CESUR KALEM

Kapatın Gitsin!

Geçen haftaki yazımızda;  sivil toplum kuruluşlarının toplumda çok sesliliği ve farklı eğilimleri temsil etmeleri nedeni ile demokrasinin gelişimine katkı sağladıklarını yazmıştım.

Sivil toplumun gelişmesi, “Hürriyet”, “Adalet” ve “Sosyal barış” gibi kavramların toplumda değer bulduğunu gösterir.

Böyle bir toplumda sosyal hukuk da gelişir.

Hoşgörü de…

Demokrasi gelişmiş, güçlü bir hukuk devletinde; vatandaş devlete daha çok güvenir ve asayiş ve huzur daha kolay sağlanır.

Bizde durum böyle midir?

Yaklaşık her 10 yılda darbelerle kesintiye uğrayan siyasal yapımız demokratik değerlerin gelişmesini önlemiştir.

Yapılan işlerin başında, “devletin varlığı ve bütünlüğü için tehlikeli kuruluşlar”  olarak görülen STK’ların kapatılması gelmiştir.

Suçlu ya da suçsuz…

Kapatın gitsin!

Ve bu durum STK’lara karşı güvensiz ve şüpheci bir yaklaşımı getirmiştir.

 

Ülkemizde üzülerek ifade etmeliyim ki, STK’lar Batı standartlarında olduğu gibi yeterince örgütlü değildir.

Ve kurumsallıktan uzaktır.

Birçoğu toplumsal yarardan ziyade, kendi üyelerine yönelik faaliyet yürütmektedir.

Yeme içme partileri… Seyahat amaçlı yurt içi ve yurtdışı gezileri… Belediye başkanı ya da il bürokratları ziyaretleri…

Dernek faaliyeti olarak topluma sunulmaktadır.

Ortada kentle ve insanlarla ilgili toplumsal yarar sağlayan bir proje olmadıktan sonra…

“Kendin çal kendin oyna.”

 

Bazı STK’lar;  hemşeri dernekleri olarak örgütlenmiş ya da kumar veya farklı amaçlara hizmet için kurulmuş paravan kuruluşlardır.

“Kanarya Sevenler Derneği” misali…

Bazıları ise ideoloji peşinde koşan ya da kişisel çıkarı ana hedefine koymuş derneklerdir.

İnsan hakları… Hukukun üstünlüğü… Temel hak ve özgürlükler… Teşebbüs hürriyeti…

Bu değerleri her şartta ve zeminde savunmak gerekir. Çünkü bu değerler, kişiye ya da makama göre değişkenlik göstermez.

İşine gelince “demokrasi havarisi” kesilenler, işlerine gelmeyince “süt dökmüş kedi” gibi davranmaktadır.

Çifte standart.

Türkiye’de ve dünyada meydana gelen olumsuzlukları dile getiren, ideolojik davranmadan tepki koyan, yakıp yıkmadan demokratik eylem hakkını kullanan sivil toplum kuruluşları…

Gerçek manada STK olarak nitelenebilir.

 

Türkiye’de “kamusal alan” sivil toplum yerine devlet erkânının varlık ve söylem alanıdır.

Konuşması, tartışması, araştırması ve sorgulaması gereken sivil toplum susmakta…

Kimliğimize, kültürümüze ve inançlarımıza dair söylemler siyasi aktörlerce seslendirilmekte…

Kamusal alanda denge unsuru olması gereken devlet, onu kendine göre şekillendirmeye çalışmaktadır.

Bu işte bir terslik var!

Ülkemizde bu işleri yapması gereken sivil toplumun devlet tarafından kabul sorunu vardır. 

Hâlbuki her alana müdahale eden bir devlet yapısı asli görevlerinde zafiyet gösterir.

Yeni demokratik siyaset anlayışı “devlet merkezli” değil, “toplum merkezlidir.”

Ve devletin görevi halka hizmettir.

 

STK’ların görevi, fikir ve projeleri ile kamuoyu oluşturarak devlet politikalarını etkilemek veya yön vermektir.

Devleti ele geçirmeyi veya yıkmayı amaçlayan… İktidarın doğru yanlış aldığı her kararı alkışlayan…

STK olmaz.

Sosyal statü elde etmek… Eş dost ve yakınlarına iş bulmak… Yerel yönetimlerde çıkar elde etmeye çalışmak…

STK’nın işlevi değildir.

STK yöneticilerinin, kamu yöneticilerine yaranma yarışına girmeleri ise tam bir faciadır.

Kuruluş amacına terstir.

Aslında iyi örgütlenmiş ve işlevlerini yerine getiren bir STK, aynı zamanda bir siyaset okuludur.

Burada sorun olan;  STK üyelerinin bireysel siyaset yapmaları değil,  kuruluşun siyasete basamak olarak kullanılmasıdır.

 

Ülkemizde STK deyince şüpheli kuruluşlar gibi bir algı yaratılmaktadır. Hâlbuki sivil toplumla kurulması gereken bağlar STK sayesinde kuvvetlenir.

Kamuoyunda yeterli desteği bulunmayan, aidatlarını toplayamayan, ekonomik kaynak yaratmada yetersiz kalan zayıf STK’lar kimsenin işine yaramaz.

Korku da yaratmaz.

Niçin çekinilir anlaşılır gibi değil.

Toplum yararına yapılan sosyal, kültürel ve ekonomik projelerin STK’larla birlikte yürütülmesi gerekirken…

“Benim memurum işini bilir” mantığı devreye girmektedir.

Sadece devletin memuruna güvenme ve diğer millet fertlerine kuşkucu yaklaşım…

Devlete zarar verir.

Devlet, basit ve kolay bir projenin yürütülmesinde bile kaynak ve personel israfı oluşturmaktadır.

Daha ucuz ve kolay bir yöntem olan ve gönüllülük esasına göre çalışan STK üyelerinden neden yararlanmaz?

Bir muamma.

 

Ülkemizdeki STK yapılanmasının suçlusu sadece devlet ya da siyasi aktörler değildir.

STK’lar önce aynaya baksın!

Hırsız suçludur ama evine güvenlik önlemleri almayan ev sahibinin hiç mi kusuru yoktur?

STK üyelerinin sorumluluk duyma eksikliği… Her şeyi başkan ya da yöneticiden bekleme hastalığı…

Alternatif fikir üretememe… Proje sunamama… Sadece laf yetiştirme ve eleştiri…

Kişisel çatışmalar… STK başkanlığını sosyal statü veya çıkar elde etme kapısı olarak görme…

Medya ve diğer benzer kuruluşlarla iletişim noksanlığı… Kurumsallaşamama… Gönüllülük ilkesinden yeterince yararlanamama…

Ve haklının yanında değil, güçlünün yanında olma hastalığı ve bağımsız ve tarafsız hareket edememe…

STK’ları bitirme noktasına getirmiştir.

“Kral çıplak!”

 

Günün Sözü: Demokrasi büyük liderler tarafından değil, yetkin ve sorumlu vatandaşlar tarafından güvence altına alınabilir.

Barber

 

Yayın Tarihi
12.10.2020
Bu makale 4050 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!