Çok uzun süredir izliyorum. Etrafımı, insanları, değişimleri; olumlu olumsuz her şeyi. Herkes bir şeylerden rahatsız, bir şeylerin değişmesini istiyor. İki kişi bir araya geliyor ve sürekli konuşuluyor, tartışılıyor, zaman harcanıyor. İzliyorum… İnsanların yorulmadan, yılmadan kelimelerle bir şeyler inşa ettiğini, yıktığını izliyorum…
Bir yerlerde yanlış var. Arıyorum, bulursam düzeltme şansım olabilir. Belki de küçücüktür, gözden kaçan, ama önemli olmalı, temeli oluşturan taşlardan biri olmalı, çünkü bina sallanıyor. Nereden,hangi açıdan, hangi cepheden destek vereceğimizi bilebilmemiz için, farklı köşelerden bakmalıyız belki de….
Uzaklaşıyorum, hasarı görebilmek için binaya uzaktan bakıyorum. İzlemek, değerlendirmek, belki de düzeltebilmek için…
Toplum, içinde yaşadığımız büyük aile. Her bireyin taşıması gereken sorumlulukları var. Biri aksarsa, diğeri hasar görür. Bunun bilincinde olmamıza rağmen, yine de umarsamaz bir halde kaçıyoruz. Taşımamız gereken sorumlulukları ihmal ediyoruz, ya da hiç ilgisi olmayan şahıslara yüklemeye çalışıyoruz.
Bozulan denge, en büyük hasarı temele veriyor, bu da gençliğimiz. Biz büyükler maalesef gençlerimize karşı sorumluluğumuzu yerine getiremiyoruz… Onlardan taşımasını istediğimiz, beklediğimiz yükleri, düşünmeden sırtlarına dayıyoruz. Ama nasıl taşınır öğretmiyoruz. Eziliyorlar, bizim bilinçsiz ve cahilce davranışlarımızın neticesinde onlar taşıyıcı sütun olabilmenin dışında, depremde hasar görmüş zeminler gibi ortaya çıkıyorlar. Ürkek, korkak, cesaretini yitirmiş, düşüncelerini dile getiremeyen, hedeflerine ulaşabilmenin hayalini kaybetmiş olan, geleceğe umutla bakamayan gençler yerine, niçin özgüveni olan, başarılı, hırslı, çalışkan ve dürüst gençlik için çaba harcamıyoruz?
Acıyor, içim acıyor, hangi köşeden bakarsam bakayım, her kolonda, her sütunda, her tuğlada arıza var. Bunları kapatmak, görmemek, göstermemek için de kapatılacak sıva var bol miktarda…
Gençlerimiz, çocuklarımız… Sizler için bir şeyler yapabilmek ancak sizleri anlamakla başlar. Sizleri anlamak ise, sizleri dinlemekle başlar… Hangimiz gerçekten gençlerimizin, çocuklarımızın sorunlarına yürekten kulak veriyoruz. Hangimiz çözüm için kolları sıvayıp, destek çıkıyoruz... Kandırıyoruz, özünde kendimizi kandırıyoruz. Dinlemeden kafa sallıyoruz çoğu zaman, geçiştiriyoruz… Aslında önemsemiyoruz bile… Yanılmıyorum değil mi? Çoğunluktan bahsediyorum...
Bizim için küçücük, önemsiz görünen sorunlar, onların ufacık dünyasında kocaman olumsuzluklar gibi duruyor. Bizim dönüp bakmadığımız taşlara, onlar takılıp düşüyorlar. Canları yanıyor, yaralanıyorlar… Küçücük taştan canı yanan, artık daha büyük taşın yanına yaklaşmıyor, korku uzaklaştırıyor, kayanın etrafından kaçıyor. Ya üstüne düşerse… Oysa biz onlara o taşları toplamayı öğretsek, gerekenleri kullanmayı, gereksizlerden kum yapmayı, belki o zaman karşılarına çıkan kayaları bile yuvarlayabilecek cesaretleri olacak… Unutmamalı insan, canı yanan can yakmak, sevilen ise sevmek ister…
Yapamıyoruz, kendimizle ve bizi aşan sorunlarla o kadar yoğunuz ki, onların sıkıntılarını görecek zamanı yaratamıyoruz belki de...
Ben çocuklarımı çok seviyorum, binlerce oldular bu arada...