Kapım çaldı, sessizce, ürkek parmakların sesiydi bu. Durakladım, ses kapıdan mı , yoksa öyle mi algıladım sadece. Bekledim, tekrar aynı ses. “Buyurun” . Önce kapı aralandı, sonra sarışın bir kafa uzandı aralıktan, yarı beden dışarıda, ayaklar içeri girip girmemekte tereddütte. İkinci bir kez “buyurun”. Sarışın saçlara al al yanaklar eşlik ediyor, en az parmaklar kadar ürkek bir ses. “Hocam, çok özür dilerim, müsait misiniz?” Elbette, her zaman ki gibi öğrencilerimin sıkıntılarını yüzlerinden, seslerinden anlayan olarak “ Gel gel sorun yok. Otur bakalım .” o arada çaycı bir bardak çay getirir, “ Sana da söylüyorum bir bardak, hem içer hem de konuşuruz”. Şaşkın bir bakış, içten bir tebessüm. Ses çıkarmaz, ancak kafa sallar. Konuşup konuşmamak arasında gidip gelmekte besbelli. Onun açısından birkaç saat gibi hissedilen, gerçekte geçen sadece 3 dakika belki de. Sanki konuşmaya başlamak için cesaret toplar, belki de çayı bekler. Cesaretini ondan mı alacak, kimbilir. Şaşkınım. Çok korkmuş, çok tedirgin, bir o kadar da üzgün bir eda. Bekliyorum, sorunu var, ama nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyor. Düşüncelerini, gel gitlerini gözlerinden okuyabiliyorum. Bir yudum, bir yudum daha. Çayla birlikte ortam ısınıyor, yavaş yavaş çözülüyor. “Hocam, ben dikey geçişle geldim, hocam ben çok zorlanıyorum. Hocam çok yalnızım.” Bir yudum daha, yutkunuyor. Çay mideye değil, sanki göz pınarlarında toplanıyor. Boğazım düğümleniyor. Oğullarım geliyor aklıma. Öğrencimin annesini canlandırıyorum gözümde. Ana kuzusu, tıpkı benim oğullarım gibi. Tekrar toparlanıyor.”Hocam ailemden uzaktayım ikinci kez. Yeni ortamdayım ikinci kez. Hocam dersler benim gördüklerimin çok ileri seviyesinde, yetişemiyorum hocam, bunalıma düştüm. Lütfen hocam bana yol gösterin. Var mı bildiğiniz bir Kurs ya da başka bir öneriniz?”. Dinliyorum, kafamda o konuşurken bin bir çözüm yolu geçiyor. Aslında notlar değil onu bunalıma sürükleyen, yalnızlık, içindeki isyan derslere değil, topluma. Görebiliyorum. Eleştiriyor, o kadar çok şeyi birbirine karıştırıyor ki, kendi bile anlamıyor anlatmak istediklerini. Çay bir, iki, üç derken olay şekil kazanıyor. Depresyon, bunalım, hatta ölümü bile dile getirebiliyor. Yolunu kaybetmiş, çıkar yol arıyor. Ama tek başına bulamayacağını düşünüyor. Yalnız, yalnızlığını paylaşacak bir yakın arıyor. Seviniyorum, sıkıntılarıyla bana gelmesinden mutlu oluyorum. Benim derslerim açısından hiç dert etmemesi gerektiğini uygun bir dille kendine açıklıyorum. Benim sınavlarımın ona sıkıntı vermeyeceğini ve dikey geçiş olmasından dolayı okuldan atılma riskine girmeyeceğini ifade ediyorum. Sandalye de gerilmiş halde duran bedenin yavaşça derin bir iç çekerek yumuşadığını izliyorum. Mutluyum, hem de çok. Henüz birkaç aydır derslerime katılıyor. En arka sırada, sessiz ama sevimli bir tebessümle tek dersi bile kaçırmayan, çok çaba gösteren ama geldiği okul gereği seviyenin altında kalan, zamanla açığı kapatabilecek olan bir öğrenci. Kefilim, onun başarılı olacağına kefilim. Bu yüzden hiç çekinmeden benim dersimde sorun yaşamayacağını söylüyorum. Bazı öğrenci profili vardır, gerçekten herkesten çok çalışır, çabalar, ama dil yeteneği yoktur. Bu öğrencinin sadece aldığı notları göz önünde bulundurup, safi onları değerlendiremezsiniz. Çabasını, gayretini, katılımını ve derse sürekliliğini ödüllendirmeniz gerekir. Ben de bu öğrencimde bunu yapmak istedim. O anda sadece tek şey düşündüm. Bunun notlarla bir sorunu yok, bunun sorunu baskı. Toplum baskısı, aile baskısı. Dikey geçiş olmanın getirdiği baskı. Eğer başarmazsa atılır, bursu kesilir, aileyle sorun yaşar vs…
Karşınızda duran çaresiz bir insan evladı, korkutulmuş, kendine güvenini kaybetmek üzere, sadece kendine değil, herkese güvenini kaybetmek üzere. Acı, yürek acıtan bir durum. Benimle olan sohbetinde bendeki dersler adına belki rahatladı, ama hala onlarca dersi, bir o kadar da diğer hocaları var, derdini anlatması gereken, sorunlarını paylaşması gereken. Kendisi için durumu özel, farklı, hakkında konuşulması gerekir, bir şey yapılamasa da, dinlenilmesi gerekir. Bu insanın önemsendiği, insan olduğu kendine hissettirilmesi gerekir. Yoksa bu insan kaybedilir. Uzun bir süre neredeyse her gün yanıma uğrayıp, iki dakika da olsa bir şeyler anlatıp giderdi. Her derdine çözüm yolu sunamadım belki de, ama onu dinledim, anlamaya çalıştım. Yalnız olmadığını ben ve benim gibilerin her zaman onların yanında yer aldığını hissettirmeye çalıştım. İntiharından birkaç gün önce bana geldi ve “ hocam beni ölüm korkutmuyor, beni bilinmezlik korkutuyor. Hocam bana ölüm soğuk gelmiyor, buz gibi hocalar var hocam. Onlara bakınca ağzımı açmadan kanım donuyor. Konuşamıyorum hocam, onlarla sizinle paylaştıklarımı paylaşamadım hocam. Bir bardak çayda çözülemedim hocam.” Ağlama sırası bana gelmişti. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Elimin tersiyle sildim, yutkundum. “ Dert etme, yaşam sadece diplomadan ibaret değil, yaşanmaya değer o kadar çok güzellik var ki, ayrıca sen bu sorunların üstesinden geleceksin” . İçimi korku sardı. Bu öğrencim çoktan kararını vermiş, sadece benimle vedalaşmaya gelmiş. Ellerime sımsıkı sarıldı, öptü.” Hakkınızı helal edin hocam, ama bu sorun bitecek gibi değil.” Anlamadım o an. Sanırım anlamak istemedim. Böylesine pırıl pırıl bir gencin ölümü kendine yakıştırabileceği gerçeğini beynim ret ediyordum. Bir doktor ismi verdim, gitmesi için ikna etmeye çalıştım.” Haplar veriyorlar hocam, uyuşturuyor onlar adamı, ben uyuşmak istemiyorum.” İki gün sonra tüm okul yasta. Canım öğrencim, canına kıymış, intihar etmiş. Şoktayım, anlayamıyorum. Gencecik bir insanı ölüme sürükleyebilecek kadar zalim olan ne bu toplumu, ne de bu sistemi anlayamıyorum. Bir insanın feryadını duyamayacak kadar sağır, acısını sıkıntısını göremeyecek kadar kör isek, mekanları terk edelim, yanlış yerlerdeyiz arkadaşlar…