İslam dininin temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim’i anlayarak okumak, ona daha fazla bağlanmak demektir. Kuran’da emredildiği gibi “İslâm son ilâhî dindir. İslâm dini evrenseldir. İslâm fıtrî (ilk yaratılış) bir dindir. İslâm kolaylık dinidir. İslâm sosyal adaleti sağlayan bir dindir. İslâm barış dinidir. İslâm güzel ahlâk dinidir. İslâm iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar.”
Peki, Allah’ın bu hükümlerine uyan ve sözde inanan İslam coğrafyasında kan, gözyaşı ve savaş niçin bitmez? Hak, hukuk ve adalet neden tecelli etmez? Müslümanın kendisini ilgilendiren oruç, namaz, haç gibi konularda son derece hassas ve duyarlı olan Müslüman liderler; sıra evrensel değerlere, insan haklarına, ifade özgürlüğüne ve yaşam hakkına gelince niçin suspus olurlar?
İlahiyatçı-Yazar Cemil Kılıç; İslam’ın beş ilke üzerine kurulduğunu yazar. “İlk şart adalet, ikincisi emanet, üçüncüsü ehliyet, dördüncüsü maslahat(iyi ve faydalı iş), beşincisi ise meşverettir(danışma).
Adalet olmadan İslam olur mu? Adalet, hukuk devletinin temelidir. "Allah, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisâ, 58) ) ayeti ile toplumsal meselelerde adalet temel esas olarak belirlenmiştir.
Kendisini dindar ve Müslüman olarak niteleyen liderlerin adaletle hüküm verdiğini söylemek mümkün mü? Kendi yandaşlarını korurken, diğerlerini ötekileştiriyor, aşağılıyor ya da kutuplaştırıyorlar. Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı ise siyasi müdahaleler ile adil karar veremiyor.
Emanete sadakat olmadan İslam olur mu? “Yönetim sadece yönetenlere emanet edilmemiş; Yönetenlerin ‚denetlenmesi ‛ de kamuya emanet edilmiştir.” Tüm yetkilerin bir elde toplandığı, alınacak tüm kararların tek bir kişinin iradesine bırakıldığı ülkelerde yönetenler nasıl denetlenecek? Devlet yönetimi, bir emanettir. Emaneti korumak ve halka geri sapasağlam iade etmek gerekir.
İşi ehline vermeden yani ehliyet olmadan İslam olur mu? Liyakat: İslam’a göre devlet başkanı; “Müslüman, hür, akıllı, ergin, erkek ve ehliyetli, ilim sahibi ve kabiliyetli bir kimse olacaktır.” Böyle bir devlet başkanının kariyer ve liyakate göre atama yapacağı öngörülür. Babadan oğula geçen tahtlar… Eş, dost ve akrabaya sunulan imtiyazlar… İşin ehli olmadığı halde devlet kadrolarına atanan vasıfsız elemanlar… Kişilerin üstünlüğüne dayalı yönetim biçimleri… Yandaşlara ballı maaşlar… Devlet bütçesinden aşırmalar… Hukuksuz ve adaletsiz uygulamalar işi ehline vermemenin bir sonucudur.
Bir şahsın yahut bir grubun değil halkın yararını esas almadan yani maslahat olmadan İslam olur mu? Devletin tüm imkânlarının 3-5 guruba peşkeş çekilmesi, devletin ihalelerini adrese teslim verilmesi, kendileri lüks-şaşa ve debdebe ile yaşarken halka şükür ve sabır tavsiye edilmesi İslam anlayışı ile bağdaşmaz. Bu konuda bir hikâye anlatayım:
“İran Seferi, Hazreti Ömer’in hilâfeti zamanında yapılmış ve bol miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler arasında kıymetli kumaşlar da vardı. Harpten dönüldükten sonra ganimetler ashap arasında dağıtılmış ve herkes hissesine düşeni almıştı.
Hazreti Ömer, kendisininki ile oğlu Abdullah’ın kumaş hissesini birleştirerek üzerine bir hırka diktirdi.
Bir Cuma günü üzerindeki yeni hırkasıyla hutbe irat etmeye çıkıp:
_ “Ey müminler beni dinleyin ve bana itaat edin” diye seslendiği zaman, ashaptan biri ayağa kalktı ve:
_ “Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkânsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun” dedi.
Hazreti Ömer o ashabın konuşmasını dinledikten sonra, oğlu Abdullah’a:
_ “Ey Ömer’in oğlu kalk cevap ver” dedi. Abdullah bin Ömer, ayağa kalktı:
_ “Allah’a yemin ederim ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme düşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı” diyerek meseleyi izah etti.
Hazreti Ömer’in oğlunu dinleyen sahabe tekrar ayağa kalkarak:
_ “Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz” dedi. Hazreti Ömer de ancak ondan sonra hutbesini okumaya devam etti.”
Şimdi ne Hz. Ömer var ne de hesap soran sahabe… Lafa geldi mi, Hz Ömerler arıyoruz.
Danışma, fikir alışverişi, düşünce özgürlüğü ve şurayı ikame etmeden yani meşveret olmadan İslam olur mu? “Kur’an’da müminlerin hemen her işinin müşavere ile olduğu açık olarak belirtilmektedir. Devlet başkanı idari kararları şûra ile alır.” Hani var mı?
Müslüman ülkelerde kararlar istişare ile mi alınıyor? Kral, devlet başkanı, cumhurbaşkanı… Adına ne derseniz deyin, “ben yaptım oldu” mantığı ile hareket ediyor. Hâlbuki yöneticinin meşruiyetini kaybetmemesi için, istişare yapması, liyakat, ehliyet sahibi ve adil olması gerekir.
İslam adalete, ibadet kadar önem vermektedir. Nitekim İslam peygamberi; "Ey insanlar! Ben bir kimsenin sırtına kırbaçla vurdumsa, gelsin benim sırtıma kısas yapsın. Bu suretle ben Rabbimin huzuruna müsterih gideyim” demiştir. Yani kendisini ümmeti ile eşit tutmuştur. Hak hukuk ve adalet sağlamadan bir insan samimi bir Müslüman olamaz!
“Muaviye’nin, Yezid’in ve benzerlerinin adaletsizliğine itiraz etme! ”Yeter ki namaz kıl, oruç tut, hacca git ama açın, yoksulun halini sorma! Devlet erkânının lüks ve şatafat içinde yaşamasını sorgulama! Sabır ve Şükür sana yeter!” diyenler… İslam’ın özünü kavrayamamışlardır.
Dini istismar eden ve saltanatlarının devamı için kullanan muktedirler, tarihin her döneminde olmuştur. Örneğin; İslam peygamberinin sevgili torunu Hz. Hüseyin ve 72 yakını, yine o peygambere iman ettiğini söyleyen Yezit ve ordusu tarafından acımasızca şehit edilmiştir.
Yine Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine boyun eğmeyen ve yönetim anlayışını beğenmeyen, İmam-ı Azam Ebu Hanife, hapiste işkence görmüş ve zehirlenerek öldürülmüştür.
İslam tarihinde buna benzer birçok olaya rastlamak mümkündür. İslam’ı özünden uzaklaştıran, kendilerine göre bir din uyduran, buna karşı gelenleri de katleden Emeviler; aynı zamanda siyasi ikballeri için İslam’ı da katletmişlerdir.
Ve “din” diye Arap kültürünü ve Emevi İslam anlayışını yeni Müslüman topluluklara dayatmışlardır.
İslam’ın Allah’tan başka kimseye kul olmamayı hüküm altına almış olmasına rağmen, halkı Müslüman olan ülkeler de “kulluk” hala devam ediyor. “Allah Padişah/Kral efendimize zeval vermesin!”
Demokratik ve çağdaş bir ülkede; halk ekonomik zorluklar içerisinde kıvranırken, bir avuç mutlu azınlığın saraylarda lüks ve şaşa içerisinde yaşamaları, servetlerine servet katmaları, çocuklarını ABD ve İngiltere’de okutmaları mümkün değildir.
Halk seçimde bunun hesabını sorar!
Yoksullar mı? Onlara öbür dünyada yaşayacakları cennet hayali ile has bahçede huri kızlar yeter.
Sonuçta Cemil Kılıç Hoca’nın deyimi ile “Muhammedî İslam’ı yerle yeksan edip yeni bir din ürettiler. Ürettikleri din, “aslında İslam öncesi şirk dininin İslam maskesi giydirilmiş halinden ibarettir.”
Dinimizi öğrenmek için Kuran ve sünnet bize yeter!
Günün Sözü: “Sarayda yezit ile yaşamaktansa, Kerbela ’da Hz. Hüseyin ile şehit olmayı, bir damla suya muhtaç kalmayı, tercih ederim.”