Ortalıkta koyu bir karamsarlık. Sezon açılacak mı, açılırsa nasıl geçecek? Toparlanabilecek miyiz? Falan filan...
Yıllar önce (yaklaşık 20 yıl) bir turizm sempozyumunda “Krize Dayanıklı Turizm” adında bir bildiri sunmuştum. Anadolu gibi dünyanın, abartısız, en hareketli ve merkezi bir coğrafyasında yaşıyorsanız ve de güçlü batılı ülkelerden farklı (rakip olarak görülen) bir kültüre aitseniz, bu gözardı edilemeyecek bir zorunluluktur. Bu sadece turizm sektörü için değil tüm siyası, ekonomik, sosyal konulara, yani yaşamın tümüne uygulanması gereken bir zorunluluktur. Cumhuriyetimizin kurulduğu günden bugüne, sınırlarımızın içinde ya da yakın çevresinde yaşadıklarımız bu gözardı edilemeyecek zorunluluğu ortaya koyan sayısız örneklerle doludur.
Kriz, bilgi ve deneyim ile aşılır. Adını ne koyarsanız koyun, krizler evrimin, sağlıklı gelişmenin motorudur. Ülkemizin hem toplumsal hem de bireysel anlamda kriz kültürü olduğunu söylemek mümkün değil. Lokomotif sektör olarak tanımladığımız turizmin de yaşananlar üzerinden geliştirilmiş, bildiğim kadarıyla, bir kriz kültürü ve arşivi yoktur. Krizlerden neleri öğrendik, neleri iyi neleri kötü yönettik gibi sorularının cevabını verebilen hafızadan yoksunuz.
Krizler türlü türlüdür. Bu nedenle her krizin nedeni, etkisi, önlemi, bıraktığı iz kendine özgüdür. Kriz kültürü ve arşivi, kayıt altına alınmış bilgi ve deneyimlerin toplamından oluşur. Ortalıkta dolaşan yuvarlak, neden-sonuç ilişkisinden uzak laflar bu eksikliği haykırıyor.
Böyle bir kültür oluşturulamadığı için, aradan geçen iki aya yakın zamandan beri sektör, buna devleti de ekleyebilirsiniz, sağlıkla ilgili alan dışında, sektörler temelinde olanları anlamaya, analiz etmeye başlayamadı, başlayacak gibi de görünmüyor. Bu pandemi krizini diğerlerinden ayıran temel özellikler nelerdir, sektörün farklı alanlarını nasıl etkileyebilir, kriz sonrası turizmi nasıl olacak gibi konularda dizi çalışmalara girişmeden, benim şu an bilgisayar başında yaptığım gibi, kişisel görüşleri dile getirerek çözülemez krizler. Tabii ki karşılaşılacak krizlerle de baş edilemez.
Şu kesin; bu kriz de bize pek çok şey öğretecek. Öğrenmeye başladık bile. Kriz sonrasında fırınların ekmek üretimi düşebilir örneğin. Pek çok aile kendi ekmeğini üretmeye başladı. Yani kriz bazılarımıza ekmek yapmayı öğretti bile.
Şu da kesin; kriz sonrası turizm öncesine oranla farlı olacak! Ama nasıl, ne kadar farklı olacak konusunda ne yaptık, yapıyoruz, yapmamız gerekecek? Her krizin yarattığı kaos kadar sunduğu imkanlar da vardır, olabilir. Neler olabileceği konusunda çalışıyor muyuz? Yoksa doktorların ağzından çıkacak tarihe mi kilitlendik? Asıl kriz bu mu yoksa...
Göründüğü kadarıyla, 1970-1980’li yıllarda başlayan, deniz kıyısında yoğunlaşan kitle turizminden uzaklaşma belirgin bir biçimde kendini hissettirirken bireysel turizm yaygınlaşacak ve “tenhalık” önemli bir turistik ürüne dönüşebilecek. Yüksek yatak kapasiteli konaklama tesisleri çekiciliklerini kaybederken kırsal alanlardaki küçük konaklama tesisleri aranır hale gelecektir.
Yaşanmış bir anı; Ülkemizde turizmin acemilik dönemleri. Kemer ve yakın çevresinde planlanan yatak kapasitesi 25 bin. Turizm yatırımcıları ile doğa severler arasındaki tartışmalar hız kesmeden devam ediyor. Ancak konaklama tesisleri birbirinin ardından açılıyor, yenilerinin temelleri atılıyor.
Bölgenin ağaç boyunu aşmama kuralını bozan ilk tesisinin (adı bende saklı) ilk genel müdürüne, ki bir Fransız idi, daha önce yazmış da olduğum bir öneride bulunmuştum. Konaklama tesisine Elmalı sedir ormanları ve Salda Gölü çevresinde 10 ya da 20 yataklı küçük eklemeler yapmalarının günün turizm ruhuna uygun olacağı idi önerim. Böylece aynı sistem içinde kalarak, deniz turizmi için o tesisi tercih edenler arasından isteyenler, bir ya da iki gecelerini bu iki ek konaklama tesisinde geçirebilecek, deniz turizmini bireysel turizm, eko-turizm, ile kaynaştırabilme imkanı bulabileceklerdi. Vermek istediğim mesaj turizmi daha geniş alanlara yaymak, tenhalığı talebi artmakta olan bir turistik ürün olarak önermek ve böylece bireysel turizme geçişin önünü açabilmekti aslında. Tahmin edilebileceği gibi olmadı. Yani, ta o günlerde, ilk düğme zaten yanlış iliğe geçirilmişti.
Bu öneri Salda Gölü, sedir ormanları gibi kıyıdan uzak, dönüşmeye başlamış turist talebiyle uyumlu değerleri, kaynakları gündeme taşıma girişimiydi. Her ikisi de hala turizm sektörünün dikkatini çekebilmiş değil. İyi mi oldu, kötü mü oldu? Tartışmaya açık. Ancak, eğer o dönemlerde turizmi geniş kırsal alanlara yayarak yoğunluğunu düşürebilseydik daha önce yaşanan krizleri daha az zararla (ekonomik, ekolojik, sosyal, vb.) atlatabilir, corona sonrası koşullarına çok daha hazırlıklı girebilirdik.