Kimi anlar vardır insanın kendinden bile saklanmak istediği. Kimi anlar vardır, çekip gitmek, yalnızlığa gömülmek, kafayı dinlemek istediği.
Sahilde otururken uçsuz bucaksız görünen denize, gökyüzünün derinliklerine , uçan martılara bakar, yükselen bulutlara dalarsınız.
O an aklınızdan geçen kaçıp gitmektir, uzaklaşmak her şeyden, kendi içinde kaybolmak, yalnızlığa sığınmak.
İnsan olan her kişi, bu duyguyu az ya da çok yaşamıştır. Böyle anlarda kendinle ilgili, sevdikleriyle ilgili, toplumla, yaşamla ilgili sorguladıkları her şey su üstüne çıkar.
Onca zaman hiç farkına bile varmadığı şeyler yakalar yaşamda. İşte öyle bir an …
Gecenin bir yarısı, uyumanın mümkün olmadığı kadar sıcak. Sessizliğin ve karanlığın en yoğun anı. Nefes almak için, o sessizliğe eşlik eden bazı vızıltıları duymak için balkona çıkıyorum.
Ne kadar da muhteşem bir manzara, narenciye bahçesi, kısmen aydınlatılmış ve ışıklara doğru uçan böcekler. Ara ara baykuş sesi, eskiden kurbağa sesleri de duyardım, ama yok olmuş, bir çok şey gibi, o gün akşam fark ettim.
Bahçenin diğer ucunda yükselen evlerin kimilerinde tek tük lambalar var yanan. Kim bilir belki benim gibi uykusu kaçanlar, yalnızlıkta ya da eğlencede olanlar.
Oturdum, beynim yine her zamanki oyununu oynamaya başladı. Geçmişe bakmak, değerlendirmek, geleceğe ışık tutmak.
Hangimiz bilmez bu oyunu? Yaşam bize oyun oynar sürekli. Kuralları biliyorsak başarılıyız, yabancısıysak kaybederiz. Uzun bir gece daha…
Ne kadar farklısınız etrafınızdaki insanlardan. Anlam veremediğiniz tavırlar, kavrayamadığınız olaylar, şaşkınlıkla izlediğiniz durumlar oluyor mu hiç? Böyle anlarda tuhaf olan ben miyim yoksa diğerleri mi dediğiniz oluyor mu hiç? Bazen olumlu, bazen olumsuz, bazen nereye yerleştireceğinizi bilemediğiniz, yaşamın tiyatro sahnesi gibi oyunlarına şahit oluyor musunuz hiç?Hayat başlı başına bir oyun, bizlerse kimi zaman baş rolde, kimi zaman figüran, kimi zaman seyirci rolünde yer alanlarız…
Baş rol oyuncusu durumunda yaşam denen oyunu yönetir yönlendirir, bu oyunun biz olmadan sahneye sunulamayacağının bilincinde , büyük bir keyifle , başkalarının düşüncesini daha az önemseyerek, ön planda olmanın zevkini çıkartarak yaşarız. Kendi yaşamımızın sahnesinde, yazdığımız oyunu oynamak çok zor olmasa gerek. Bu oyunda aldığımız roller örneğin evlat olmak, arkadaş olmak, bir mesleğin sahibi olmak, eş olmak, anne-baba olmak… Bu rollerin içinde kimi zaman daha az kimi zaman daha çok başarılı olduğumuz anlar vardır elbette. Oyun bizim elimizde… baş rolü oynuyoruz ya hani…
Yaşam sizi figüran olmaya zorladığında hiç kendinizi sahnede izlediniz mi? Bu rolde kendinizi gerçekten yaşadınız mı? Kendinizi hissettiniz mi? Sorguladınız mı aldığınız rolün size uygun olup olmadığını; Yoksa kayıtsız şartsız kabul mü ettiniz?
Bir de izleyici rolümüz vardır yaşamın bize sunduğu. En önemsiz gibi görünenidir belki de, ama insanı en çaresiz bırakanıdır aynı zamanda . Sadece izlemekle yetinirsiniz, sahneye karışma yetkiniz yoktur. Sizi rahatsız etse de izledikleriniz, ne bir şey söyleyebilirsiniz , ne de müdahale edebilirsiniz. Acıtandır kabullenip izlemek…
Durakladınız, nedir bu roller diyorsunuz?
Yaşamı basamaklara ayıramayız elbette, baş rol, figüran ya da izleyici diye üç parçaya bölemeyiz. Bu rollerin tümünü iç içe yaşarız.
Baş rolü oynayanlar ne istediklerini bilenlerdir. Onlar üstlendikleri rolü kendileri seçerek hakkıyla yerine getirenlerdir. Onlar her anın bilincinde ve isteyerek yaşayanlardır. Onlar rollerinin hakkını verenlerdir. Onlar arkaya dönüp baktıklarında en az keşkeleri olanlardır.Onlar sevmek istedikleri için sevenler, mutlu olmak istedikleri için mutlu olmayı hedef koyanlardır. Onlar başkalarının çizdiği yaşamı değil, kendi senaryolarını yazıp oynayanlardır. Kısacası onlar yaşamın bir defalık bir tiyatro turnesi edasında yaşanması gerekildiğinin ve bunu en iyi şekilde hissederek, severek, kendinle örtüşerek yaşamanın doğruluğuna sıkı sıkı sarılmış ve başarmış insanlardır baş rol oyuncuları…
Figüran olmayı zorlar yaşam ara ara. Kendimize yakıştıramasak da oynamak zorunda kalırız bu rolleri. Kalabalıktan biri oluruz bir anda. Kendimizle örtüşmeyen, kişiliğimize uzak rollerdir bunlar. Sadece mecburiyetten oynarız, başkalarının isteği üzerine miş-mış larla şekillendiririz rolümüzü. Bize sorulmaz, fikir alınmaz bizlerden, düşünmemiz istenilmez, konuşturmazlar, susarız ve oynarız. Sorgulamak istesek de sorgulayamayız, yargılamak istesek de yargılayamayız, sadece oynarız. Verilenin dışına çıkarsak korkarız, ya rolümüzü elimizden alırlarsa, figüranız sadece; yine de korkarız. En önemsizi başaramamaktan, eleştirilmekten korkarız. Baş rolü alamadıysak eğer, kendimizi yaşayacak cesaretimiz ve gücümüz yoksa, elimizde kalan bu role sarılırız sıkı sıkı. Bizi mutlu edip etmediği önemsizdir, açıkta kalma korkusu, boşluğa düşme korkusu, yalnızlık korkusu, bizi istemediğimiz figüran rolüne zorlar…
Bazen seyirci oluruz, kendi yaşamımızın seyircisi adeta. İzleriz, birileri bizim için bir şeyler yazmıştır, çizmiştir, birilerine roller vermiştir, onlar oynar biz ise bu tiyatro da sadece izleyici kalırız. Onlar oynar biz izleriz. Uzaktan, koltuklarda bakarız bizim için yazılanlara. Kimi zaman eğlenir, kimi zaman öfkeleniriz. Kimi zaman mutlu, kimi zaman hüzünlü oluruz. Karışamayız, karıştırmazlar, yoksa atarlar bizi dışarı. Bize verilen rol sadece izleyici olmamız. Kabullenmeliyiz, çünkü baş rolü oynamak istemedik, figüran da olamadık, biz izleyiciyiz. Kendi başımıza kaldığımızda yorumlar yaparız, eleştiririz, ama oyun oynanırken konuşamayız. Paylaşmaktan çekiniriz, yalnız, ürkek bir izleyiciyiz sadece. Biz baş rol oyuncularının ve figüranların yer aldığı bir sahnenin önünde onları alkışlayanız sadece. Hayranlıkla bakıp, kendi hayatımızda keşkelerle dolu bir yaşam kabulleniriz. Keşke o sahne de benim de rolüm olsa diyenleriz, biz izleyiciler...
İşte yaşamda olmamız üstlenmemiz gereken roller, oynamamız gereken oyunlar,kimi zaman zorunlu kimi zaman gönüllü bizi “olmaya” zorluyor…
Arkadaş olduk, dost olduk,sevgili olduk,eş olduk, anne-baba olduk, can olduk. Kimilerine yakın olduk, kimilerine uzak. Ama olduk, elimizden geldiği kadar seven olduk, sevilen olduk, bazen de unutan,unutulan. Acıtan, acıtılan olduk.Gülen olduk, ağlayan olduk, olduk çok zaman, çok yerde, çok farklı insanlar olduk…Ama gerçekten aynaya baktığımızda BİZ olmamız gereken BİZ olabilseydik, işte o zaman hepimiz kendi hayatımızın baş rol oyuncusu olmayı başarırdık…
Dilerim hepimiz bundan böyle daha fazla keşkelerin yer almadığı bir hayatta mutlu yaşamayı başarabiliriz. “Mutlu insan mutlu edebilir “in bilincinde ,yaşamımızın baş rol oyuncusu olabilmeyi başarmamız dileğiyle,
Sevgiyle kalın…