Güney Afrika’dan selamlar (11)

MOZAMBİK

Değerli okurlarım bu ülkede görev yaptığım şehir (Nelspruit) ayrı bir Afrika ülkesi olan Mozambik ile aynı sınırları paylaşıyorlar ve başkent Maputo’ya ise iki yüz kilometre uzakta bulunmaktadır. Bana bu derece yakın olan bu ülkeye giderek bilgi sahibi olmak ve ayrıca  bir başka Afrika ülkesi nasıldır ve Güney Afrika ile karşılaştırdığımda neleri göreceğim gibi merakım  geldiğim günden beri aklımdaydı.

Bu isteğimi tek başıma gerçekleştirme endişe ve korkusu yüzünden hep o coğrafyayı ve insanları tanıyan birinin desteğini bekledim. Sonunda bu şansı da yakalamış oldum. Mesai arkadaşlarımdan birisi bu isteğimizi anlayışla karşıladı ve bize rehberlik ederek sabahın erken saatlerinde yola çıktık. Çünkü başka günümüz yoktu ve bir gün içinde neyi ne kadar görebilir ve yaşayabilirsek bizlere yetecekti.

Tabii bu ülkeye girebilmem için vizeye ihtiyacımız vardı ve vizemizi Nelspruit şehrinde bulunan Mozambik konsolosluğundan aldık. Bir saatlik otomobil yolculuğundan sonra sınır kapısına vardık. Ancak, ilgimi çeken en önemli uygulama Mozambik sınırına girmeden önce bu tarafta resmi olarak izinli seyyar döviz bürolarından Güney Afrika parası olan Randi çevirme şansımız oldu. Ağırlıklı olarak bayanların yaptıkları bu hizmet hoşuma gitti. Bir nevi karaborsa gibi çalışıyorlar. Eğer bu kişilerden paranızı değiştirirseniz örneğin, bir Rand 3.50 Meticais(Mozambik para birimi). Sınırdaki resmi ofislerden bozdurursanız bu bedel 3.12 oluyor.

Bu arada kısaca bazı tarihi bilgileri aktarmak istiyorum. Aslında niyetim öyle coğrafi, tarihi ve ekonomik konularda yazmak olmayacak. Çünkü, arzu edenler bu bilgilere kolayca internet sayfalarından ulaşabilir. Benim amacım canlı canlı gördüklerimi sizlerle paylaşmak olacaktır.

Mozambik uzun yıllar Portekiz sömürgesinde kalmış bir ülke. Portekizce resmi dil olarak kullanılıyor. Ancak, bunların dışında 60 çeşit lokal dillerinde konuşulduğu ifade edilmektedir. İngilizce daha çok iş dünyasında kullanılıyor.

1975 yılında bağımsızlığını alan Mozambik yirmi beş yıl kadar iç savaşı yaşamış ve o savaşın yaralarını da maalesef saramamış bir ülke. Hatta bu yaraların sarılması için daha çok yıllara ihtiyaçları bulunmaktadır.  Hint okyanusu kıyısına yaslanmış olan ülkenin genişliği hemen hemen ülkemiz kadar yani 799.380 km 2  ve nüfus ise 2007 sayımlarına göre 20.5 milyon civarında bulunmaktadır.

Yola çıkmadan bir gün önce Alanya gazeteciler cemiyeti başkanı kardeşim Mehmet Ali Dim ile internette görüşürken Mozambik ve Maputo şehrine gideceğimi söylediğimde bana muhakkak Türk dostu olan Hint asıllı iş adamı Ahmed Maladi beyi görmemi ve selamlarını söylememi rica etti. Hatta kendisinin bizlerle de ilgilenebileceğini söyledi. Tabii ki bu kişiye nasıl ulaşacağımı sorduğumda bana Maputo şehrinde Willow Uluslar arası Türk ilkokulu ve lisesinin bulunduğunu, onların bana bu konuda yardımcı olabileceğini de söyledi. Bu bilgilerle yola çıkmış olduk.

Güney Afrika sınır kapısından çıktık ve Mozambik sınır kapısına vardık. Bir anda etrafımızda genç insanlar belirdi. Aslında ne yapmak istedikleri de doğrusu tam anlaşılmaz bir görüntüdeydi. Hizmet mi etmek istiyorlardı, döviz mi bozdurmak istiyorlardı yoksa başka amaçlarımı vardı doğrusu işkilleniyorsunuz. Neyseki rehberimiz bu konuda bizleri uyardı ve bizler dikkat kesildik.

Formaliteler, görevlilerin işlerindeki yaklaşımları, düzensizlik gözlerden kaçmıyordu ve işte dakika bir gol bir fark kendini göstermişti. Şansımızdan hafta ortası bir gün olduğu için formaliteler kısa zaman aldı ve yolumuza devam ettik.  Sınır kapısından Maputo şehrine kadar hiç tepe görmüyorsunuz. Alabildiğine düz arazi ve maalesef bitki türü hiç kalmamış, çıplak ve yoksul.  Bunun sebebini sorduğumda iç savaşlar yüzünden fakir düşen halk ne kadar hayvan varsa hepsini kesip yemişler ve tabii ki yaşamak için de ağaçları kesmişler.  Yol boyunda çuvallar içinde odun sattıklarını gördük.  Zaten yol boyunda bazı az derme çatma ev denemeyecek yerlerde az da olsa yaşayan insanları görüyorsunuz. İç kesimlerde hiç kimsenin yaşamadığını ya da yaşayamadığını rehberimiz bize açıkladı.

Sınırdan sonra bir saatlik bir yolculuk ve sonrası ülkenin başşehri olan Maputo’ya ulaştık. Şehrin girişinde sağlı sollu gerçekten yoksul insanların yaşadığı bazen kamıştan, bazen tenekeden,bazen de saç plakalardan yapılmış konutları ve tuvalet diye kullandıkları yerleri gördüğünüzde içiniz sızlıyor o insanların adına. Hem bu yerleşim yerlerinde hem de şehrin göbeğindeki çoğu evler, apartman dairelerinin çoğunda içme suyu olmadığını da öğreniyoruz. İçme ve kullanma suyu olarak iki tekerlekli arabalarda naylon bidonlarda su satan sakaları yollarda bolca görüyorsunuz.  Bunlar ne diye sorduğumuzda rehberimiz bu acıklı ve üzücü açıklamalarda bulundu. Zaten yol boyu pislik hiç akıl almayacak kadar çok ve bu insanlar nasıl yaşayabiliyorlar diye kendi kendinize sormadan edemiyorsunuz.

Aldığımız bilgilere göre ortalama insan ömrünün 35 ila 40 arasında değiştiğini duyunca kulaklarımıza inanamadık. Buraya kadar gördüklerimiz bile bizlere işte bizlere televizyon kanallarında gösterilen Afrika bu olmalıydı. İlerleyen vakitlerde bu düşüncelerimiz iyice perçinleşmiş olacaktı.

Şehir merkezine sahil yolunu takip ederek varmak istedik. Maputo bir liman şehri ve her türlü ihracat ve ithalat bu limandan yapılıyordu. Ancak, liman şehrinin denizi alabildiğine kirli ve kokuyordu. Çünkü, şehrin kanalizasyonları direkt denize verilmişti. Sahil kıyısı yemyeşil yosun ve kirli köpüklerle baştan başa bezenmiş durumdaydı. İnanırmısınız insanlar bu denizde yüzüyorlar, hatta birbirlerini yıkayan insanları bile gördük.  Şehir sahilden belli bir mesafeden sonra yükselen tepe üzerinde ve geriye doğru yapılanmış bulunmaktadır.

Sahil boyu yamaçlarda lüks vilları, bazı otelleri ve restoranları görmek mümkün. Şehir merkezine yakın yerleri lüks konutlar için yerleşime açmışlar. İşte tezatlıkları daha çok buralarda ve az da olsa sahil bandında görüyorsunuz. Tezatlıktan kastım bir yanda milyon dolarlık evler ve hemen onun duvarının dibinde yoksulluk, çöplük ve pislik yan yana yaşıyor. Aşağıdaki resimde sadece bir örneği görüyorsunuz.

Willow kolejinin adresini şehrin  turistik rehberinde bulduk. Hatta rehberin 92 nci sayfasında dikkatimi diğer uluslar arası okullar da çekti. Örneğin, Canada,Portekiz,Amerikan,Fransız,İskandinavya,İtalyan, Rus, Hollanda ve diğerleri.  Adrese dayalı olarak Willow kolejinin ilk kısmına vardığımda yönetici arkadaşı sordum. Ordaki yerli insanlar kendisinin bir saate kadar geleceğini ancak diğer Türk öğretmen arkadaşı çağırabileceklerini söylediler ve onları beklemeye başladık. Çünkü, Türk dostu Hintli iş adamına ancak onların yardımıyla ulaşacak ve bu arada Türk kardeşlerimizle de görüşmüş olacaktık.

Her iki genç kardeşimiz geldiler. Bizlerle ilgilendiler. Sohbet ettik.  Lise binasının şehir çıkışında olduğunu ve ordaki yetkili arkadaşlara telefonlarla bizlerin ziyaret edeceğini söylediler. İlkokul kısmında 120 öğrenci bulunmakta ve bu öğrenciler arasında Türk öğrencilerde bulunmaktadır. Hatta Erzurumdan iş yapmak için bu ülkeye gelmiş bir ailenin oğlu ile tanıştık ve beraber resim çektirdik.

Sohbetimizin ardından bizler yine şehir gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Çünkü vaktimiz dardı ve kıymetliydi. Sahil kıyısındaki bir deniz lokantasında öğle yemeği için mola verdik. Arabayı park eder etmez hemen etrafımızda en az on kişi ellerindeki ürünleri satmak için toplandılar. İnsanlardan kendinizi kurtaramıyorsunuz. Çünkü, o kadar ısrarcı ve sıkıcı davranıyorlar ki alma isteğinizi bile kırıyorlar. Tabi hiçbir şey almadık ve de alamadık.

Lezzetli ve keyifli bir öğle yemeğinden sonra dönüş yolumuza yine şehir turu ile devam ettik. Gördüğümüz manzara hiç de iç açıcı değildi. Çünkü, maalesef her yer çöplük konumundaydı. Sanki bu şehirde belediye yoktu ya da çalışmıyordu. Nasıl tahammül ediyorlar acaba? Bir bakıma bu durum sıtma (malaria) hastalığını da davet ediyordu. Zaten bu hastalık bu ülkede alabildiğine yaygın ve tehlikeli durumdaymış. Hatta sivrisinekle karşılaşmamak için tüm dikkatimizi de toplamak zorunda kaldık. Allah esirgesin kurtuluşumuz yoktu.

Rehber arkadaşımız yolumuzun üstünde balık pazarına girelim dedi. Çünkü, balık götürecekmiş. Denizde tutulan ve de yenilen her ne kadar ürün varsa hepsini bu salaş balık pazarında görüyorsunuz. Bir tarafta gerçekten taze ve de capcanlı balıkları ve deniz ürünlerini görürken  diğer tarafta gözleri çökmüş, bayatlamış ve ağır kokuların yayıldığı bir ortamı da yaşıyorsunuz. Biz fazla gezemedik ve hemen orayı terk ettik. Arkadaşımız alış verişini yapmış oldu ve yola devam ettik.

Şehir çıkışında Willow(sögüt demek) kolejinin lisesini de ziyaret ettik. Geç saat olduğu için fazla kalamadık. Ordaki Türk yönetici arkadaşlarla tanıştık ve bilgilendik. Bu arada ilginç Antalya’dan çok iyi tanıdığım inşaat mühendisi iş adamı arkadaşımızın da kolejin hemen yakınında 60 dairelik lüks konutlar yapmakta olduğunu öğrendik. Türk insanının dünyanın her tarafında olabileceğini bir defa daha anlamış olduk.

Bir günlük Mozambik ve Maputo gezimizde gördüklerimiz hiç de iç açıcı değildi. Yoksulluk her yerde net bir şekilde görülüyordu ve Güney Afrika ile kıyaslanamaz  konumdaydı.

Bir başka yazımda görüşmek dileklerimle sağlıcakla kalınız.

Yayın Tarihi
22.08.2009
Bu makale 11009 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!