemiştir.
Ekonomi mitolojiler değil gerçekler, hatta acı gerçekler üzerine oturtulması ve anlaşılması gereken bir alandır. Turizm, özellikle ülkemiz ekonominin önemli aktörlerinden biridir, öyle olması da zorunludur. Mitolojiden acı gerçeklere geçişin önemli ayaklarından biri yatırım maliyetleri, amortismanlar, katma değerlere dönüştürme, vb açılardan Türk turizminin Türk ekonomisine potansiyelin ürüne dönüşümü, nitelik-nicelik dengesi, rekabet ilişkileri, vb. bağlamında gerçek katkısının karşılaştırmalı olarak ortaya konulmasıdır. Sürpriz sonuçlarla karşılaşma olasılığı yüksek bir konu gibi görünüyor.
8
Turizme soyunduğumuz 1980-90’lı yıllarda Dünya Turizmi, sanayi toplumundan hizmet toplumuna bir başka ifade ile bedensel rekreasyon talebinden beyinsel rekreasyon talebine, kalabalık kentsel mekanlardan, az yoğun kırsal alanlara, standart olandan özgün olana doğru köklü değişimlere ve bunlara bağlı olarak gelişen talep değişimlerine sahne olmaktaydı. Bu değişim görülemediği için, ülke turizmi göreli karlılığı hızla artma eğilimi gösteren özgün değerler ve geniş alanlara yayılan düşük yoğunluklu turizm üzerine değil, karlılığı hızla düşme eğilimine girmiş, sıradan kitlesel kıyı turizmi üzerine yapılandırmıştır. İşin, hala anlaşılamayan özeti kısaca budur. Talepteki değişimin nesnel nedenlerini anlamadan ne turizmi 12 aya yaymak, ne de turizmi ülke ekonomisinin “lokomotifi” yapmak mümkündür. Turizme soyunmadan önce, mütevazi ölçülerle de olsa, birer marka olan “Türk Kahvesi”, “Türk Hamamı”, “Türk Lokumu”nu neskafe, sauna, çizkek karşısında hezimete uğratmış olmak bu değişimleri görememiş, kavrayamamış olmanın somut kanıtları değilse, nedir? Halayımızı sirtaki, sazımızı buzuki, rakımızı uzo üzerinden tanımlamayı, oryantal dansa karşı çıkarken Rus revülerini ön plana çıkarmayı da ekleyebilirsiniz bu listeye. Turistik tesislerimize yakıştırdığımız adlar ise bir başka inceleme konusu.
Turizm bir hizmetler ve ürünler alanıdır ve her yönüyle yarışmaya açıktır. Özgün farklı, rakipsiz hizmet ve ürünler kendi fiyatlarını belirlerler. Sıradan hizmet ve ürünlerin fiyatını ise ağırlıklı olarak müşteri yani piyasa belirler. Anadolu özgünlüğüyle kendi fiyatını kendisi belirleyebilecek ender coğrafya parçalarından biridir.
Lise yıllarımda İzmir’de hafta sonlarında Amerikalı dostlarımıza rehberlik, daha doğrusu tercümanlık yapar tarihi ve kültürel değerlerimizi tanıtmaya çalışırdık. En çok ilgilerini çeken etkinliklerin ilk sırasında deve güreşlerinin geldiğini hatırlıyorum. Köylere yaptığımız geziler, köylülerle yaptığımız sohbetler ve birlikte yer sofrasında yediğimiz mütevazi yemekler en çok konuştukları konulardı. Sonraları bunun benzeri tepkileri profesyonel turist rehberi olarak gezdirdiğim Amerikalı, İngiliz, Alman ziyaretçilerde de izledim. Bir hafta, on günlük bir tur sonrasında “bu turda en çok neyi beğendiniz?” sorusuna aldığım yanıt hemen hemen hep aynı sonucu vermiştir. Ya onları götürdüğüm turizmden uzak bir köy ve köylüler, onların ikram ettiği çay, ayran ya da yol üstü lokantalarda yediğimiz Türk yemekleri, birinci ya da ikinci sıraya konurdu.
Bırakın saymakla bitmeyecek doğal ve kültürel değerlerini bir yana, Dünyanın 7 harikasından ikisine, üç büyük kütüphanesinden ikisine ev sahipliği yapan, Yunan adalarıyla kapı komşusu Ege’nin Turizmde başkentliği Antalya’ya kaptırmış olması sizce bu sıradan, dar alan turizm anlayışının bir tecellisi değil midir?
Başka sorum yok, Turizm sizin.