İnsan doğduğu şehri, anne veya babasını seçemez ama yaşayacağı kenti, eşini ve işini seçme özgürlüğüne sahiptir.
Antalyalı bir babanın oğlu, babanın memuriyeti dolayısı ile Diyarbakır’da doğuyor. Kendi tercihi mi? “Diyarbakır’da doğdum”, “Antalya’da yaşıyorum.” Hangisi daha çok ilgi uyandırır ve akılda kalır? Tabi ki yaşanılan kent…
Zira İnsanlar çoğu kez doğduğu kent ile değil, yaşadığı kent ile övünür.
Ben malumunuz Kırşehirliyim ama her nereye seyahat edersem edeyim, Antalya’da yaşadığım için eve dönüş mutluluğu yaşar, yaşadığım kenti özlerim. İnsanın doyduğu, arkadaşlıklar kurduğu ve ömrü boyunca yaşamaya karar verdiği şehirle böyle bir duygusal etkileşimde bulunması doğaldır. Hüznü, sevinci, yoğunluğu, hatta hırçınlığı… Umudu ve yaşama sevincini yaşadığınız yerde daha çok yaşarsınız.
Bununla birlikte, yaşanılan kente bir vatandaş olarak istenilen katkıyı veriyor ya da kentlilik bilincini taşıyor muyuz?
Her geçen gün artan çirkin ve plansız yapılaşma ile ilgili sessiz kalınması ve tepki gösterilmemesi çok garip.
Ve çevre kirliliği ile yeşil katliamı devam ediyor.
Kentin tarım alanları ve miraslı topraklar çıkar gurupları arasında el değiştiriyor. Şehir betona teslim…
Nüfusa bağlı olarak artan trafik keşmekeşi… Hava kirliliği… Tarihi dokuların yok edilmesi ise diğer sorunlar olarak göze çarpıyor.
Bu sorunların çözülememesi kentin özgün kimliğinin kaybolmasına neden olmuştur.
Kırsal alandan göçle gelen bireye; nitelikli eğitim sağlık aş ve iş sağlanamazsa kent yaşanılmaz hale gelir.
Zira böyle bir ortam, gençleri kumar, fuhuş uyuşturucu ve mafya tipi örgütlenmelere yöneltmektedir. “Kentle bütünleşememe”, “kente aidiyet duymama”, “kenti umursamama” gibi duyguların gelişmesi bir kent için tehlike sinyalleridir.
Bir de itilme, horlanma ve dışlanma davranışları… Yaşanılan kente karşı bir nefret duygusu doğurur ki, bu kente yapılan en büyük kötülüktür.
Şehrin kolonlarına dinamit yerleştirmedir.
Farklı sosyal sınıflar ve memleket üzerinden farklar derinleşirse kent kültürünü oluşturmanın imkânı yoktur.
Antalya’da yaşayan herkes Antalyalıdır. Çünkü Antalya dar kalıplara sığacak küçük bir Anadolu kenti değildir. Uluslararası özelliklere sahiptir. Yabancılarında yaşamak için tercih ettikleri bir şehirdir.
“Ben anadan doğma Antalyalıyım”, Doğma büyüme, yedi nesil Antalyalıyım”, “Antalya’da hiç yaşamadım ama Antalya’nın yerlisiyim…” gibi sözlerin ayrımcılık yapmak için kullanılması ayrıştırmayı körükler.
Antalyalı olmayı yaşamın her alanına yansıtmadan, kente hizmet noktasında katkı sunmadan Antalyalı olunmaz!
Kim daha fazla hizmet ediyorsa, kentin sahibi de odur.
Kendisini kentin bir parçası olarak görmeyen kuru kalabalıklar ve onların omuzlarında yükselen halk yardakçısı yani popülist yöneticiler olduğu sürece kentlilik bilinci yerleşmez.
Kendisini o kentin parçası hisseden insanlar yaşadığı şehrin sokaklarını rahatlıkla kirletemez! Elindeki kâğıdı, sigara izmaritini ya da çiğnediğin sakızı doğal bir davranışmış gibi atamaz!
Şehrin adım adım katledilmesini seyir tepesinden seyredemez! Bütün bu davranışları sergile… Ondan sonra, “ben şehirliyim!”
Hadi oradan.
Son günlerde yerel milliyetçilik rüzgârlarının arttığını görüyoruz. Kent için olumlu bir eleştiri getirsen, cevap hazır: “Doğduğun kente git!”
Doğduğu şehrin insana armağan ettiği en büyük şey, geçmişidir. Bu nedenle İnsan, doğduğu yöreleri aklından çıkaramaz. Bağlarını atamaz, satamaz, hibe edemez…
Yüreğini, aklını, sabrını başka bir şehre taşımak ise sabır ister. Güzel anıları tekrar biriktirmenin yolu, doyduğun şehirden geçer. Kendinizi yaşadığınız kente ait hissediyor musunuz?
“Evet” diyorsanız, nerede doğduğunuzun bir önemi yoktur.
“Çünkü gelişmiş bir toplum olmanın önemli bir kıstasıdır yaşadığımız kente karşı aidiyet hissetmek.”
Geçen günlerde Ankara’daydım. Antalya’nın sorunlarından bihaber… Kendi küçük dünyaları dışında tanınırlıkları yok… Antalya’nın Cadde ve sokaklarını bile bilmeyen… Tatilden tatile Antalya’yı gören bazı siyasi ve bürokratlarla sohbet imkânım oldu.
Antalya’dan gelen herkesle sohbetler iyi. Lakin konu siyaset olunca, işin şekli şemalı değişiyor.
“ Antalya’nın siyasetini Antalyalı yapmalı!”, “Adam Konyalı ya da Kayserili, Antalya’da siyaset yapıyor, git kardeşim memleketine, orada siyaset yap!”, “Biz ne güne duruyoruz!”
Cevabım şu oldu: ”Bir dakika! Antalya’da yıllarca yaşayan ve buraya hizmet etmiş bir vatandaş, siyaset yapmak için hiç tanınmadığı ya da hizmet vermediği memleketine nasıl gidecek? Üstelik Antalyalı seni ne kadar tanıyor? Ve Antalya’ya ne gibi hizmetlerde bulundun.”
Net ve doyurucu bir cevap alamadım.
Dolayısıyla Antalya’da yerleşen, kendisini Antalyalı gören ve kendine güvenen herkes siyaset yapabilir.
Ataları nereli olursa olsun!
Bizi barındıran, ekmek yediğimiz, su içtiğimiz, soluk aldığımız kenti yüceltmek ve geliştirmek zorundayız.
Bunun için kentlilik bilincinin oluşması gerekir.
Nedir kentli olmak? Kentli olmak; eğitim, sağlık, barınma, sosyal ve kültürel bakımdan kaliteli yaşamak demektir. Kentin bir ruhu, bir kimliği olduğu gerçeğini unutmayalım. Kendi kimlik ve inancını yaşadığı kente dayatmak o kente ihanet etmektir. Sonuçta ortaya, estetikten uzak, saygıdan yoksun, kuru kalabalıkların birbirinden habersizce yaşadığı bir hengâme şehir çıkar ortaya. Oysa kent, bir kültür ortamıdır. Dış dünya ile de etkileşim halinde olan…
Kentliler de bu ortamın gelişmesine katkı yapması gereken insanlardır. Kentlilik bilinci olmadan bu kaliteyi yakalamak da mümkün değildir. ‘’Doğduğumuz yeri unutmayacağız, doyduğumuz yere sahip çıkacağız.’’
Antalya; Türkiye’nin ve dünyanın tüm renklerini, güzelliklerini, kültürünü, sanatını barındıran bir şehirdir.
Bu kentin doğal zenginliklerinin yanı sıra en büyük zenginliği de budur. Bu farklılıkları hemşeri dernekleri ile daha büyük zenginlik haline getirmek gerekir.
Her yörenin kendi yemeği, kendi müziği, kendi folkloru ve giyim tarzı var. Bunlara saygı gösterilmesi gerekir. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Bu hoşgörüyü, bu sevgiyi, hemşeri dernekleri ile beraber en güzel şekilde yaşatmanın yolu aranmalıdır. Bu da ortak akıl ile olur.
Kentin ana sorunları konusunda fikirsel ve inanç farklılıklarını bırakıp bir araya gelme ve birlik olma kentli olmanın gereğidir.
“Kent sakinleri” tanımından kurtulup, “kent sahibi” olmanın zamanı gelmiştir.
Geçti bile…
Sahi, ne zaman olacağız?