Gelelim Söylencenin Turizmine;
İlyda ve Odesa destanlarının yaratıcısı ozan Homeros’un İzmir’de doğmuş ve yaşamış olduğu konusundaki yaygın kabul bile başlı başına bir söylence turizmi kaynağıdır ve İzmir’e ayrıcalıklı bir boyut katar. İzmir’in dünyada “Homeros Kenti” olarak tanınmasına destek olacak “Uluslararası Homeros Sanat ve Destan Şenlikleri” gibi etkinlikler düzenleyememiş olmak bir yana, kentte onun İzmirli olduğunu anımsatacak bir ipucu kazandıramamış olmak söylencenin başaktörüne saygısızlığın ötesinde özgün bir turizm söylencesi başyapıtı değil midir?
Boğa ve Boğa (Toros) Dağları Antalyalıdır
Üç kıta arasına bir kısrak başı gibi sokulmuş Anadolu Yarımadası dağların olduğu kadar Anatanrıça’ların ve söylencelerin de yurdudur. O dağlar ki yaşama, bağımlı olduğu suyu, toprağı, bitkiyi, ormanı armağan etmiş, o dağlar ki, Anatanrıça’lara yaşam vermiş, söylencelere kaynak olmuştur. Yazılı kaynaklar ilk Anatanrıça’nın Anadolulu “Dağ Tanrıçası Kubaba” olduğunu söylüyor. Kubaba’nın kutsallığı dağın ürkütücülüğü, erişilemezliği ve baş edilemezliğinden, dişiliği dağın gücü, üretkenliği ve cömertliğinden gelir.
Söylenceye göre, yeraltı tanrısı Hepaistos'un müthiş öfkesi, Aristo'ya göre dünyanın içine hapsedilmiş rüzgarların patlamasıyla, milyonlarca yıl önce Akdeniz ve de Toros Dağları kulakları sağır eden gürültüler eşliğinde oluştu. Bilime göre ise olan, Afrika kıtasının Avrasya kıtasına yaklaşmakta olmasının ulu Testis Denizinin küçülüp Akdeniz’e dönüşmesi ve kıyılarında yüksek dağ sıralarının yükselmesinden öte bir şey değildi. Akdeniz’in (Mediterranean) dağlar, topraklar arasında, dağlarla, topraklarla çevrili anlamına gelmesi bu yüzdendir. Kuzey Akdeniz’de Himalaya’lara kadar uzanan bu dağlar Toros ve Alp adlarını alırken güneyde Atlas Dağları olarak bilinirler.
Üç Gorgon kız kardeşten ölümlü olan dünyalar güzeli Medusa zeka ve savaş tanrıçası Atena’nın gazabına uğrar ve hiç kimsenin yüzüne bakamayacağı kadar çirkinleştirilir. Bununla da yatışmayan Atena’nın öfkesi Medusa'ya bakan herkesin taşa dönüşmesini sağlar. Yetmez, üvey kardeşi Perseus'la işbirliği yaparak, Medusa'nın kafasını kesmeye karar verir. Perseus ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıverir. Medusa başı antik dönemlerde kültürümüzde yaygın olarak kullanılan göz boncuğu gibi kötülüklerden koruyan bir fetiş olarak kullanılmıştır. Söylence bu noktada bir yol ayırımına gelir;
Bir yol dağların dolayısıyla Toros’ların oluşumuna gider; Hermes’in armağanı kanatlı sandallarının yardımıyla uçmaya başlayan yorgun Perseus gece karanlığında uçmak zorunda kalmamak için Atlas’ın yurdunda geceler ve heybesinde taşımakta olduğu Medusa’nın iğrenç görünümlü başını Atlas’a gösterir. Kesik başı görür görmez, yorulmaz elleri ve başı üstünde gök kubbeyi ve yıldızları taşımakla cezalandırılmış Atlas’ın dev cüssesi kocaman bir dağa dönüşürken saç ve sakallarından ormanlar, kemiklerinden kayalar oluşur. Ormanları ve kayalarıyla Toros dağları bu söylenceye dahil olmalı.
Diğer yol ise Toros dağlarında yaşanmış bir söylenceye çıkar; Kafasının bedeninden ayrıldığı anda deniz tanrısı Poseudon’un zorla rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa’nın cansız bedeninden dışarı çıkıverirler. Athena, bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar verir ve iyi bir savaşçı olacağını düşündüğü Chrsyar’ı kendisine saklar, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus'u ise, daha sonra batı Toroslarda ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khimaira canavarını öldürecek olan, Korinthos kralı Glaukos'un oğlu Bellerophon'a verir. Antalya’nın batısındaki sönmeyen ateş “Yanartaş” aşağıda anlatacağımız Bellerephon söylencesinin gerçek dünyadaki izdüşümüdür.
Bu söylencelere ek olarak, Toros adı mutlaka bu dağlarda yaşayan en güçlü hayvan olan Boğa’dan geliyor olmalı. Kaynağını Toros Dağları’ndan alan sular tarafından beslenen Çatalhöyük, dağ ile boğa’nın, boğa ile inancın özdeşleştiği bir coğrafyadır. Burada Boğa’nın kendisi kutsaldır ve Çatalhöyük’te boğa’nın kurban edildiğine dair en ufak bir iz bulunamamıştır. Dicle ve Fırat Nehirleri ve dolayısıyla tüm kültürel katkılarıyla Mezopotamya da Toros Dağları’nın bir armağanıdır. Aslında Boğa sadece Anadolu kültürünü değil tüm Avrasya kültürünü derinden etkilemiş bir kutlu hayvandır. Alplerden başlayıp Himalaya Dağlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyanın farklı kültürlerinde boğa, kesintisiz, bir güç, bereket ve sanat sembolü olarak kutsanmıştır. Örneğin, Asur ve Babil’de yöneticiler, yönettikleri ülkenin koruyucu ruhunu temsil eden insan kafalı ve kanatlı devasa boğalar olarak heykelleştirmişlerdir.
Anadolu’nun ortasında bir orak gibi bükülen Kızılırmak’ın suladığı topraklarda pek çok ilklere imza atmış önemli bir medeniyet yaratmış olan Hititler’in Dağ Tapınağı Yazılıkaya yüzeylerine kazınmış tanrı ve tanrıça figürleri, dağların zirvelerine basar vaziyette gösterilmişlerdir. Baş Tanrı Teşup Nanni ve Hazzi adlı iki dağ tanrısının ve karşısındaki Ana Tanrıça Hepat, dört ayağı dört dağ zirvesine basan leopar ya da aslan sırtında resmedilmiştir. Söz konusu dağ tanrılarının giysilerine bakılırsa önden ve yandan tasvir edilmiş üçgenlerden (yani tepelerden) oluştukları görülür. En büyük erkek ve dişi tanrının yanında biri gündüzü (Serri), diğeri geceyi (Hurri) temsil eden iki boğa görülmektedir. Alacahöyükte bulunan bir kabartmada büyük kral ve eşi bir sunak ve bir boğa önünde saygı duruşu yapar vaziyette gösterilmektedir. Bu durum MÖ 14. yüzyılda boğanın tek başına gök tanrısını temsil ettiğini kanıtlamaktadır.
Minotaurus söylencesinin kaynağını oluşturan Toros Dağları’nın Akdeniz içindeki bir uzantısı durumunda olan Girit adasında boğaların nemli rol oynadığı bir din egemendi. Knossos’ta çok büyük bir Minos sarayındaki bir freskte bir dini tören olabilecek bir sahnede cambazlar bir boğanın üzerinde takla atmaktadırlar. Sarayın duvarları kireçtaşından stilize edilmiş büyük boğa boynuzlarıyla süslüdür ve sarayda bulunmuş tören kapları boğa başı biçiminde yapılmıştır.
Bu bağlamda Toros Dağları bir dağ zinciri olmanın çok ötesinde gerçek ile söylenceyi, dağ ile boğayı, doğa ile kültürü özdeşleştiren kökü çok derinlere uzanan özgün ve önemli bir değerdir.
Sanat ve Kültür Toros Dağlarının Armağanıdır
Toros Dağları’nın doğu ucunda “medeniyetlerin beşiği” ya da “şehirler diyarı” olarak tanımlanan ve iki nehir arasındaki topraklar anlamına gelen Mezopotamya düzlükleri yer alır. Kültür ve sanatın rahmi olan bu düzlükler Fırat ve Dicle nehirlerinin, Fırat ve Dicle de Toros Dağları’nın armağanıdır.
Toros Dağları’nın Akdeniz’le buluştuğu batı ucunda Anatanrıça Artemis’e adanmış Artemis mabedi ile Kral Mausolos’a adanmış anıt mezar, Mozole gibi iki mimari harika bulunur. Artemis’in ikizi “sanat”ın ve “ışık”ın tanrısı olarak bilinen Lykia’lı Apollon’un doğduğu Patara antik yerleşimi de, tıpkı Karain Mağarası ve Çatalhöyük de bu coğrafyaya, Toroslara, dahildir.
Çatalhöyük’te günümüzden yaklaşık 9000 yıl önce yaratılmış ve insanı bir peyzaj içinde betimleyen dünyamızın bilinen ilk sanat eserinin, “tablo”sunun, gün ışığına çıkarıldığı Çatalhöyük yerleşimi bulunmaktadır. İnsanın en eski yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük’ün insanları her şeyleriyle Toros Dağları’nın bir armağanı olduklarını ima edercesine, kutsal yapılarının Toros Dağları’na bakan kuzey duvarlarını el emeği boğa başı figürleriyle süslemişlerdir.
Aynı efsanevi dağların güney yamaçlarına bakan düzlüklerde, bugünün Antalya’sına sadece 15 km uzaklıkta, büyük bölümü Klaudios Peison’a ithaf edilmiş heykellerin sergilendiği, bir sanat galerisi görünümündeki Klaudios Peison Galerisi’ne sahip Perge antik yerleşimi, Toros Dağları’ndan beslenen Kestros Irmağı’nın kıyısında yer alır.
Adını, yaklaşık 2200 yıl önce, kent kurmak için güzel bir yer arayışında olan Bergama Kralı Attalos II’den alan ve üç yönden Toros Dağları ile çevrili Antalya’nın kendisi de Toros Dağları’nın armağanıdır.
Boğa Söylencesi
Toros Dağlarının batı uzantısı durumunda olan Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, tanrılara kurban edeceği kusursuz bir boğa için dua eder. Denizlerin tanrısı Poseidon razı gelir ve boğayı Minos’a verir. Boğa o kadar muhteşem bir hayvandır ki, Minos onu kendine saklayıp kusurlu bir boğayı kurban etmeye karar verir. Poseidon, Minos’un yaptığı hileyi fark ederek öfkelenir ve ona bir ceza verir. Öfkeli Tanrı Minos’un karısı Pasiphae’yi yaptığı büyü ile tanrısal boğaya âşık eder. Pasiphae Boğayla birleşmesi sonrası hamile kalır ve boğa başlı, boğa kuyruklu ama insan bedenli Minotauros’u doğurur. Minos ünlü mimar Daedalos’a Girit halkını bu yarı insan yarı boğa yaratığın tahribatından korumak için Minotauros’un hapsedileceği karmaşık bir Labyrenthos inşa ettirir.
Girit Kralı Minos’un oğlu Androgeas, Atina’ya karşı bir savaşta öldürülür. Kral Minos öfkesi ve yası için Atinalılardan kan parası ister. Girit’le daha büyük bir çatışmaya girmemek için, her yıl (efsanenin bazı anlatımlarında dokuz yılda bir kere) Atinalı yedi genç erkek ve yedi genç kızı kurban olarak vermeyi kabul etmek zorunda kalırlar. Kurbanlar Girit’e götürülecekler ve burada Labyrenthos’ta hapiste tutulan Minotauros’a yem olmak üzere verileceklerdir.
Atina Kralı Aigeus’un oğlu Theseus, Minotauros’u öldürüp bu korkunç kurban işine son vereceğine inanarak seçilmiş kurbanlardan birinin yerine geçmek ister. Kral Aigeus oğlunu vazgeçirmeye çalışır ancak sonunda bir şartla isteğini kabul eder: Theseus, Minotauros’u öldürüp Labyrenthos’tan kurtulabilir ve Atina’ya dönebilirse gemisine kara yelkenler yerine beyaz yelkenler çekmesini ister.
Theseus diğer kurbanlarla birlikte Girit’e varır ve Labyrenthos’a götürülür. Kral Minos ile Pasiphae’nin kızı Ariadne Labyrenthos’a girmeden önce Theseus’u görür ve ona âşık olur. Kimseye hissettirmeden Theseus’a Labyrenthos’tan kolaylıkla çıkmasına yardımcı olacak bir yol önerir. Theseus Labyrenthos’a girer girmez Ariadne’nin verdiği ipek iplik yumağını uyumakta olan Minotauros’a erişinceye yola döşer. Minotauros uyanır ve çok şiddetli bir mücadeleden sonra Theseus Minotauros’u öldürür. Sonra ipi izleyerek diğer kurbanlarla birlikte çıkışa ulaşır ve Atina’ya döner. Ancak ne yazık ki yelkenleri değiştirmeyi unutur. Babası Aigeus uzaktan kara yelkenleri görünce, oğlunun Minotauros tarafından öldürülmüş olduğunu düşünür ve acısından yüksek bir yardan denize atlayarak hayatına son verir. Toros Dağları’nın batı ucunda yüzlerce parçaya (adaya) bölünerek kucaklaştığı bu denize bu talihsiz kralın adı verilir. Ege Denizi. Bir başka ifadeyle, Ege Denizi de adını bir boğa söylencesine borçludur.
Bir başka boğa söylencesi Ege Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan boğazlardan biri olan İstanbul Boğazının oluşumuyla ilgilidir. Çapkın Zeus mavi gözlü çok güzel bir kız olan İo’ya aşık olur. Kıskanç Hera’nın bu ilişkiden şüphelenmesi üzerine baş tanrı Zeus İo’yu sevimli bir boğa’ya dönüştürür. İşin içinde başka bir iş olmasından kuşkulanan Hera kocası Zeus’tan bu boğayı kendisine vermesini ister ve alır. Hera boğanın başına yüz gözlü, hiç uyumayan Argus’u bekçi olarak görevlendirir. Sevgilisinin esaretine dayanamayan Zeus habercisi Hermes’in yardımıyla İo’yu özgürlüğüne kavuşturur. Hera bu kez boğaya büyük bir sinek musallat eder ve zavallı boğa durup dinlenmeksizin oradan oraya koşmaya başlar. “Boğa Geçidi” anlamına gelen Bosphoros – İstanbul Boğazı- boğanın buradan geçişi sırasında oluşur.
Gordion’a Giden Yol Toroslardan Geçer
Friglerin ünlü kralı Midas Telmessoslu yani bugünkü Fethiyelidir. Friglerin bilinen bir başka kralı Gordios’un öldüğü günlerde Midas’ın Fethiye’den öküzlerin (iğdiş edilmiş boğa) çektiği bir arabayla liman kenti Patara, Bey dağları üzerinden Batı Toroslar'ı aşarak kuzeye Frig ülkesine, Gordion’a ulaşmayı hedefleyen yolculuğu çok çetin ve yorucu geçer. Bu sırada ölen Kral Gordios’un yerine geçecek kimse bulunamadığından, ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kahinlerden yardım isterler. Kahinler Gorgios’un ölümünden sonra Gordion'a arabasıyla ilk giren kişinin yeni kral olacağı kehanetinde bulunurlar. Bu kişi Midas olur ve Frig ülkesinin bilinen iki kralından biri olma şerefini elde eder.
Midas kral ilan edildikten sonra öküz arabasını Frig tanrısı Sabazios (Yunanlıların Zeus olarak adlandırdığı tanrı) tapınağına adar ve kızılcık dallarından bir düğümle tapınağın sütunlarından birine sıkıca bağlar. Zamanla bu düğümü çözecek kişinin Asya'nın hakimi olacağı söylentisi yayılır.
Pers İmparatorluğu'nun fatihi ve Asya'nın hakimi olmayı kafasına koyan Büyük İskender, aşağı yukarı Midas’ın takip ettiği rota üzerinden Gordion'a gelir ve düğümü çözmeye çalışır. Başaramaz. Bu onun Termessos’u ele geçirememesinden sonra yaşamak zorunda kaldığı ikinci başarısızlığıdır. Başarısızlığın öfkesi ve aceleciliğiyle İskender “Gordion Düğümü”nü sert bir kılıç darbesiyle keserek çözer. Bilge kişiler Büyük İskender’in 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümünü Gordion düğümünü sabırla çözmek yerine, sabırsızca kesmesinin cezası olarak yorumlarlar.
Boğa doğuya ve özellikle de Anadolu’ya özgü derinliğini ve önemini yeterince kavrayamadığımız bir kültürel öğedir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi başta olmak üzere, Anadolu’nun çeşitli illerindeki pek çok müze ve ören yeri bu savı destekleyen kanıtlarla doludur. Toros Dağları’nın eteğinde yer alan turizmin başkenti olma iddiasındaki Antalya, turizmin başkenti olmadan önce boğa kültünün başkenti olmayı becerebilmeliydi, becerebilmelidir.
Boğa dağlarının eteğinde, Anadolu yarımadasının böğrüne yaşam ve bereket sunan anatanrıça göğüsleri gibi sokulan iki körfezden batıdakinin kıyılarında konuşlanmış Antalya’da boğanın görmezden gelinmiş olması başlı başına bir turizm söylencesidir. Çok yönlü marka bir turizm ürününe dönüştürülen boğanın İspanya’ya da Girit’e de, tıpkı servide olduğu gibi (aşağıda açıklanacaktır) doğudan ve büyük olasılıkla Anadolu’dan gitmiş olması gerekir. Tıpkı bir başka İspanyol turizm markası “Flamenko”nun da doğu kökenli (Endülüs) olduğu gibi.
Antalya, kültürel uzantısı bayrağımız üzerindeki “hilal”e dek uzatılabilecek boğa kültünü, daha önceki yazılarımızda verdiğimiz bir örnekte olduğu gibi, ön plana çıkarabilmemin yollarını bulmalıdır. Bu konuda sanılanın çok çok üzerinde somut ve soyut değer işlenmeyi beklemektedir (Ek 1).