Tesadüfen bir okul bahçesinin önünden geçiyordum. Tam o sırada okul müdürü bir konuşma yapıyormuş. Kafamı duvardan içeriye doğru uzatmak istedim. Duvarlar normalinden çok yüksek olduğu için parmak uçlarıma çıkmak zorunda kaldım. “BEYAZ PAPATYALARIM” diye hitap eden bir Müdür. Gerçekten birkaç adım daha ilerledikten sonra kapının demir parmaklıklarından manzara çok daha net izleniyordu. Gri etekler ayak bileklerinde. Beyaz gömlekler, gri süveter ve bembeyaz baş örtüsü değil, türban. İtalyan kiliselerindeki rahibelerin siyah olanı kıdemlisi, beyaz olanı da çömezidir.Anlaşılan bizim papatyaların hepsi çömez.
Biraz dinledim. Konuşma mı, nutuk mu, beyin yıkama mı. Yorumu, dinleyene bırakmakta fayda var. Ben göreceğimi gördüm, duyacağımı duydum. Kafamı yoluma çevirdim ilerlemeye devam ettim. Gideceğim yol çok kısa, ama düşüncelerimde katlettiğim yol kaç km çözemedim.
“Beyaz Papatyalar”. Baharda en çok sevdiğim çiçektir papatya. Hayatın kendini sıfırlayıp yeniden başlamasının göstergesi. Soğuk, ıslak, güneşsiz günlerin ardından, yeniden doğuşun, huzurun, mutluluğun, umudun göstergesi papatya. Benim için o ana kadar sevincin ,neşenin, hayatın sembolü papatya.
Yolum hedefini şaşırdı. Düşünceler gelgitte. Adımlarım beni parkta bir banka götürdü. Oturdum. Gözlerimi kapadım birkaç saniye. Kuşları dinledim. Çok neşeliydiler. Sonra etrafıma baktım, papatyaları aradı gözlerim. İşte oradalar. Ne kadar da güzel duruyorlar. Bembeyaz bir örtü şeklinde. Sayıları o kadar çok ki.Binlercesi yan yana. Düşünüyorum, sayılarını, duruşlarını, ifade ettiklerini.
Papatya, her piknik alanında gözümüzü kırpmadan topladığımız, başımıza taç yaptığımız, içimizden bir dilek tutup, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini öğrenmek için bir bir yapraklarını koparttığımız. Üzerinde ip atlayıp, piknik yapıp, uçurtma uçurttuğumuz. Aslında ne kadar az önemi varmış papatyanın hayatımızda.
Vazgeçilmez olamamışsın sen hiç papatya, ender, nadir, değerli bir çiçek olamamışsın ki hiç. Ne bir orkide gibi fanuslarda korundun, ne de kopartılmaya kıyılmayan bir gül oldun. Sen nesin ki papatya. Sürü halinde yaşar, sürü halinde çoğalırsın. Kimse gözünü kırpmadan ezer geçer seni, konuşmasını bilmeyen bebeler eğilir kopartırlar seni. Kendini koruyamazsın, ne dikenin vardır gül gibi, ne de sağlam bir dalın vardır. Küçücük boyunla, zayıf yapınla istedikleri şekle sokarlar seni. Bir günlü başta taç olursun, bir günlük çay bardağında buket, yapraklarını kaybetmiş dilek taşı kimi zaman.
Ah papatya, keşke güzel kokuların olsaydı,seni vazgeçilmez kılan. Seni kopartmayı bırak, koklamaya bile kıydırmayan . Nadir bir çiçek olsaydın. Ulu orta her yerde görülen değil de, dağlarda, tepelerde, kıyılarda kenarlarda aranıp ta zor bulunan olsaydın. Bulunca kıymetlisi olsaydın bulanın. Seni kitap sayfalarının arasında gizleseydik, dört yapraklı gonca gibi uğurlu kılsaydık. Şansına, bereketine, uğruna sığınsaydık. Ah papatya, seni de benden kopardı ya bu okul müdürü, kime ne diyeyim ben artık…