Türkiye 06.02. 2023 günü saat 04.17’de Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,7 şiddetinde büyük bir deprem hadisesi ile karşılaştı. Bu depremin ardından saat 13.24'te Elbistan merkezli 7,6 şiddetinde ikinci bir deprem daha meydana geldi. Ve bu deprem, başta 10 ilimizi etkilediğinden önce sarsıldık, sonra da adeta yıkıldık.
Depremler normal karşılanan doğa olaylarıdır, beklenmez olgular değildir. Ne kadar önlem alırsanız alın, insanları etkiler. Ancak neticesinde gerekli önlemler alınmazsa afet haline dönüşmektedir. Demem odur ki; bugün yaşadığımız tablo, önceden alınmış önleyici tedbirler ve sonrasında iyi bir organizasyon ile bu ölçüde yaşanmıyor olabilir ya da bu vahamet ortaya çıkmazdı. Ne hızlı müdahale ne de koordinasyon sağlanabildi.
Türkiye gibi bir ülke, bu depreme neden hazırlıksız yakalandı? İşin aslına bakılırsa, deprem “ben geliyorum” dedi. Lakin hükümet, tüm uyarıları yine dinlemedi, “ Hadi işinize bakın” dercesine…
Hükümet, hiç mi hazırlık yapmadı? Depremle ilgili çalışmalar tabi ki yapıldı. Depremle ilgili “2023 yılına kadar hazır hale getirilmesi gerektiği “ yolunda planlamalar yapıldı ve “Acil Eylem Stratejileri” oluşturuldu. Bunları kim uygulayacak, işinin ehli olmayan ve AFAD kadrolarına atanan imamlar ve öğretmenler mi? Bu iktidar, bir türlü liyakati ve kariyeri önemsemedi! Öyle olunca da yapılanlar raflarda dosya içerisinde tozlanmaya bırakıldı. Eski Türkiye’de deprem senaryoları yapılır ve müdahale planları ile personel eğitilirdi.
Ve kaçınılmaz son! Deprem Türk milletini bir gece yarısı ansızın yakaladı. Ve ciğerlerimiz yandı! Türk milletinin dayanışma kabiliyetinin ne kadar yüksek olduğunu bu depremde gördük. Deprem olur olmaz, yardım konvoyları yollara düştü. Lakin “dağıtım organizasyonu” iyi olmadığından aksaklıklar baş gösterdi. İlk günlerde yıkılan binaların başında sadece millet vardı. Millet, devleti aradı, göremedi! Bu durum, “nerde bu devlet, bu enkazın altında devlet var “ gibi serzenişlere neden oldu. Aslında enkazın altında kalan devlet değil, bu işi beceremeyen yöneticiler kaldı.
Deprem bölgesinde yıkılan evlerde hırsızlık ve gelen yardımların yağmalanması oldu mu? Cumhurbaşkanı Erdoğan yağma olaylarından bahsederken İçişleri Bakanı Soylu yağma yok dedi. Madem yok, neden O’Hal ilan edildi? Mevcut yasalar size her türlü önlemi alma yetkisi veriyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Haluk Levent’in başkanı olduğu Ahbap Derneği’ne vatandaş güvenerek önemli miktarda bağışta bulundu. Hemen AKP harekete geçti. “Ahbap Derneği’ne gönderilen paralar nerede? Yıllardır muhalefet sordu. "20 senedir toplanan deprem vergileri nerede?" Hangisine cevap verdiniz? Millet, devleti yönetenlere değil de Haluk Levent'e güveniyorsa... Oturun düşünün! Bir değil 10 kere düşünün!
Antalya Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Bayram Ali Çeltik, bölgeden döner dönmez bir paylaşım yapmış: “Ses varken ekip yoktu/ Ekip varken ekipman yoktu/ Ekipman varken ses yoktu/ Tüm sürecin özeti bu.”
Devletin görevlileri ve sorumluları, afete dönüştürülen bu doğa olayını, “Yüzyılın afeti” ve “kader planı” gibi açıklamalarla geçiştirdi. Böyle olunca da tepkiler çığ gibi büyüdü. “Afet üzerine siyaset yapılmaz!” Evet doğru. Lakin siyaset, doğal bir deprem olayını afete dönüştürmüşse… Ne yani, susup oturacak mıyız? Üstelik siyasetin fitilini AKP sözcüsü Ömer Çelik, ”Cumhur İttifakı olarak sahadayız” diyerek ateşledi. Ne yani, muhalefet o esnada golf mu oynuyordu?
Bilim doğa olaylarını, kader planı ile açıklamaz. Tekniğe uygun yapılar yapma! Depreme kâğıt üzerinde hazırlan ve kâğıt üzerinde tatbikat yap! Sonrada “kader planı…” Bir atasözü vardır: “Eşeğini sağlam kazığa bağla sonra Allah'a ısmarla…”
Barınma Hakkı, sosyal devlette bir insan hakkıdır. İnsanların bu çürük binalarda oturmasına müsaade etmek sosyal devlet ile bağdaşmaz. Ayrıca sosyal devlet, iki de bir “ imar barışı” çıkararak kaçak ve usulsüz binalara ruhsat vermez ve para toplamaz.
“Vatandaş 6 katlı binasına kaçak olarak 6 kat daha çıkmış. Devlet ne yapmış? 12.000 TL ver, seni affedeceğim. Lakin deprem, devlet gibi düşünmemiş.” Bu binanın zemin kat kolonları 6 katı taşıyacak kalınlıktaydı, 12 katı taşıyamaz, ben affetmiyorum.”
Şimdi soralım: devlet mi suçlu, deprem mi? Ya da vatandaş mı suçlu, deprem mi?” Soruyorum: İmar barışı bir kader midir? 2018 İmar barışı, “ver parayı al ruhsatı…” Süreç sorgulanmazsa sonuç kader olur.
İnşaat sektöründe ve tekniğinde kötü değiliz. Bizde eksik olan ahlak… Niyet ise bozuk! Niyet, hırsızlık ve para hırsı… Bugünkü sistemde önüne gelen inşaat yapıyor. Fay hatlarına, dere yataklarına, yumuşak zeminlere ve tarım arazilerine inşaat yaparsanız, riski artırırsınız. Bir an önce inşaat yapma ruhsatı AB standartlarına yükseltilmelidir.
Gelişmiş ülkeler bunu nasıl yapıyor? Devlet tarafından zemin etüdü tamamlanmış, tarıma elverişli olmayan, sert zeminli arsalar üretiliyor. Sonrasında buralarda yapılacak inşaatların nitelikleri belirleniyor ve yapı uzmanlarınca projeler, taviz verilmeden denetleniyor. Sıkıysan malzeme çal! Ruhsat almak da yüklenici firma olmak da zor vesselam… Ya biz de? Ver parayı al ruhsatı! “Vatandaşın sorununu çözdük!” Sanki iyi ettin!
Yıkılmış binaların doğru yerlerinden numune alınmadan inşaat kalıntılarını kaldırmak veya acele ile yapılan tetkikler; delil yok etme ya da karartma anlamı taşır. Barolar birliği harekete geçmeli ve delil tespitlerine katkı sunmak için gerekli, çalışmaları yürütmelidir.
Yıkılan şehirler ne olacak? İyi bir şehircilik anlayışı ve mühendislik tekniği ile zemin etüdü yapılmış, depreme dayanıklı yeni şehirler kurulabilir. Bu bölgede 13,5 milyon insan yaşamaktadır. İnsanları ana yurtlarından mahrum etmek; demografik yapının değişimine yol açabileceği gibi sosyolojik sorunlara da yol açacaktır. Bu ciddi bir beka meselesidir. Bu nedenle İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in önerisi dikkati alınmalı, “yabancılara toprak satışı yasaklanmalıdır. ”Ve bölgede devam eden çadır, yakıt, seyyar tuvalet ihtiyacı da zaman geçirilmeden giderilmelidir.
“Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekanizmalar ve ilişkiler meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı. Uzun zamandır normal hayatı olağanüstü hale getirerek yaşamayı kanıksadığımız için, belli ki, içine düştüğümüz kıskacın vahametini algılamakta zaafa düşmüşüz. Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.”
Bu sözler bana ait değil. Allah’tan değil. O’Hal var. Bu sözler; Ömer Çelik’in, Yeni Şafak’ta 23 Ağustos 1999’da yayımlanan “Bugün susmak…” başlıklı yazısıdır.
Allah kimseyi söyledikleri ile sınamasın!