Yaşama dair ilk yazı
Temmuz 2009, tam 20 yıl olacak. Aynı anda, annelik ve kürsülerde hocalık zevkini yaşamış olmak. Evimde bir bebek, üniversite de yüzlerce genç bana emanet edilen. Yaşamımda açılan yeni bir pencere, manzara muhteşem. Heyecan verici, aynı zamanda korkutucu. Elimdeki olanakları en iyi şekilde kullanma çabası. Yorucu, sorumluluk isteyen; ama zevkli.
Acemice, her iki alanda da. Oğlum büyüyor, gelişiyor, öğreniyor. Ben de öğreniyorum, büyüyorum. Annelik denen harika duygu sadece oğlumla sınırlı kalmıyor. Öğrencilerim… Onlar bana öğretmenliği öğretiyorlar. Üniversiteyi bitirdiğimde İngilizce ve almanca öğrendiğimi biliyorum. Ama bu dilleri öğretmeyi bana öğrencilerim öğretiyor nasıl ki oğlum Tutku ve diğer oğullarım anneliği öğrettiyse…
Dün gibi sanki; Tıp Fakültesi Topçularda, Hastane Kepez de… Halbuki 2o yıl olacak ve ben hala öğreniyorum, öğretiyorum. Her başlayan yeni yılda, sürekli yeni şeyler öğreniyorum, annelikte de, öğretmenlikte de…
Doğduğum günden beri bana verilen roller artıyor, mevcut roller ise sürekli yeniden yazılıyor sanki. Bıkmadan oynuyorum, yorulmadan, büyük bir zevkle. Her sahneye çıkışımda başarımın sonucunu görüyorum. Oğullarımı izliyorum, net hedefleri olan, amaçlarına ulaşmak için çaba gösteren, kendi çıkarları uğruna kimseyi incitmeyen, harcamayan pırlanta gibi gençler.
Öğrencilerimi görüyorum. Yeni kayıt, aileden ilk kez uzaklaşma birçoğu için… Ürkeklik, yalnızlık ya da çaresizlik kimi gözlerde. İstediğim tek şey var o anda. Onlara yalnız olmadıklarını göstermek, onlara anneleri olmasam da, anneleri kadar yakın olabilecek, sahip çıkacak bir insanın varlığını hissettirmek.
Başardım, sadece kendi oğullarımın değil, bizlere emanet edilen tüm gençliğin annesi, öğretmeni, arkadaşı olmayı başardım.
Öğrendim ki, hayatta başarılı olabilmek için, sevmeyi bileceksiniz. Sevgiyi hisseden her öğrenci çaba gösteriyor, gayret ediyor. Sizden korktukları için değil, sevdikleri için öğreniyorlar. Hiçbir öğrencime sesimi yükseltmiyorum. Hiçbir öğrencime başkalarının yanında terbiye vermiyorum. Hiçbir öğrencime sen başaramazsın demiyorum. Bu yıl olmazsa seneye kesin diye teselli ediyorum. Onların hepsinin çok özel, çok güzel, çok ayrıcalıklı olduklarını birer birer anlatıyorum.
Onları seviyorum, onlara güveniyorum, tıpkı ailelerinin yaptığı gibi. Bu toplumun bir parçası, hatta en önemli parçaları olduklarını her fırsatta anlatmaya çalışıyorum. Yabancı dil öğretiyorum evet, ama önce insan olduklarını ve onlara değer verdiğimi hissettiriyorum. Her öğrencimi ismiyle tanıyorum ”sen” diye değil, ismen hitap ediyorum. Kişiliğinin sorumluluğunu yüklüyorum. Öğrenci numarasını değil, ismini önemsediğimi gösteriyorum. Binlerceden biri değil, “O “ olduğunun farkındalığını hissettirmeye çalışıyorum.
Sınıfa girip sadece dersi anlatıp çıkabilirsiniz de elbette. Bizden beklenilen sadece yabancı dili öğretmek belki de. Ama doğa bize iki önemli rolü aynı anda verdiği için, ben birini diğerine tercih edemiyorum. Aynı anda edindiğim ve aynı anda geliştirdiğim bu iki rolü -anneliği ve öğretmenliği- iç içe yaşıyorum. Ayırmak gibi bir düşüncem de yok açıkçası. Ne kadar iyi bir anneyseniz, bir o kadar da iyi öğretmensiniz, ya da tersi…
Kişilere verilen kutsal rollerin severek, isteyerek ve çoşkuyla uygulanması sonucunda sağlıklı, kendine güvenen, asil ruhlu ve başarılı gençler yetiştirilecektir. Keşke üniversitedeki her eğitimci, öğrencilere aynı şekilde yaklaşmayı başarsa, keşke mezun ettiğimiz her öğrenci okul yıllarına dönüp baktığında hep aynı tebessümle hatırlasa, keşke her eğitmen kendi öğrencilik yıllarını unutmasa, keşke hepsi annelik /babalık (ağabeylik/ablalık) rollerini, eğitmenlik rolü ile paralel yaşayabilse.
Çok zor olmasa gerek topluma özgüveni olan, düşüncelerini özgürce dile getirebilen, kişiliğini bastırılmış duygulardan uzak geliştiren gençler sunmak…
Çok zor olmasa gerek, sevmek, sevmeyi öğretmek… Kısaca sevgi alışverişinin bu kadar pahalı olmaması gerek, hayatın bu denli ucuz olduğu bir dönemde sevgiyi verebilmek…
Saygılar ve sevgiler