Turizmde hızlı adımlarla ilerleyen Türkiye, başka konularda eksikliklerini saklayamıyor. Son günlerde medyada sıkça duyduğumuz kelimelerden biri ‘Utandım’ oldu. Son olarak “Yanımdaki bakandan utandım…” diyen Bakan Günay, buna sadece bir örnek…
Bakan Ertuğrul Günay’ın Macaristan Liyakat Nişanı’nı almış olması hepimizi gururlandırdı. Bu Nişanı fazlasıyla hakkettiğini iyi biliyorum. Türkiye’deki tarihi eserleri koruma çalışmaları yurtdışından bile büyük alkış topladı. Turizm alanında başlatıığı kampanyalar, turizm fuarlarına verdiği önem ve diğer önemli faaliyetlerini heyecanla takip ediyorum.
Mevlüt Çavuşoğlu’nun iki yıllığına Avrupa Parlamenterler Meclisi Başkanı seçilmesi uzun yıllar hatırlanacak. Türk siyasetçini yurtdışında çok başarılı olabileceğine en iyi örnek olabilir Çavuşoğlu.
Türkiye turizmde rakip ülkelerini geride bırakmayı sektörün kıvrak zekasıyla, Bakan Günay’ın çabalarıyla, Türk turizmcisinin bitmek bilmeyen enerjisi ve tüm dinamiklerin sinerjisiyle başardı. Üstelik makro ekonomik anlamda da, Türkiye birçok Avrupa ülkesinden küresel krizi daha az hasarla atlattı.
Türkiye, siyasi anlamda, komşularıyla en iyi geçindiği bir dönem yaşıyor. Komşu ülkelerin çoğuna vize kalktı. Artık eski Osmanlı topraklarında vizesiz gezebiliyoruz. Yakında tarihi İpek Yolunu gezerken bile vize gerekmeyebilir.
Türk Hava Yolları’nın başarısını burada tekrarlamak istemiyorum. Zaten herkesçe malum: THY, başarılı Türk şirketleri için sadece bir örnek. EXPO 2016’nın Antalya’ya verilmesi, vs… Genelde hep iç açıcı haberler.
Bu duygularla Ankara’ya gitmek üzere havalimanına gittim. Boş vaktimi değerlendirmek için 5-10 gazete aldım. Uçak havalandıktan kısa süre sonra Torosların zirveleri görünmeye başlandı. Anadolu’nun beyaza bürünmüş manzarası nefes kesiciydi. Ve gazeteleri aldım elime…
Gazeteleri okumaya başlamamla birlikte Torosların zirveleri kadar ak olan içimdeki zirveler, az da olsa grileşmeye başladı…
Gazetelerde 4 önemli şikayet dikkatimi çekti ve daha ne kadar yol almamız gerektiğini birden tekrar hatırlayıverdim.
Geçen hafta Macaristan Kültür Bakanı’yla birlikte olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Budapeşte’den Pecs’e 200 km yol gitmişler. Günay yola hayran kalmış. Yolculuğu güzel hale getiren görsel şölen ise geçtikleri en ufacık yerleşim yerinde bile balkonlarda, pencerelerde sardunyaların olmasıymış. Bakan yine Macar Bakan’la Adana’dan Osmaniye’ye gitmiş. “Yola bakmak istemedim” diyor ve bize soruyor: “Sakız sardunyası yetiştirmek için Türkiye’nin mi Macaristan’ın mı iklimi uygun?” Elbette bizim iklimimiz.
Kültür eksikliği
Bakan bunları anlatırken şunun altını çizmek istiyor. Turistler bir ülkeye yalnızca deniz, kum, güneş için gelmiyor, yaşam kültürü için geliyor. Otelden dışarı çıktığında turist keyifli bir yemek yemeyi, şehirde gezerken binalara hayranlıkla bakmayı istiyor. Ezcümle, turizm yalnızca turizmcilerin işi değil.
Bakan, turizmle ilgili olarak sık sık gündeme gelen en yaygın şikayetin de altını çiziyor. “Turistler otelden dışarı çıkmıyor?” Bakan da buna şöyle yanıt veriyor: Hangi vitrini hayranlıkla izleyecek, hangi binalara bakacak, hangi cafede oturacak turistler? Bitmemiş binalar, binalardan yükselen demir filizlerine mi bakacaklar? Bakan, tatil beldelerinde boyasız binaları begonvillerle donatmaktan bahsediyor.
Günay: “Atina’ya kuşbakışı baktığınızda teraslarda yeşillikleri, çiçekleri görüyorsunuz, Kuşadası’na bakınca gri bir yığın görüyorsunuz. Gidin Kaş’a bakın bir de karşısındaki Mais’a yada Samos Adası’na...”
Kültür fazlası
2010 Kültür Başkenti İstanbul’a uçaktan inen ünlü sarışın Meg Ryan, üzerine gelen protokol erkek kalabalığını görünce aslında o anda dönüp kaçacaktı belki de, ama kaçamadı.
Onu ısrarla takip ve taciz eden erkekler ve basın mensubu ordusu sonunda Meg Ryan’in çadırın arka kapısından kaçmasına sebep oldu.
Bu durumu anlamak için, Bekir Çoşkun’un köşe yazısından kısa bir alıntı yapalım:
“2010 Kültür Başkenti İstanbul’a uçaktan inen ünlü sarışın Meg Ryan, üzerine gelen protokol erkek kalabalığını görünce aslında o anda dönüp kaçacaktı...
Kaçamadı...
Erkeklerin hepsinin yüzünde “Gel bana...” ifadesi, ağızları kulaklarında, ayakkabıları iri, adımları kocaman, tek kaşları havada ve tümü “gulg...”, “hugg...”, “ohhh...”, “maçkk...” şeklinde sesler çıkartıyorlardı, 2010 Kültür Başkenti İstanbul‘un erkekleri...
Meg döndü uçağa baktı... Çok geçti...
2010 Kültür Başkenti İstanbul’daki törende ikinci dalga caddede arkadan geldi... Tam çamurdan atlarken, tıkanmış trafikte durmadan korna çalan arabalardan uzanmış gülücükler içinde kafalar, üzerine gelen kalabalık, itiş kakış karşısında otel odasına kaçtı...
Muhtemelen orada, “Acaba benden söz ediliyor mu?” diye televizyonu açıp TBMM’deki kavgayı gördü...
Sn. Güldal Mumcu , “Bülent Arınç odamı bastı” diye ağlıyordu...
Aynı saatlerde İstanbul'da başka bir bayan menajerine “Kaçalım...” dedi...
İkinci gün 2010 Kültür Başkenti İstanbul‘un içinden geçerek, açılışa geldiğinde, tümü gülücükler içinde kalabalık artarak oradaydı ve üzerine geliyordu...
O sırada arkasında erkekler ordusuyla Bakan Çağlayan‘ı gördü...
Ve düştü...
2010 Kültür Başkenti İstanbul’un erkekler ordusu onu kaldırmak için dört koldan koştular.
Bakan Çağlayan ile yardımcıları, müdür, danışman, koruma, genel müdür, genel müdür yardımcıları, müsteşar muavinleri ve diğerleri onu besmeleyle kaldırdılar...
Sonra...
İzlemişsinizdir, Ryan “Beni buradan çıkartın” diyerek inledi ve tören çadırının arkasından bir delik açtırtarak gizlice kaçtı, 2010 Kültür Başkenti İstanbul‘dan...
Ama 2010 Kültür Başkenti İstanbul orada duruyor...”
Diğer bir konu ise, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi…
Bir şehir için bu denli önemli bir fırsatı, ancak bu kadar yüzümüze gözümüze bulaştırabilirdik. Rüşvet ve kayırma iddialarından tutun, siyasi çekişmelere kadar 1001 skandal, iddia ve komplo teorileriyle dolu 2 yıllık bir hazırlık dönemini geride bıraktık. Ve çalkantılar hala sürüyor.
Son olarak dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say, İstanbul projelerinden tamamen çekildiğini duyurdu dün. Benzer hazırlıklar yapan Almanya’nın Essen ve Maceristan’ın Precs kentinde herhangi ciddi bir anlaşmazlık ya olmadı, ya da basına yansımadı.
Üçüncü bir konu ise Türkiye’deki kadınların konumu…
Davos’ta bu yıl Türkiye ile ilgili en çok “Cinsiyet Uçurumu Raporu”nda Türkiye’nin 134 ülke arasında 129. sırada” olması konuşuldu.
Kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf önceki gün TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu toplantısındaydı. Hükümet olarak kadın-erkek eşitliğinin hayata geçirilmesinin öncelikli hedef olduğunu vurguladı.
“Kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasal konumlarını güçlendirmek için tüm tarafların yoğun çalışmalarına ihtiyaç var. Bu konuda siyasi kararlılığımız, azmimizdir tamdır” dedi.
Hürriyet yazarı Gila Benmayor, “Kavaf’ın söyledikleri kulağa pek hoş geliyor. Geliyor gelmesine ama ortalıkta bir hareket yok” diye yazıyor.
YÖNETİME KADIN KOTASI
Dünya Ekonomik Forumu’nun “Cinsiyet Uçurumu Konseyi-Global Gündem”in üyesi Laura Liswood şaşkınlığını ifade ediyor.
Liswood’a göre, Türkiye’yi sıralamada aşağıya çeken şeylerin başında ekonomik ve siyasi hayata düşük katılım ile eğitim geliyor.
Gila Benmayor:
“Siyasette “kadın kotası” uygulamış olan Fransa geçenlerde büyük şirketlerin yönetim kurullarında yüzde 40 kadın kotası öneren tasarıyı parlamentodan geçirdi.
Fransa’yı büyük bir olasılıkla Belçika, İngiltere, Almanya ve İsveç izleyecek.
Norveç ve İspanya kadın yöneticilerin önünü açmak için kota uygulamayan iki ülke.
Norveç’te örneğin 2008 verilerine göre yönetim kurullarındaki kadın oranı yüzde 40.2. Japonya’da ise ise yüzde 1.4. AB ortalaması (15 ülke) yüzde 9.7.
International Herald Tribune Gazetesi’nin geçen hafta yayınlamış olduğu kadın yöneticilerle ilgili listede 20 ülke arasında Türkiye’ye rastlamadım.
Panelde ortaya atılan şu soruyla bitireyim: Lehman Brothers, Lehman Sisters olsaydı acaba dünya küresel ekonomik kriz fırtınasına tutulur muydu?”
Yaşam kalitemiz kaçıncı sırada?
Son olarak değinmek istediğimiz konu, Türkiye’nin yaşam kalitesi. Bir ülkenin yaşam kalitesini rakam ve istatistiklerle belirlemek, çok yanıltıcı olabilir. Özellikle o ülkede hiç yaşamamış biri, rakamlardan yola çıkarak, fena halde yanılabilir.
Sabah gazetesi için yazan Haşmet Babaoğlu, internet ortamındaki sosyal ağları da hesaba katıyor ve “Facebook’ta gördüm halimizi” diyor.
Aktüel dergisinin araştırmasına göre, Türkiye, Facebook kullanımı açısından üçüncü sırada geliyor. Ya diğer rakamlar?
Türkiye yaşam kalitesi sıralamasında 65. sırada. Sıralamanın ilk onunda Fransa, İsviçre, ABD, Lüksemburg, Avustralya, Belçika, İtalya, Almanya, Yeni Zelanda ve Danimarka var.
Çocuk ve anne ölümleri sıralaması daha da korkunç: 189 ülke arasında 108. sırada Türkiye. Kişi başına düşen gelir sıralamasında da 60. sıradayız. Ama Facebook kullanımında üçüncü sıradayız.
Haşmet Babaooğlu:
“Sanal paylaşım sitesi Facebook'un istatistikleri açıklandı.
Facebook'un en çok aktif kullanıcısının bulunduğu üçüncü ülke Türkiye.
Tam 14 milyon kullanıcı varmış. İkinci sıradaki İngiltere'de 22 milyon kullanıcı var.
Geçtim 18-24 yaş aralığındaki gençleri...
Ablamın ve arkadaşlarının son zamanlarda Facebook başından kalkamadıklarını, mutfakta yemeklerin yandığını falan görüyorum da...
Eminim iki seneye kalmaz, İngiltere'yi bu konuda sollarız!
İşin ilginci, ABD artık tam bir "Facebook ülkesi" olmuş! Düşünebiliyor musunuz, tam 95 milyon insan bu paylaşım sitesini kullanıyor.
Bu manzara karşısında oturup kendi Facebook maceramı düşündüm.
İşin gerçeği şu...
Birkaç aydır evimde iki metrekarelik bir alanda yaşıyorum. Laptop'umu kucağıma alıp uzun koltuğumun bir köşesine yerleşiyorum ve bir daha oradan hiç kıpırdamak istemiyorum.
Hayatım internette geçiyor bir bakıma...Film dvd'lerimi ve kitaplarımı bile ihmal ediyorum. Peki Facebook sayfama giriyor muyum? Çok nadir! Farmville'de kendine çiftlik kurup inek yetiştirmeye kalkışmayan, arkadaşlarına sanal çiçek göndermeyi marifet saymayan ve zaten başından beri Facebook'ta ebesini arayanlara katılmayı hiç aklına getirmeyen biriyim.
Neden?
Normal hayatta o yüzleriyle hiç karşılaşmadığım ve çok sevdiğim arkadaşlarımın bile içlerinde meğer nasıl da güçlü ırkçı nefret duyguları yeşerirmiş! Meğer bu ülkede derinden faşist insan sayısı ne çokmuş! Barışı ve insanı sevenler ne kadar azmış!” diyor Haşmet Babaoğlu.
Gerçeklerin envanteri
Ben diyorum ki, yaşadığımız bu dijital çağda, gerçeklerin envanterini çıkarma vakti geldi. Eksikliklerimizi, hatalarımızı beyaz bir kâğıda yazmamız gerekiyor. Bu beyaz kâğıt ve bilgi dağılımıyla ve paylaşımıyla birlikte, bir boşa akmayan, boşa gitmeyen, boşa yanmayan tertemiz ve güçlü ‘Türkiye Enerjisi’ yaratıp, tüm halkımızı kapsayan yeni bir başlangıç yapabiliriz. Barış, ahlak, kültür ve edepli terbiye ile.