İnsan, yaşananları gördükçe iki seçenekle karşılaşıyor. Seçeneklerden birisi, “neme lazım” ya da bana ne” anlayışı ile mevcut düzene boyun eğerek güçlünün yanında yer almak… Diğeri ise her türlü bedel ödemeyi göze alarak hakkın ve haklının yanında durmaktır.
Birinci seçeneği makam ve çıkarı için seçenler, işin sonunda akıllarını ipotek ettirmek ve özgür iradelerini kapının dışında bırakmak zorunda kalacaklardır. Zira “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” anlayışı yerine, “saray ve kulları” ayrımına varacaklardır. Bu nedenle cumhuriyetin 99. Kuruluş Yıldönümünde, “Yaşasın Cumhuriyet, Kahrolsun İstibdat…” diyoruz.
Ülkemizde olumlu ya da olumsuz gelişmeler yaşanıyor. Her şey baş döndürücü bir hızla değişiyor. Değişmek zorunda! Lakin başarı, bu değişimi doğru yönde sürdürülebilir kılıp, dönüşümü iyi yönetmekle olacaktır.
Tarihi köklerimizin olduğu Türk dünyası da uyanış içerisinde… Tarihsel siyasi etki alanımız olan bu coğrafyada, emperyalizm ve onun yerli uzantıları Türk - İslam dalgasını kırmak istemektedir. İslam ülkelerini kukla haline getirdiği siyasal İslamcılar eliyle yönetiyor. Ya Türkler?
Millet olabilmek için ortak bir kültürün olması gerekir. Türkçe olmadan ortak bir kültürü nasıl oluşturacaksınız? Millet olarak birlikteliğimiz ırk temelinde değil, kültür temelindedir. Kültürel açıdan yoksullaşma; toplumsal birlikteliğin de zamanla zayıflamasına neden olur. Atatürk, millet olmada dilin önemine şu şekilde dikkat çekiyor:
“Türk Milleti’nin dili, Türkçedir. Türk dili, dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir.”
Siyasi iktidarın bazı temsilcileri, “gemiyi azıya almış durumda…” Örneğin; AK Parti Grup Başkanvekili, Mahir Ünal: "Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hâsılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz” diyor.
Asılsız temelsiz ve haksız bir itham… Tek adam yönetimi olan "MONARŞİ" hayranlığı da neyin nesidir? Ayrıca Arapça ile günümüzde hangi düşünce sistemi geliştirilmiş, hangi bilimsel icat bulunmuştur?
Cumhuriyetin Türk kültürüne, diline ve düşünme setlerimize zarar verdiğini söylemek, hezeyan değilse, ihanete perde aralamaktır. Türkçemiz üzerine gereksiz ve asılsız ithamların gündeme geldiği bir dönemde... Ne demiş büyük şair? "Türklüğün vicdanı bir/Dini bir, vatanı bir/Fakat hepsi ayrılır/Olmazsa lisanı bir."
Yine "AK Parti MKYK üyesi Abdurrahman Kurt: “Kürtlerden rica ediyoruz, çok çocuk yapmaya devam edin. 2023 sonrasında çift dilli eğitim anlamlı olur. Türkiye artık Türklükle ifade edilemeyecek kadar büyük bir devlettir. Bizim için Azerbaycan ne ise Kürdistan da odur" diyor.
Gördünüz mü, gözden kaçırılmak istenen büyük oyunu? Toplumun genleri ile oynamak için halkın tepkisini ölçüyorlar. Bu zat, Kürtçü değil, ben Türk devletinin egemen unsuru Türkün; kültürünü anlattığım zaman Irkçı olarak suçlanıyorum.
Bazı kesimler olayı basite indirgiyor; “Kadının bedeni üzerinden siyaset yapmayı bırakın artık. Size ne, milletin kaç çocuk yapacağından” gibi bireysel tepkiler gösteriyor. Kanaatime göre amaç; Türk kavramını zihinlerden silmek ve Türkiye’nin demografik yapısı ile oynamaktır. Bu nedenle sığınmacı olayını da “stratejik göç” olarak değerlendiriyorum.
“Büyük planın bir parçası…”
Anayasamıza göre; “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Böyle bilir, böyle söyleriz. Bu ülkeyi Kürtlerle ve kendisini Türk hisseden kardeşlerimizle birlikte kurduk, birlikte yaşatacağız. Kafatası ölçecek halimiz yok. Lakin Kimsenin de ülkemiz üzerinden bölücü planlar kurmasına müsaade etmeyiz.
Bu arada güzel şeyler de oluyor. Yerli ve milli olduğu konusunda eleştiriler sürse de… Türkiye'nin 'Devrim' ile başlayan yerli otomobil hayali sonunda gerçekleşti. TOGG, Gemlik tesisinin açılışı bugün yapıldı.
Bazı kesimler, Türkiye ve Avrupa rekoru sahibi Etiyopya asıllı Türk orta ve uzun mesafe koşucusu Elvan Can'ı örnek gösteriyor. “Hewan Abeye yani Elvan Can, ne kadar yerli ve milli ise TOGG’da o kadar yerli ve millidir.” Olsun! Bizim için hayali bile yeter!
Bu arada Cumhurbaşkanı "Türkiye 100 Yıl Vizyonunu” açıkladı. İyi hazırlanmış ve ileri teknoloji kullanılarak oldukça masraf yapılmış bir toplantı görüntüsü verdi. Kurumsal yapı kendisini burada ortaya koyuyor ve AK Parti bu işi iyi yapıyor.
Peki, morali bozuk olan AK Parti teşkilatlarını canlı ve heyecanlı tutacak yeni bir vaatte bulunuldu mu? Erdoğan, başörtüsü için anayasa değişikliğini haftaya Meclis’e sunacaklarını söyledi. “Aile kurumumuzu sapkın akımların tehdidinden koruyacak bir anayasa değişikliği teklifi hazırladık” diyen Erdoğan, LGBTİ+ karşıtı maddeleri işaret etti.
Anlaşıldığına göre, Başörtüsü tek başına Meclise gelmeyecek. Bu da muhalefetin anayasa değişikliğine “evet” demeyeceği anlamı taşıyor. Amaç, üzüm yemek değil, başörtüsü meselesini yasa ile güvence altına almak isteyen CHP’yi dövmektir.
Kanal İstanbul hakkında da konuşan Erdoğan, "Yakında Kanal İstanbul'un çalışmalarına başlayacağız ve İstanbul Boğazı'nı çevre tehdidinden kurtaracağız" ifadelerini kullandı. Bu programda Erdoğan, daha çok geçmişte yaptığı hizmetleri anlattı. Gelecek ile ilgili halkın dişine dokunacak önemli bir vaatte bulunmadı.
Tek kelime ile İLLÜZYON olarak muhteşemdi.
AK Parti daha sok dar gelirli, dini bütün muhafazakâr çevrelerden oy alan bir parti. Söylediği iki proje de özellikle oy aldığı bu kesimin dertlerine derman olmuyor. Parası olanlar ve yabancılar kanal etrafında pusuya yatmış durumda! Arazilerin çoğu kapatılmış! “Halk kendi geçim derdinde iken, ülke ekonomik darboğazda bulunurken, bu tür çılgın projeler ülkeyi daha çok sıkıntıya sokar” düşüncesini taşıyorum. Peki, çoğu dar gelirli insanlar çılgınca her söylediğini neden alkışlıyor?
Erdoğan’ın “Aya çift yön yol yapacağım” dese, inanan bir kesimi bulacağını biliyoruz. Erdoğan siyaseti bilen ve iyi okuyan bir lider. O nedenle oyu hala %30’larda aşağı inmedi. Halkın sosyolojisini ve psikolojisini iyi analiz ettiriyor, sürekli anketler yaptırıyor. Biraz sosyal yardım… Biraz dini söylem… Biraz iyileştirme ve seçim yatırımları… Güçlü bir hitabet… Gelsin oylar…
Dedim ya, TEK KELİME İLE İLLÜZYON!
Muhalefet, değişimi önceleme ve siyaset kurumunu dönüştürme konusunda yeterince halka güven vermese de umut filizleri yeşermeye devam ediyor. Bunun içindir ki, muhalif olanlar güçlerinin farkına varmalıdır! “Unutulmamalıdır ki, güçlü toplumlar “sen”, “ben”, “öteki” kavramları yerine “BİZ” kavramına sığınır. Geleceğini bunun üzerine bina eder.
Siyaset kurumu, kurucu irade olmak istiyor ise; toplumu ötekileştirerek yönetmek yerine, kitleleri, farklılıkları ve gelecekleri için birbirlerine ihtiyaçları olduğu algısı ile yönetmelidir.
Bu açıdan bakıldığında; Bir masa etrafında toplanan, “MÜNAKAŞA ETMEDEN MÜZAKERE ETME” kabiliyetini ortaya koyan 6 muhalefet liderini, “demokrasinin aynı zamanda bir uzlaşı rejimi olduğunu” topluma gösterdiği için çok önemsiyorum.
Karmaşadan, kavgadan ve öfkeden beslenmek yerine toplumsal barışa, toplumsal huzura giden yolu öncelemeliyiz. Yani BİZ olmak gerekir. Aksi halde seçim kazanımı başka bir bahara kalır ki, o da zor. Parlamenter sistemin ve adaletin ruhuna El-Fatiha deyin gitsin!