Bir haftadır Frankfurt'tayım. Almanya'nın finans başkentine sonbahar gelmiş. Ağaçlardan tonlarca bol su çekmiş süngerimsi ağır yapraklar düzensiz olarak şehrin milimetrik düzgün kaldırımlarının üstüne lapa lapa yağıyor...
Tarihi Frankfurt'un eski dar sokaklarının da elma şaraphanelerinden her dışarıya çıkışınızda gözleriniz ufukta büyük banka gökdelenlerinin en üst katlarının birşeylerden saklanırcasına bulutlar ile sımsıkı örtündüğüne takılıyor:
Başka bir karede ise: banka gökdelenlerinin en tepe katlarından değerini yitirerek düşen hisse senetlerin dallarından kopan bol su çekmiş koyu sarı yapraklar ile havada birbirlerine sarılarak beraberce yere vurduklarını görüyorsunuz.
Bu sonbahar esen ekonomik rüzgar dünya bankacılık ve ekonomi düzenine kelimenin tam anlamı ile gözler önünde öyle bir bir tokat atıyor ki en yıkılmaz, en sağlam, en güvenilir olarak bildiğimiz güçlü ekonomik sistemler yere devriliyor.
Kendi gücü ile ayağa kalkamayan finans devleri sahte dilenciler gibi devletten yardım bekliyor…
Zamanında her yeni projeye "paran kadar konuş", "paran kadar düşün" diyenlerin ağızlarından tek laf, tek söz çıkmaz oluyor.
Sanki, o çok bilmiş, atletik, houte couture, gourmet borsa yuppileri küçük dillerini yutmuşlar...
Neden borsa ve finans dünyasının buluştuğu Frankfurt sokakları bu günlerde sessiz ve hüzünlü?..
Bu gözler tanıdık, yorgun, kaçak bakışmalar ve arasıra tek tük, birkaç zoraki, utangaç kekeme beyanat...
Daha bu yılın yaz aylarında Frankfurt'un 'Fress Gasse'sindeki Fransız, Küba, Thai, İtalyan bistrolarında kollarındaki 10-20 bin avroluk saatler ile hava atan 'finans guruları' tamamen kayıptalar.
Finans dünyası gönüllü olarak Frankfurt şehir merkezinden elini kolunu çekmiş ve tüm sokakları Türk edebiyatçılarına bırakmış mı ne?..
Türkiye'nin onur konuğu olduğu, 14-19 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek 60. Frankfurt Kitap Fuarı öncesinde Frankfurt sokakları Türk yazarlar Türk edebiyatçıları ile doluyor.
Her yerde Türkiye, her yerde Anadolu…
Frankfurt Kitap Fuarı'nın Başkanı Jürgen Boos, Türkiye'nin çeşitli
yüzlerini göstererek iddialı bir şekilde ''Türkiye'nin imajını değiştireceğiz'' diyor:
Batı ve Şark arasında farklılık yok.
var olan tek şey: bilgisizlik ve önyargı
Tek çözüm okumak ve okutmak…
insanlar okudukça kültürler birbirine yaklaşıyor.
ilgi bilgi tohumluyor: bilgi sevgi doğuruyor
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'u tanımayan Alman kalmıyor.
Sırada şimdi : Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Aziz
Nesin, Tevfik Fikret , Zülfi Livanelli, Elif Şafak ve Ayfer Tunç gibi
yüzlerce yazarımız ve sanatçılarımız var:
Bazı yazarlarımız çok az Alman tarafından biliniyor ama bugün çoğu
yeniden keşfediliyor:
Alman kitapçıları buram buram Anadolu kokuyor. Vitrinlerde “İnce
Memet” ler, bilboardlarda Kanuni'nin devasa burnu…
Pamuk Almanya'da en büyük Türk markası…
Taksi şoförü de, hastanenin başhekimi de Orhan Pamuk okuyor.
'Masumiyet Müzesi' Alman yataklarının pamuklu yastığı.
Her fırsatta ellerinde ... okuyucuların çoğu kitabının adına vurgun...
Masumiyet..
bu terapik söz günümüz Alman ruhunun en dar geçitlerinden içeri giriyor ve gönüllerinde hızlıca yayılıyor: Germanları sevdalandırıyor..
'Masumiyet`..
bu sanal, dijital, janjanlı zamanda insan yüklü bir söz...
Kim, kaçımız, hangi millet, hangi devlet, hangi seven, hangi nefret
eden, hangi insan bu devirde masum?...
Hangi can masum kalabiliyor, hangi canlı diğerini masum bırakabiliyor.
Masumiyet...
Dünyada tükenen, kuruyan gerçek yaşam kaynaklarının en güzeli
Masumiyet...
yıllardır unutulan, mahzenlerde hapsedilen melodik titreşimli
anadolik söz...
Bir romanda bile olsa; demek Anadolu'da, İstanbul'da o kadar çok
varmış ki, müzesini bile düşünmüşler....
Ve 50 yıldır Türkler ile hayati yaşamı paylaşan Frankfurtlu’lar şimdi
şehirlerinin göbeğinde çöken finans dünyasının tam merkezinde yükselen Anadolu edebiyatı ile iç içe :
Geçmişin değerleri geleceğin tedirginliği ile kafalarda ve ruhlarda
gelgit yapıyor.
Frankfurt Türk edebiyatına kendini akort ediyor.
Hüzün, keder, korku, cesaret, coşku, aşk, ölüm yan yana, arka arkaya
geçişe başlıyorlar…
Ve nihayet akşam oluyor Frankfurt hüzünleniyor.
Bir yerde yitirilmiş parasal, yatırımsal yüzyıllık küresel senaryolu sanal rüyalar, diğer tarafta Anadolu topraklarının mütevaziliği ile sımsıkı örülmüş, düğümlenmiş bin yıllık gerçek hoşgörü ve tok gözlülük..
Parlayan dolunay dakikada bir şehrin üstünden inişe geçen devasa uçaklara yol gösteriyor:
Şehirde inanılmaz bir sessizlik. Herkes Paris'ten gelecek haberi bekliyor.
Bankalar kurtarılacak mı ? aksi takdirde (!)
Herkes paralarını çekmek üzere hesap cüzdanları ile hazır bekliyor.
Ve nihayet Şanşölye Angela Merkel beklenen açıklamayı yapıyor:
"15 ülkenin liderleri bu tarihi kurtarma operasyonuna 'Euro Zone' için bir koruyucu kalkan üzerinde anlaşarak imzalarımızı attık" diyor...
Bankalara gerekli garantiler ve nakit desteği sağlanıyor.
Bu haber üzerine piyasalar rahatlıyor. Hesap cüzdanları yeniden çekmecelere konuyor.
Yaşanan bu ekonomik travma üzerine çok değişik yorumlar ve beklentiler ortaya atılıyor:
Gelecek yıllar ekonominin göstereceği nekahat durumuna göre lüks, pahalı ve gösterişli ürünlerden uzak durulacağı her yerde konuşuluyor.
Sade ve daha ekonomik bir yaşam tarzının ön plana çıkacağı, parası olanın bile bunu tüketim alışkanlıklarında eskisi gibi fazla
göstermeyeceği ve özellikle tasarrufun yanında kişisel ve toplumsal arınmalara gidileceği; daha bilinçli, daha sağlıklı, daha doğa ve öz tüketime doğru bir hareket başlayacağını duyuyoruz.
Uzmanlar yeni bir ekonomik sistem üzerinde kafa yorarken sosyologlar, hal, hareket ve davranış araştırmacıları, toplum bilimcileri yeni yaşam tarzları üzerine ilk tespitlerini açıklıyorlar:
Monte Carlo da zenginlik ve ihtişam, zarafet gösterileri şimdilik ertelenecek.
Buna sırf Avrupalılar değil Ruslar da uyacak:
Ekonominin tedavi sürecinde şatafat ve gösteriş komuoyuna ters bir hareket olarak algılanacak.
Sade, abartısız, kaliteli ve içerikli ekonomik ürünler revaçta olacak.
Akdeniz çanağında bu klasmana en çok uyan Türkiye; en iyi satılan turizm ülkelerinin başında gelecek.
Türkiye’ye ilgi artacak.
Gerçek ürünlere, gerçek değerlere ilgi artacak. İnsanlar kendi tükettikleri, kendi yedikleri, içtikleri, giydikleri, kullandıkları ürünlere karşı yatırıma daha eğilimli olacaklar.
Buna karşılık genel trend olarak kişilerin tanımadığı, bilmediği, kendisinin bizzat ihtiyaç duymadığı ürünlere ise uzak duracak.
Spekülatif değerler gözden düşecek.
Az olsun garantili ve sağlam olsun zihniyeti gelecek birkaç yılımızı ana fikir olarak yönlendirecek ve yönetecek.