Bir yer düşünün antik dünyanın en bilinen, en kutsanmış adını taşıyor. Üstelik bu yer, 2 400 m yüksekliğindeki zirvesinin (Tahtalı Dağ) izdüşümü yatayda deniz kıyısından sadece 10 km içeride (dünyada ender bulunan bir özellik) olan bir dağın eteklerinde bulunuyor. Üstüne üstlük, bu zirvenin, sayıları 20’yi bulan Yunan tanrı ve tanrıçalarının mekanı “Olimpos” zirvelerinden biri olduğu da iddia ediliyor (bizimkinin nesnel nedenleri daha inandırıcı üstelik). Bu kutsal dağın yamaçlarında, söylenceyle uyumlu, binlerce yıldan beri yanmakta olan ateş (Yanartaş) bu iddiayı destekliyor. Yetmediyse, buna bir de Yanartaş ile doğrudan ilişkili Kimera-Bellerefontes efsanesinin de burada yaşanmış olduğunu ekleyin.
Tarihin ilk yazılı antlaşmasında (Kadeş) adı geçen ışık ülkesi “Likya Birliği”nin üç oya sahip önemli kentlerinden biri olan Olimpos , adını 1972 yılında ilan edilen “Olimpos Beydağları Sahil Milli Parkı’na vererek doğal değerler bakımından da ender bulunan niteliklere sahip olduğunu kanıtlamıştır.
Bugünlerde “betonlaşacağı” üzerine tartışmaların yoğunlaştığı coğrafya parçası, en kısa, en kestirmeden böyle bir yer.
Kusutatı bir yana, bu kadarı bile, bakanından çevrecisine, yerel yöneticisinden yerel halkına konuşanların, fikir beyan edenlerin konuyla hangi derinlikte ilgilendikleri, daha da önemlisi olayı nasıl anladıklarını açıklıkla ortaya koyuyor. Anlayacağınız, batı cephesinde yeni bir şey, yeni bir söylem yok. Herkes, bitmek bilmez ihtiras ve şehvetiyle ezberini okuyor. Hem de onlarca (yüzlerce değilse eğer) yıldan beri. Kabak tadı veriyor artık. Gerçekten.
Doğal ve kültürel olağandışı değerlere sahip bu alan yarım yüzyıldır Milli Park statüsü altında korunuyor. Sözüm ona! Daha bir ziyaretçi merkezi bile yok. Gireni de belli değil, çıkanı da. Adı büyük, kendi yok. Kim dile getirdi? Kim kamuoyu oluşturdu? Kim yaşama, turizme, ekonomiye, yerel halka kazandırılması için bir şeyler yaptı?
Yaklaşık 2000 yılından beri ünü giderek artan “Likya Yürüyüş Yolu” bölge ile özdeşleşti, hatta dünya markası oldu. Yolun “Gelidonya Feneri”, “Göynük Kanyonu” gibi bazı parkurları, hafta sonlarında “İstiklal Caddesi” kadar kalabalık oluyor. Buralara tur düzenleyen dağcılık kulüplerinden, bunların etkinliklerine katılan doğa dostlarından her hangi bir etkili düzenleme talebi duydunuz mu? Hangi üniversite ya da akademisyen bu konularda öneri geliştirme, kamu oyu oluşturmayı kendine dert edindi? En basitinden bu yolları kaç kişi kullanıyor? Bunların cinsiyete göre, yaşa göre, vb. dağılımı nedir? sorun bakalım yanıt verecek bir yetkili bulabilir misiniz? Pazartesi günü bu doğa severlerin artlarında bıraktıkları bu alanların durumunu tahmin edebiliyor musunuz.
Allah aşkına, hangi bakan, hangi vali, hangi belediye başkanı, hangi oda, hangi sivil toplum örgütü, hangi birey bu muhteşem coğrafya için içten bir inanmışlıkla çaba harcadı, öneri geliştirdi?
Bir örnek; Antalya’ya gelişim, bir uluslar arası proje ile ilgili olarak, 1972 yılında Kanadalılarla birlikte çalıma ile ilgilidir. 1972, aynı zamanda, alanın milli park ilan edildiği yıldır. Mesai arkadaşım üç Kanadalıdan biri Beldibi’nde diğeri de Kemer girişinde çok mütevazi köy evleri kiraladılar ve orada ikamet ettiler, Antalya içinde değil. Üçüncüsünün onlara katılamama nedeni ise, okula gitmesi gereken çocuklarıydı. Her Hafta sonunu ya Beldibi’nde ya da Kemerde geçiriyorduk. O zamanki Antalya-Kemer karayolunun durumunu düşünün. Birlikte çalıştığımız bir buçuk yıl içinde, yola ilişkin hiç şikayet sözü duymadığım gibi, bu yolu kullanmaktan ne denli mutlu olduklarını gözlediğimi hatırlıyorum. Hatırlayanlar bilir, Güney Antalya Turizm Projesi bu yolu manzara seyir yolu olarak tanımlıyordu.
“Olimpos Betonlaşmasın” demenin bir maliyeti yok. Defalarca, alaçk sesle, yüksek sesle söyleyebilirsiniz. Oysa betonlaşmanın alternatifi nedir? Hem bu muhteşem doğal ve kültürel değerleri ve hem de yerel halkı birlikte nasıl mutlu ederiz? Tüm bunları ülkemizin toplam refahı için nasıl adilce paylaşılabilecek değerlere dönüştürebiliriz? gibi sorulara yanıt bulmak, çözüm önermek bedel ödemeyi, çalışmayı gerektirir. Bu tür konularda kararlı, istekli ve üretken olamadığımız sürece, yaptığımız her samimi çaba KABAK TADI vermeye mahkumdur. Arkamızdaki yarım yüzyıl bunun örnekleriyle dolu.
Yok birinci derece koruma alanı ikinciye dönüştürüldü ardından betonlaşma gelecek, yok milli park alanı daraltılıyor ardından talan başlayacak gibi, yüzlerce kez kaybettiğimiz kolay savunmalar yerine, burası hem ülke, hem yerel halk ve hem de dünya için önemlidir ve şu , şu, şu biçimlerde kullanılmalıdır diye akılcı önerilerle saldırıya geçmediğimiz sürece yenilgimiz çantada keklik. Savaşlar çoğunluğun desteği ve üzerinde bedel ödenmiş stratejilerle kazanılır, kendimizin bile inanmakta güçlük çektiğimiz, içi doldurulmamış sloganlarla değil.
Alın size alandan canlı bir örnek daha; Çıralı’da günün ruhuna uygun (yaklaşık 10 dönümlük bir alan üzerindeki tesis en azından 20-25 yıllık) bir konaklama tesisi (adı bende saklı). Oda inşa maliyeti , diyelim ki 50 000 TL. Bugünkü oda satış fiyatı/gün (BB) 1 400-1 500 TL. Doluk oranı %80/12 ay, diyelim değil, gerçek. Bu yörenin, konaklama tesisi bazında bile, taban fiyatı . Bu bölgedeki en pahalıya satılan konaklama tesisinin oda inşa maliyeti/oda satış fiyatı oranlarıyla karşılaştırıldığında anlaşılabilecek çarpıcı ve gerçek bir olgudur. Hangi bakan, hangi vali, hangi yerel yönetici, hangi sivil toplum kuruluşu incelemiş, çözümünü bu somut gerçek üzerine oluşturmuştur. Yıl 2020 Aylardan Mayıs Günlerden 12, Salı, kaybımızın (ekolojik, ekonomik) ne olduğunu hesaplayan bir ekonomist yetiştiremedik maalesef. Ama bakanından çevrecisine konuşan çok...
KABAK TADI VERİYOR ARTIK...