Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği artık kelimenin tam anlamı ile ‘Arapsaçı’na döndü. Görüşmelerin ne noktada olduğunu, Türkiye'nin tam üyeliğini hangi ülkelerin istediği, daha önemlisi o ülkelerde ki hangi dinamiklerin gerçekten Türkiye'yi desteklediği tam belli değil.
AB ilerleme seferberliğinde Avrupa halkları ve dinamikleri ile ilgili toplumsal, sektörel ve demografik, sosyal araştırmalarımız yok.
Bu verilerin Türkiye tarafında takibi toplumun geniş katılımı ile yapıldığı bir AB analiz ve detay inceleme üssümüz yok. Bizim yok.
Onların var!
Türkiye bu konuda bilimsel bir envanter yapıp, organize olarak on binlerce bilim adamını, siyasetçiyi, sanatçıyı, işadamını ve STK'ları AB ilerleme ordusu olarak organize edemedi. Etmedi. Bütün gelişmeler ve görüşmeler tek kişinin kasasında kilitli kaldı. Halka yayılamadı, su olup, nehir olup, taşıp Anadolu' ya akamadı.
Yazık, çok yazık..
Bu iş artık iyice kabak tadı veriyor.
Daha da kötüsü; bu gidişat güven vermiyor. Zaman geçiyor,Türkler için sağlam bir hesap ve planlama yapabilme zemini oluşmuyor. Oluşturulmuyor.
Oysa AB' medeniyetin kuruluşunun ve oluşumunun ana fikirlerinin en ön sırada olanları:
-İlerisi için toplumlara güven programları sunmak
-Gelecek için toplumsal strateji ve planlamayı geliştirmek.
Peki, konu Türkiye olunca bu fikirler eriyor mu?
Diğer toplumlar gelecek için '3 nesil'lik plan, projeler yaparken Türk gençleri bekleyecek mi?
AB'nin ciddi bir bakışı yok. AB Türkiye konusunda şaşı.
Türkiye ise gerçek ve inandırıcı bir ilerleme konsepti sunamıyor
Geçen akşam Stuttgart'a bir etkinlikte Türk kökenli Alman komedyen’in sözleri şöyleydi. "Bekleme ve sabır konusunda bizi Türkler dünya'da bir numarayız. AB'yi ölünceye kadar bekleyeceğiz. AB kalmasa da biz bekleyeceğiz."
Soğuktan kavrulan buz gibi Avrupa'nın tatil sonrası bu ilk çalışma günlerinde AB'nin güney güneşli şımarık çocukları, Avrupa’daki iç borçlanmayı artırıp, neredeyse kendi ülkelerini de iflasın eşiğine getirip birde devlet kasaları tamamen boşaltıp, tamtakır bir hale getirince aniden susuverdiler.
Susturuldular.
Çıt yok.
Bu işin şakası olmadığını anladılar.
Son yirmi yıldır bu yaramaz çocukları fon ve hibe zengini yapan Fransa ve Alman ağabeylerinin sözlerinden çıkamaz oldular. En azından krizden çıkıncaya, yeni paralar ve kaynaklar bulununcaya kadar.
Bakın şu medeniyetler üstadı ayakkabıcı İspanyol Başbakanın aniden değişen tavrına:
Avrupa gazetelerine bir göz atın! "Zapatero, Türkiye’nin mutlak üyeliğini talep etmekten vazgeçiyor."
Bugüne kadar Türkiye’nin üyeliğini savunan birisi olarak ön plana çıkan Başbakan Lose Luis Zapatero, Viyana’da Başbakan Werner Faymann’ı ziyaret ettiği esnada ilk defa tam üyelik talebinden geri adım attı. Zapatero, “AB prosedürü başlattı ve devamını getirmesi gerekiyor” dedi ama daha sonra AB’nin Türkiye ile ilgili hangi nihai işbirliğine gideceğini kontrol edilebilir diye ilave etti: “Jeo-politik durum değişirse, bu kararımızda kalıp kalmayacağımızı veya hangi şekilde karar alacağımıza bakmamız gerekir”.
Yani tam burada sözü "biz temize çıkıncaya, ülkemizin borçları bitinceye kadar, Türkiye konusunda sesimizi çıkarmayacağız" demeye getirdi.
Ne yapsın:
Kendi ülkesinde işsizlik rekora koşuyor. Yaklaşık beş milyon insan işsiz ve sokakta: ekonomi çöktü-çökecek...
Sadece 2009 yılında yaklaşık 6 milyon turist kaybı verdiler.
İspanya'da 'Bravo Espagna' sarhoşluğu bitti. Şimdi 'Ayuda me!' 'Bana yardım edin' sözleri çınlıyor Madrid'in finaz gökdelenlerinde.
Böyle bir konjonktürde İspanya'nın Başbakanı AB dönem Başkanlığını devraldı.
Zapetero bu sıfatıyla yaptığı ilk açıklama ile sanki kendi ülkesinin ve hükümetinin performansı çok iyimiş gibi Avrupa ekonomisini kurtaracak bir tavır takınarak. AB içinde net hedefleri belirlenmiş ortak bir ekonomi politikası istiyor. Almanya’nın, bu hedefleri yerine getiremeyen ülkelere karşı herhangi yaptırımlara karşı itirazına rağmen, Zapatero yaptırımların uygulanmasını istiyor. Zapatero’nun amacı, büyüme ve istihdam hedefleri bağlayıcı olmayan Lizbon Stratejisini, hedefleri bağlayıcı hale getirmek.
Zapatero, bu amaçla, Viyana’daki ziyaretinde, dengesiz bütçelerinden dolayı ortak para birimine zarar veren ülkelere karşı yüksek cezai ödemeler öngören istikrar anlaşmasıyla bir kıyaslama yaptı. Zapatero, “Bizim bu konuda da gelecekteki hedeflerimizi yakalayabilmemiz için AB komisyonun güçlü bir müdahilliğine ve sınırlayıcı önlemlere ihtiyacımız var” diyor, yani ilerisi için özellikle Yunanistan gibi AB'li olupda paraları Egeli gibi bol bulamaç harcayan ülkere müdahele edilmesini istiyor.
Türkiye'nin işi zor: Yolumuz sadece uzun değil, bolca da zikzaklı.
Yolumuzun önündeki tepelerin arkasında pusuda yatan hangi güçler saklı, belli değil..
En kötüsü Türkiye'yi medeniyetler üstadı dostları da bu yolda yalnız bırakacağa benziyor.
Kaideler değişmiyor: Dünya Siyasetinde parası ve gücü olan düdüğü çalıyor. Bu kaide halen AB'de, ABD,de ve Dünya'da hiç değişmeden işliyor.
AB yolumuz açık olsun!
Hüseyin Baraner
hbaraner@gmail.com