Likyalı Leto’dan Manisalı Niobe’ye
Hüzün ve ölenlerin ardından dökülen göz yaşlarıyla ilgili bir başka söylence Apollon’un annesi Leto ile Niobe arasında geşer. Burada servi ağacının rolünü taş üstlenmektedir. Altı kız ve altı erkek evlat doğurmuş Lidya kralı Tantalos’un kızı Niobe batı Toros’larda, ışık ülkesi Likya’da doğurduğu sadece iki çocuğu olan Leto’yu küçük görür ve aşağılar. Bu aşağılayıcı sözlerden haberdar olan Leto çocuklarını çağırır ve kendisine hakaret eden Niobe’den öç almalarını ister. Bir öğle vakti Apollon avlanmakta olan 6 erkek kardeşi oklarıyla öldürür. Altı kız kardeş naaşların bulunduğu dağa doğru koşarlar ancak ulaşamadan hava kararır. Artemis görünmez okları ile birbirinden güzel olan 6 kız kardeşi birer birer avlar. Cansız naaşlar tam dokuz gün yerde kalır. Talihsiz anne cesetleri görünce saçını başını yolar, günlerce, gözyaşları kuruyuncaya, hıçkırıkları çıkmayıncaya kadar ağlar. Dayanılmaz acılarına son vermesi için tanrı Zeus’a kaya haline sokulması için yakarır. Manisa Dağında yaz günlerinin en sıcak günlerinde bile nemli ve ıslak kalabilen ve bir kadına çok benzeyen kocaman bir kaya vardır. Bunun Leto’nun lanetine uğramış ve kaybettiği 12 çocuğuna ağlamakta olan Niobe olduğuna inanılır.
BELLEROPHON:
Belleros’u öldüren anlamına gelen Bellerephon Korinthos kralı Gloukos’un oğludur. Bellerephon ilk gençlik yıllarında bir gün masmavi gökte kanatlı bir atın uçmakta olduğunu, kente hakim bir tepeye konarak susuzluğunu giderdiğini görür. Bellerophon bu kanatlı ata hayran olur ve ona sahip olmak ister. Medusa’nın kesilen başından damlayan kanlardan hayat bulan Pegasos adındaki bu hırçın atı yakalamak için giriştiği tüm çabaları boşa çıkar. Bir kahinin tavsiyesi üzerine zeka ve savaş tanrıçası Athena mabedinde bir gece geçirir. Rüyasında Athena ona Pegasos’u yumuşatacak altın bir gem verir ve işe başlamadan önce ata binme sanatını öğreten tanrıya bir boğa kurban etmesini öğütler. Sabah uyanır uyanmaz Bellerophon Athenanın öğüdünü yerine getirir. Atın gemi gören Pegasos derhal uysallaşır, gemi ağzına alır ve Bellerophon’un sırtına binmesine izin verir. O günden beri yıldırımın koşu atı olan Pegasos Bellerophon’un sadık ve ayrılmaz bir dostu olarak kalır.
Bir av sırasında istemeyerek elini öz kardeşinin kanı ile kirleten genç ve yakışıklı kahraman Bellerophon arınmak için doğduğu şehri terk etmek zorunda kalır ve kral Proithos’un şehrine, Tırynthe’ye gider. Ancak kralın karısı Anteia, erkek güzeli yiğit Bellerophon’e görür görmez aşık olur. Onun koynuna girebilmek için her yolu dener ancak her defasında da reddedilir. Gururu kırılan Anteia kocasına, “Bellerophon’u öldürmezsen lanet sana, o zorla benim koynuma girmek istedi” diyerek iftira eder.
Kral Proitos konuğu olan yabancıyı öldürmek istemez, eline içinde ölüm işaretleri olan bir mektup vererek Likya Kralı olan kayınpederi İobates’e gönderir. İobates damadının gönderdiği konuğu dokuz gün şenliklerle toylarla ağırladıktan sonra damadının gönderdiği mektubu açar. Likya Kralı evine gelen konuğu öldürmeyi krallığına yakıştıramaz. Kendince bir çözüm bulur ve Bellerophon’dan Likya ülkesini tehdit eden ağzından alevler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu bir canavarı, Khimaira’yı öldürmesini ister. Bu ölümcül bir görevdir. Olanlardan habersiz Bellerophon kendisine evini açmış, hürmet göstermiş yaşlı kralı kıramaz ve görevi kabul eder.
Bellerophon, Pegasus’un sırtında göklerden aşağı inerek canavar Khimaira’yla günlerce sürecek bir savaşa girişir. Sonunda Bellerophon mızrağını o denli güçlü savurur ki Khimaira’nın alev kusan ağzı dışında tüm vücudu toprağa gömülür. Yeryüzünde kalan ağzı alev kusmaya devam eder. Bu güç ve ölümcül görevi başarıyla yerine getiren Bellerophon’a kral İobates bu kez, ünlü savaşçı Solimoslar’la (Termessoslularla), amazonlarla, yiğit Likyalılarla savaşma gibi güç ve ölümcül görevler verir. Ancak denizler tanrısı Poseidon’un soyundan gelen kahraman Bellerephon verilen her görevi zaferle sonuçlandırır. Likya Kralı suçsuzluğu anlaşılan Bellerophon’nu küçük kızıyla evlendirerek kendine damat yapar.
Kazandığı başarılardan başı dönen Bellerophon bir süre sonra Olimposlu tanrıları küçük görmeye başlar ve kanatlı atını şahlandırarak Olimpos’a çıkmak ister. Buna kızan baş tanrı Zeus bir at sineği peydah ederek Bellerophon’un atı Pegasus’u sokmasını sağlar. Canı yanan altın kanatlı Pegasus şahlanarak üstündeki Bellerophon’un göklerden yere düşmesine neden olur. Böylece Bellerophone tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin, kör ve sakat olarak geçirmeye mahkum olur. Pegasus ise yükselmeye devam eder ve bir yandan bir takım yıldıza, burca dönüşürken diğer yandan da tanrılar dağı Olimpos'un zirvesine ulaşır. Zeus buraya kadar gelebilen bu atı çok sever ve silahlarını taşıyacak bir hizmetkarı olarak görevlendirir.
Bu söylence tümüyle Likya bölgesinde geçer. Khimaira söylencesi Solimler’den yani Termessoslulardan söz eden ilk yazılı belgedir. Bugün Olympos Çıralı’da Yanartaş’ta görünen alevlerin Khimaira’nın toprak üstünde kalan ağzından çıkmakta olduğuna inanılır. Kahraman Bellerophon’un mezarı ise Fethiye’ye yaklaşık 45 km uzaklıktaki Tlos Antik kentindedir.
Bunca ilginçliği ve gizemine karşın Çıralı’daki Yanartaş, tıpkı dünyanın Anadolu’da bulunan Dünya’nın 7 Harikasının başına geldiği gibi, birkaç alev ve birkaç duvar kalıntısından ibaret hayal kırıklığıdır. Yüzlerce hatta binlerce yatak kapasiteli konaklama tesisleri inşa etme telaşıyla yakınlardaki üç adadan birine özellikle dolunay günlerinde önemli çekicilik sağlayabilecek ağzından alevler kusan bir Khimaira heykeli koymayı, Yanartaş’ bir yeraltı ya da ateş tapınağına dönüştürmeyi düşleyememiş olmak da bir turizm söylencesi olmalı. Düşleyebilseydik arkası gelirdi.
Alketas
Bellerophon söylencesinde adı geçen Solimler’in kenti Termessos dünyanın en büyük ve görkemli nekropollerinden (mezarlık) birine sahip olmanın ve Büyük İskender’in bile fethedemediği kent olarak ünlenmenin yanında dokunaklı ve ibret verici bir söylenceye de ev sahipliği yapar.
Doğuyu Pers İmparatorluğunun başkenti Persepolis’i fethetme sevdasındaki Büyük İskender’in, rivayete göre Pergeli elçilerin yanlış yönlendirmeleriyle, MÖ 333 yılında Termessos’u başarısızlıkla sonuçlanan kuşatma girişiminden 14 ve ölümünden 4 yıl sonra generalleri arasında kıyasıya bir paylaşım savaşı başlar. Tarihçi Diodorus bu generallerden biri olan Antigonos’un kendisini tüm Asya’nın hakimi ilan etmeye hazırlandığını ve güneyde Pisidia’nın desteğini alan Alketas’ın kendisine rakip olarak bir ordu kurduğundan söz eder. MÖ 319 da Antigonos Alketas’ın üzerine yürür ve onu bir meydan savaşında yener. Yenilen Alketas Termessos kentinde Pisidyalı destekçilerinin yanına sığınır. Antigonos Alketas’ı takip eder ve Termessoslulardan onu kendisine teslim etmelerini ister. Yaşlılar Alketasın teslim edilmesinden yana bir tavır koyarlarken, gençler Alketas’a arka çıkarlar. Gençleri ikna edemeyeceklerini anlayan yaşlılar Antigonos’a gizlice bir elçi yollayarak derhal kentin uzağına bir geri çekilme manevrası gerçekleştirmesini isterler. Bu geri çekilme tuzağına düşecek gençlerin Antigonos’un peşinden giderek Alketas’ı kentte korumasız bırakabileceklerini planlarlar. Plan kabul edilir ve uygulamaya koyulur. Gençlerin kenti terk etmeleri üzerine, yaşlıların kendisini yakalayacağını ve Antigonos’a teslim edeceğini kavrayan Alketas, teslim olmak yerine ölümü seçer ve kendini öldürür. Yaşlılar cesedi Antigonos’a teslim ederler. Tuzağa düşürüldüklerini anlayan gençler çök öfkelenirler ve kenti ateşe vererek dağlara çıkarlar. Bu arada Alketas’ın cesedi Antigonos tarafından üç gün süre ile sokaklarda sürüklenir ve ceset çürümek üzere iken onu sokak ortasında bırakarak Pisidya’yı terk eder.
Termessoslu gençler çürümek üzere olan cesedi alarak ona muhteşem bir mezar yaparlar. Bu mezar bugün de, eğer yolu bulunabilirse, ziyaret edilebilir.
Büyük İskender Bodrum’dan Termessos’a, Termessos’tan Sagalassos’a batı Toroslar’ı boydan boya kat etmiş ve üstüne üstlük, onca üne karşın Termessos gibi adı pek bilinmeyen bir kenti kuşatmasına karşın fethedememiştir. Termessos, öyle ya da böyle, Büyük İskender’in fethedemediği bir kenttir ve bunun çok önemli bir tanıtım değerinin olması gerekir. Üzerine Terrmessos’un sahip olduğu 4 binin üzerindeki mezar, kaya mezar, lahit ve anıt mezar ile antik dünyanın en büyük nekropolünü (mezarlık) ekleyin ve bunu, önceki yazılarımızdan birinde sözünü ettiğimiz, sahibesi Radope’nin sevgili köpeği Stephanos için yaptırdığı mezar ve Alketas söylencesi ile süsleyin. Termessos’un yıllık ziyaretçi sayısı toplamı 35 bin (29 bin ücret ödeyen yerli yabancı), Antalya’ya (daha doğru bir ifadeyle Antalya’daki otellere) bir yıl içinde gelen yabancı turist sayısı 11 milyon. Oran, tümü Antalya’ya giriş yapmış turist kabul edilse bile, yaklaşık her bin yabancı turistten sadece iki tanesi Termessos’u ziyaret ediyor.
Söylencenin turizmi ile turizmin söylencesinin birbirine karıştığı noktadayız; geçmişi İstanbul’un fetih yıllarına dek uzanan Peru’nun Ant Dağları’da (2360m) MS yaklaşık 1450 yılında kurulmuş bir İnka kenti olan Machu Picchu 2007 yılında dünyanın yeni 7 harikasından biri olarak seçilmiştir ve her gün 170-400 ABD Doları ödeyen 2000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Unesco bu sayıyı, ören yerinin zarar görmesini engellemek amacıyla, günde 800 kişi ile sınırlamaya çalışmaktadır. Başka söze gerek var mı?
Apollon ve Marsiyas
Anadolulu coğrafyacı Strabo erken Roma döneminde bugün Dinar olarak bilinen Apameia antik kentinin Efes’in ardından Asya eyaletinin en önemli ticari merkezi olduğunu söyler. Apameia Çatalhöyük gibi Toros Dağları’nın kuzeye bakan eteklerinde Psidia/Frigya sınırında konumlanmış bir yerleşimdir. Genel kabul görmüş versiyonuna göre Frigler’in kırların, sürülerin, çobanların koruyucu tanrısı olan Marsiyas Apameia yakınlarındaki Eldere (suçıkan) Gölü’nde yıkanan güzeller güzeli su perisi Syrinks'le karşılaşır ve aşık olur. Kendini Artemis’e adamış olan Syrinks tüm dil dökmelerine karşın Marsiyas’a karşılık vermez ancak kurtuluş olmadığını anlayınca kaçmaya başlar. Marsiyas kovalar o kaçar. Sonunda tam yakalamak üzereyken Syrinks kardeşlerinden yardım ister ve o anda saza dönüştürülür. Marsiyas’ın kolları güzeller güzeli su perisi Syrinks yerine göl kenarındaki bir demet saza sarılır. Şaşkın ve üzgün Marsiyas sazlardan yani Syrinks’ten geldiğini düşündüğü büyüleyici bir melodi duymaya başlar. Bu melodiyi ölümsüzleştirmek için, bir versiyona göre, değişik boylarda kestiği yedi sazı yan yana yapıştırarak bugün pan flüt olarak adlandırdığımız çalgıyı, bir başkasına göre de iki saza delikler açarak ünlü Frig çift kavalını (aulos) icat eder.
Armoniyi icat ettiği söylenen Hyagnis’in oğlu Marsyas flütü icat etmekle kalmaz, o kadar keyifle öttürmeye başlar ki Frigya’nın gür ormanlarla kaplı dağlarında hem çalıp hem dolaşırken kısa zamanda flüt virtüöz’ü olur, ünü dört bir yana yayılır. Öyle ki bu ün müziğin ve güzel sanatların Tanrısı Apollon' a ulaşır ve üç telli lirin virtüözü olan Tanrı Apollon bunu bir meydan okuma olarak kabul eder ve Marsyas’ı bir juri önünde yarışmaya davet eder. Aralarında ilk Frig Kralı Gorgios ile anatanrıça Kibele’den doğma Kral Midas’ın ve güzel sanatların koruyucusu Mouselerin de bulunduğu bir juri oluşturulur. Sadece ikisi arasında gerçekleştirilecek bu yarışma sonucunda kazanan diğerine istediği cezayı verebilecektir. Tanrı Apollon üç telli lir'ini ve Marsyas'da flütünü büyüleyici bir yorumla çok güzel çalarlar. Kral Midas oyunu yurttaşı Marsyas'dan yana kullanır ancak Tanrı korkusuyla diğer üyeler oylarını Apollon’a verirler ve yarışma berabere sonuçlanır. Apollon bir ölümlü ile berabere kalmış olmaya fena halde öfkelenir. Hırsla lirini ters çevirip çalmaya başlar ve Marsyas’tan aynısını yapmasını ister. Flütünü tersten çalamayan Marsyas yenilmiş kabul edilir. Ceza olarak Apollon, Midas’a “Senin kulakların iyi duymuyor, onları büyütelim de bundan sonra daha iyi duy” diyerek kulaklarını eşek kulalarına çevirir. Marsyas'a olan kızgınlığını da ancak onu Eldere Gölü yakınlarındaki bir ağaca astırıp canlı canlı derisini yüzdürerek dindirebilir. O günden bu güne Anadolu'da ne zaman bir flüt çalsa, bir de davul sesi yankılanır dağlarda. Mouse'ler Marsyas'ın bu durumuna o kadar üzülür ve ağlarlar ki, gözyaşlarından Marsyas adı verilen bir ırmak oluşur. Bunun bugünkü Çine Çayı olduğuna inanılır.
Kocaman ve kıllı eşekkulaklarını ve tanrı tarafından cezalandırılmış olmanın utancını gizleyebilmek için Kral Midas Frigya külahı olarak bilinen büyük bir külahla dolaşmak ve bu sırrı bilen tek kişi olan berberini sırrını kimselere söylememesi konusunda ikna etmek zorunda kalır. Ancak kimsenin bilmediği bir sırla yaşamak sanıldığı kadar kolay değildir ve zavallı berber dayanılmaz sıkıntılar çeker. Sonunda artık taşınamaz hale gelen sırrını Eldere Gölü sazlıkları arasına gizlenip, "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları” diye fısıldayarak saz ve kamışlarla paylaşır. Berber rahatlar ancak. sazlar ve kamışlar Kral Midas’ın bu sırrını en küçük bir esintide bile hışırdayarak tüm dünyaya ifşa ederler. Dikkatli bilgili kulaklar bugün de Eldere Gölü saz ve kamışlarının gammazlığına tanıklık edebilirler.
Antalya-Afyon Karahisar karayolunun 170 kilometresinde bulunan Eldere Gölü ve Suçıkan kaynağı, Dinar Belediyesi’nin 3 yıldır düzenlemekte olduğu mütevazi Uluslararası Marsyas Kültür Sanat ve Müzik Festivali dışında, ne yerli ve ne de yabancı turistlerin ilgisine mazhar olamamıştır. Bu, bize özgü yadsınamayacak bir turizm başarısı ya da turizm söylencesi olmalı.
Bırakın kıvrıla kıvrıla akışıyla dünyaca bilinen “meander deseni”ne (zigzag deseni) adını veren Büyük Menderis en önemli kaynaklarından birini oluşturuyor olmasını, dünya düşününe Tales ve öğrencisi Anaksimandros, Hippodamos, Hekataios gibi kişilikleriyle yön veren İyonya’nın başkenti Miletos’la arasındaki kan bağı bile fark edilebilmesi için yeterli bir nedendir. Günümüzden 2600 yıl önce (MÖ 585, 5 Mayıs) güneş tutulmasını tam bir yıl önceden hesaplayan Tales bu kaynaktan çıkan suların oluşturduğu coğrafyada doğmuş ve yetişmiştir. Gören gözlere, duyan kulaklara her kuşluk vakti hemşerimiz Tales’i anımsatan güneş kızıla çalmış dağlar ardında geçici tutsaklığına doğru göz alıcı yolculuğuna çıkarken Eldere Gölü sazları, esinti eşliğinde muhteşem bir senfoni icra ederler; “Midas’ın Kulaklatı Eşek Kulakları”, “Midas’ın Kulakları, Eşek Kulakları”…. Yanına Anadolulu şarap tanrısı Diyonisos armağanı bir kadeh kırmızı şarabı da siz ekleyin..
Bu kızıl günbatımlarında Marsyas’ın anısına pan flüt, çifte kaval, sipsi dinletileri ya da yarışmaları düzenlemeyi düşlemek, düşleyebilmek hediyelik eşyasından, konaklamasına, teatral etkinliklerden şarap şölenlerine daha pek çok ilhamın kapılarını ardına kadar açabilir.
Dikkatli ve bilgili gözler Midas’ın eşekkulaklarını gizlemek için giymek zorunda kaldığı Frig Külahının Anadolulu Tanrı Attis ve Anadolulu kadın savaşçı Amazon’ların da giydiğini, ABD Senatosu, Fransa, Küba, Arjantin gibi birçok kurum ve ülkenin logosunda özgürlük ve bağımsızlık simgesi olarak kullanılmakta olduğu fark edeceklerdir. Aynı dikkatli gözler bunun Anadolu yansımasını ne yazık ki görebilme şansına sahip değillerdir.
Türk Hamamı, Türk Kahvesi, Türk Lokumu gibi bir Anadolu markası olan “Frig Külahı”nın önemini henüz fark edememiş olsak da bu şapkayı giyen “Şirinler” adlı çizgi filimi çoluk çocuk zevkle izlemişizdir. Farkına varıp turistik ürüne ya da etkinliğe dönüştüremediğimiz öyle çok şey var ki;