İftira kelimesi, dilimizde sıkça kullanılan kelimelerden birisidir. Bu kelime dilimize Arapça dilinden geçmiştir. İftira: “Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma olarak tanımlanır.
İftira ve yalan, tüm dinlerde ve hukukta yasak olan eylemlerdir. Hem ahlaki değil hem de suç kapsamı içerisinde yer alır. Bununla birlikte, yaptığı her işin kaynağı yalan ve iftira olan insanlar vardır.
Birçok deyim ve atasözünde iftira kelimesi geçer. Örneğin; “Bana iftira attılar, ne yapmalıyım?”, “Otobüste birisinin cüzdanı çalındı. Haksız yere bir genç kıza iftira çaldılar”, “İftira etmenin vebali büyüktür” veya iftiraya uğradım, hesabını soracağım” gibi cümleleri sürekli duyar ya da söyleriz.
Hepsi aynı anlama çıkar.
Yani işlenmeyen bir suçun yüklenmesi ve insanlara kara çalınması… Ne kadar kötü ve çirkin bir şey…
Kuran’da: “Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir” denmektedir.
Allah kuru iftiradan korusun.
“Attan düşenin halini en iyi attan düşenler anlar.” Yakın bir zamanda yalan, iftira ve kumpas neticesi yargılanıp, beraat ettiğim için çektiğim acıları ve stresi ben bilirim.
İftira atanlar… Kamuoyunca bilinen ve muteber kişiler olmadıkları için o yönü ile pek etkilenmedim! Lakin iftiracıların dikkate alınması ve bazı dost bildiklerimin olaya sessiz kalması beni ziyadesi ile üzdü.
Aliya İzzetbegoviç: “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır” demiştir.
Ne kadar anlamlı bir söz…
“Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir özelliği vardır”. Lakin emin olduğun, “seviyorum” dediğin dostuna sahip çıkacaksın! Her şey bittikten sonra, “Ben senin iftiraya uğradığını biliyordum, yargı gerçeği gösterdi” veya “Geçmiş olsun, adalet yerini buldu” demenin bir anlamı ve esprisi yoktur.
Allah karşımıza iftira ve yalandan korkan iyi insanlar çıkarsın. Bir de incitmeyen ve hayâ eden dostları…
Onlar düşman başına!
Ben iftiraya uğraşınca sıvışan ve arayıp sormayan… İş açıklığa kavuşunca, kuzu sarması dostmuş gibi davranan bu karakter düşkünü insanların… Yüzüne nasıl bakayım?
Biri bana açıklasın!
“Bunlara hava bile haram!”
**
Benim gibi bazı dost bildiklerinin tavır ve davranışlarına çok kızan birisi Bursa’da bir çeşme yaptırmış ve o çeşmeden Müslümanların içmesini yasaklamış.
Neden mi?
Gelin hep beraber hikâyeyi okuyalım: “Rivayete göre Bursa’da yaşayan bir adam, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve çeşmenin başına şöyle yazmış;
“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl bir fitne çıkarmaktır diye…
Gitmişler Kadı Efendiye şikâyette, bulunmuşlar ve o adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş.
Sormuşlar Adama:
“Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye de çıkışmışlar.
Adam:
– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe Kadı Efendi kızmış:
– “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak etmiş:
– “Nedir gerekçen ?” diye sormuş.
Adam:
– “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanmış:
– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın ?”
Adam, başı önünde konuşmuş:
– “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
– “Eeee!”
– “Sultanım, herhangi bir Havradan (Sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…”
Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…”
Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş.
Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayini esnasında ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da Papaz serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine…
Sultan:
– “Bitti mi?” demiş adama.
– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
– “Şimdi nedir isteğin?”
– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…”
Adamın dediğini yapmışlar, Ulu Cami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış…
Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
– “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
– “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
– “Sorma, sorma…”
Padişah, Kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
– “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.”
“Haklısın” demiş Padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş.
Adam başı önünde konuşmuş:
– “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı bir şekilde tebessüm etmiş:
– “Hava bile haram, hava bile!”