Günümüzde en çok eleştirilen konu, adaletin gecikmesidir.
Ve yok edilmesi…
“Geciken adalet, adalet değildir” demiş ünlü bir düşünür…
Şikâyet etmeyi alışkanlık haline getirmiş, önüne geleni suçlayan, itham eden meczup kişilerin yazması ve şikâyetiyle hemen harekete geçenler…
Adaletin bir an önce gerçekleşmesi için aynı gayreti göstermiyorlar.
İnsanlarımızı suçsuz da olsa lekelemeyi seviyor, hak ve hukuka değer vermiyor, kadir- kıymet bilmiyoruz.
Oysa” lekelenmeme bir haktır”
Hakkında dava açılan herkesi suçlu ilan ediyor, basında yargılıyor, hüküm veriyor, itibarsızlaştırma sürecini hızla işletiyoruz.
Yazıktır, günahtır.
Yargılanan kişinin hakkında delil var mı, gerçekten suçlu mu?
Düşünen bile yok, gerçeği arayan da…
Bir Antep tabiri vardır, “Antep Karası” diye…
Çal Antep karasını, temizleyebilen temizlesin!
Nasılsa, çalana hesap soran yok.
Suçlanan ispatlasın!
Aslı suçlayanın ispatı değil midir?
Yargı sürecinde, suçsuz insanların çektiği maddi manevi sıkıntıların bedelini kim ödeyecek?
İtham ve suçlama kolay olmamalı, suç isnat eden ispatını da yapmalıdır.
Delilleriyle tabi ki…
İthamları doğru çıkmayanlara da ağır ceza hükümleri getirilmelidir.
Maddi ya da manevi…
Öncelikle gecikmenin önünü açmak için adalet sisteminde değişikliklere gitmek gerekir.
Basit bir suçlama ile ilgili açılan davalar, aylar hatta yıllar devam etmemelidir.
Bir süre önce yitirdiğimiz şair Abdürrahim Karakoç bu gecikmeden yakınarak şöyle der.
“Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun o da öldü hâkim beğ”
Adalet yıllar sonra gelse de bir anlam ifade etmez.
Çekilen acılar kalır.
Bir Macar atasözünün dediği gibi, “Geciken adalet, adaletsizlik getirir”
Başka bir deyişle, adaletin gecikmesi adaletsizliğin kendisidir.
Eleştirilerin bir de siyasal boyutu var.
Siyasi iktidar sürekli yargıya baskı kurmak, onu yönlendirmekle suçlanıyor.
“Adalet” kavramı tartışmaya açılıyor.
Muhalefette haklı ya da haksız eleştirinin dozunu giderek artırıyor.
Bu hayra alamet değil.
Yargı üzerinde polemikler yaşanırken, verilen kararlar da “Arapsaçına” dönmüş durumda.
Birbirlerini tutmuyor.
Aynı olaylara farklı kararlar olunca, işin rengi de değişiyor.
Yargıya güven erozyona uğruyor.
“Dayısı olan istediği kararı çıkartır” söylemi halk arasında giderek yayılıyor.
Yargıya güvenmek zorundayız.
Guizot, “Siyaset mahkeme salonuna girerse adalet oradan çıkar “ diyor.
Bu kısır döngüyü kırmak, adaleti sağlamak siyaseti rahatlatacağı gibi, sade vatandaşa da nefes aldıracaktır.
İspanya Kralı sormuş;
-Adalet mi üstündür, yiğitlik mi?
Bilge yanıt vermiş;
– Adalet olsaydı yiğitliğe gerek kalmazdı.
Adalet sağlanırsa, her sorunun çözümü bulunur. Tüm sorunların kaynağı adaletsizliklerdir.
Konfüçyüs, “Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner ”der.
Ne kadar da doğru değil mi?
İşin odağı adalettir.
Bir ülkede adaletin varlığı nasıl anlaşılır?
Kendini özgür ve güvende hissedersen, o ülkede adalet vardır.
Fikirler özgürce ifade edilemezse…
Vatandaş; suç işlemediği halde kapısının her an polis tarafından çalınabileceğinden korkarsa…
Kişiler, polis, yargı mensupları, siyasiler, bürokratlar vs. başına buyruk davranırsa…
O ülkede adalet tesis etmek güçleşir.
Hukuk devletinde herkes haddini ve hareket edeceği çerçeveyi bilir.
Kimse keyfi hareket edemez.
Etse de, hukuk gereğini yapar.
Hitit Kralı bundan 4 bin yıl önce yargıçlara çağrıda bulunuyor:
“ …Bey için iltimas yapmasın, erkek kardeşine, kız kardeşine, arkadaşına iltimas yapmasın. Hiç kimseden rüşvet almasın. Haklı bir davayı kaybettirmesin, haksız bir davayı da kazandırmasın. Doğru ne ise onu yapın…”
Hukuk devletinin ilkelerine sıkı sıkıya sarılmak gerekir.
Hukukun olmadığı yerde kuvvetlinin hukuku geçerli olur ki…
Bu bir faciadır…
Bu bir anarşidir…
Ne hak bırakır ne de adalet.
Günün Sözü:
“Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür.
Kadı'yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün, devlet de ölür.”
Fatih Sultan Mehmet