Demokratik Türk Milliyetçiliği
Türk Milliyetçiliği, Türklerin özgürlüğünü, birliğini savunan ve Türk milletinin ilerlemesini, gelişmesini amaçlayan siyasî bir görüştür. Türkiye de Türk milliyetçiliğinin öncülüğünü Kırım- Kazan kökenli aydınlar yapmışlardır. Bunlardan biri olan Yusuf Akçura, Türk milliyetçiliğini siyasal anlamda başlatmış, Ziya Gökalp ise sistemleştirmiştir. Ziya Gökalp, “Türk milliyetçiliğinin babası” olarak görülür.
Türk milliyetçiliği millet kavramını; dil ve kültürel olarak tanımlar, üstün ırk esasına dayanan ırkçılığı ise reddeder. Türk milliyetçiliği, milli değerlerin yanında dini değerlerin de korunması ve gelişmesini esas alarak, Batı uygarlığının geçilmesini fikir dünyasında savunur. Türk milliyetçiliği kapitalizm, faşizm ve komünizm gibi yabancı ideolojilere karşıdır. Tamamen yerli ve milli bir fikir akımıdır.
Başlangıçta Türk milliyetçiliği ile Turancı fikirler benzerlik gösterse de, zamanla bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Alparslan Türkeş ve arkadaşları Türk-İslam ülküsünü savunurken, Türkçü- Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü ise Nihal Atsız ve Fethi Tevetoğlu olmuştur.
Atatürk milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği farklı kavramlar mıdır? Dönemin şartlarına göre, bazı farklılıklar gösterse de, ayrı ideolojiler olduğunu söylemek gerçeklere aykırıdır. Zira Atatürk: “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” demiştir.
Atatürk bir Türk milliyetçisidir. Öyle olmasa, “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim” der miydi? Atatürk’ün Türk milliyetçiliği, din ve ırk ayrımından uzaktır. Bu ne demektir? Atatürk, Türk milletini ortak yurttaşlık temelinde oluşturmuş; ortak mazi, dil, ahlak, kültür ve hukuku, fikriyatında esas almıştır.
Türk milliyetçiliği kültürel içerikli olduğundan; barışa dayalı, ırkçılık ve şovenizmden uzaktır. Bu nedenle milli birlik, beraberlik ve ülke bütünlüğü en büyük özelliklerindendir. Kendi hakları kadar diğer mağdur milletlerin haklarını da savunur.
Türk milliyetçiliği; vatandaşları arasında ayrım yapan, ötekileştiren, kendisinden olmayanı hakir görüp, aşağılayan bir siyasi görüş değildir. Bu nedenle kurucu irade, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, dil, ırk ve din gibi düşüncelerle ya da yapılacak her türlü ayrımı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder.”
O nedenle, en büyük Türk milliyetçisi ve Bozkurt olan Atatürk, ”Ne Mutlu Türküm Diyene…” sözünü kullanmıştır. “Ne mutlu Türk olana” dememiştir.
Türk milliyetçiliği anlayışı, dinin siyasal ve toplumsal düzenin belirleyicisi olma düşüncesini kabul etmemekle birlikte, dinin toplum hayatından tamamen dışlanmasına da karşıdır. Din istismarcısı olan ve insanları Allah ile aldatan “siyasal İslamcılık” fikrine, antitez olarak ortaya çıkmıştır. Devletin dini olmaz, “Devletin dini adalettir.” Devlet, adil ve adaletli olmak durumundadır.
Birlikte var olma, birlikte yaşama ve birlikte başarmayı sağlamak zorundayız. Türk milliyetçiliğine tek bir çerçeveden bakmak, milletin geleceğine ihanettir. Bu yüzden Türk milliyetçiliğini siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları ile ele almak gerekir. Bu kavramlara iletişim ve insan ilişkileri gibi çağımızın ihtiyacı olan unsurları da eklemek yerinde olacaktır.
Dini, siyasal İslamcılara… Atatürk’ü sadece seküler insanlara… Milliyetçiliği de bir partiye indirgemek Türk milliyetçiliğine yapılacak en büyük kötülüktür. Partisi, kimliği ve inancı ne olursa olsun… Milli his ve şuura sahip, ülkesini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaya çalışan insanlar, Türk milliyetçisi değil midir? Kısaca Türk milliyetçiliği, ana ekseninden kaymamak kaydı ile günün şartlarına uygun olarak yeniden ele alınmalı, devleti kurtarma ve din davası ekseninden çıkarılmalıdır.
Demokratik devlet, insan haklarına saygılı devlet, ekonomik olarak kalkınmış devlet, kültürel birliği yakalamış devlet, dış politikada onurlu ve dik duran devlet, dışarda ve içerde saygınlığımızı artırır.
Tabi ki, geçmişimiz ve milliyetimiz ile gurur duyacağız! Lakin çağ, dünya ülkelerine ve dünya insanına “Kılıç-kalkan ekibi” ile gideceğimiz zaman değildir. Türk milliyetçiliğini, her alanda bir yaşam felsefesi haline getirmek… İçini ve altını doldurmak zorundayız. Zira değişime, gelişime ve dönüşüme açık olmayan hiçbir siyasi akım hayatiyetini devam ettiremez.
Türk milliyetçiliğini savunan insanlarda, “ lider, doktrin, teşkilat” kültü vardır: “Lider’e itaat edilir, fikirlerine “doktrin” olarak bağlanılır, disiplini “teşkilat” sağlar. Lakin günümüzde, “kuvvetler ayrılığı, gücün sınırlanması, denetim, bireysel özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğü, adalet” gibi kavramlar öne çıkmaktadır.
Çağdaş yönetimlerde; lideri “denetlemek”, ortaya konan görüşleri “sorgulamak” ve “farklı” fikirler önermek kabul görmüştür. Kurallara uymayan, düşünceyi dar kalıplara hapseden lidere, “itiraz” edilemeyecek midir? Böyle olursa, demokrasi olur mu?
Farklı söylem ve eylemleri ortaya koyanlara karşı kaba kuvvet kullanma veya partiden ayrılanları “hain” olarak suçlama, Türk milliyetçilerinin göstereceği yaygın bir davranış olamaz.
Türk milliyetçileri, kimsenin payandası olmadan iktidar kapılarına dayanmak istiyorlarsa… Şehirleşmiş, eğitimli ve piyasa ekonomisinde yer tutmuş kesimlerin sesine kulak vermelidir. Özellikle de Z kuşağının ve kadınların… Bu kesimler; hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere ve adaletin tesis edilmesine daha çok önem vermektedir.
Çağımızda iletişim ve teknoloji oldukça ilerlemiştir. Gençler dünyayı ve siyaseti yakinen takip ediyor. Hamasi nutuklarla ve ebem zamanında kalmış siyasi söylem ve yöntemlerle, bağırıp-çağırarak yeni nesilleri etkilemek mümkün değildir. Köprünün altında çok sular geçmiştir.
Türk milliyetçileri yeniden toparlanmalı, hiyerarşik lider partisi yerine, toplumun genelini kucaklayacak anlayışla, kurallar ve kurumlara önem atfederek, dönüşmeyi sağlamalıdır. Zira evrende hiçbir şey yerinde durmamaktadır.
Demokratik Türk milliyetçiliği, Tuğrul Türkeş’in deyimi ile “azgın milliyetçiliğin” önüne çekilecek bir set konumundadır. Son dönemlerde bazı milliyetçi gazeteci ve siyasilere yönelik saldırıları, azgınlaşan bir anlayışın ürünü olarak görmek yerinde bir çıkarım olacaktır. Zira “Azgın milliyetçiliğin hiçbir fikrî derinliği bulunmaz.”
Türk milliyetçilerinin her türlü otoriter/ totaliter anlayışa karşı olmak gibi bir görevi de vardır. Irkçılık, faşizm, bölücü etnikçilik ya da eli sopalı milliyetçilik Türk milliyetçiliği ile bağdaştırılamaz.
Türkiye’de bazı partiler; iktidara gelmek ve iktidarlarını sürdürmek için “Vatan, millet, ezan, Kuran, bayrak” gibi Türk milliyetçilerinin mukaddes gördükleri değerler üzerinden siyaset yapmaktadır. Kimse otoriter eğilimlerini bu mukaddes değerler üzerine inşa etmesin! Türk milliyetçilerinin buna karnı doymuştur.
Hak hukuk ve adalet kavramlarını kutsal değerlerimiz ile taçlandırmayanların bize söyleyeceği fazla bir söz kalmamıştır. Kimlik ve inançlar üzerinden değil, ilkeler üzerinden siyaset dönemi başlamak üzeredir.